Hun istilalarından kaçanlar tarafından beşinci yüzyılda kurulduğu düşünülüyor.
Bir dönem dünyanın en güçlü ekonomilerinden birisine sahipti.
12-13. yüzyıllarda Avrupa’nın en zengin şehriydi.
Venedik lagünlerinin yerleşimcileri hakkında yapılan ilk kapsamlı betimleme Romalı Cassiodoro tarafından MS 6. yüzyılda yapılmış;
"Kayıklarınızla, geniş kanallarda sanki çayırlardan farkı olmayan kumluklar üzerinde süzülüyor gibisiniz ve
ev kapılarının önüne normalde hayvanlar bağlanırken, sizler saz ve saman kulübelerinizin önüne kayıklarınızı bağlıyorsunuz."
Önce, çevredeki ormanlardan kestikleri kütükleri yüzdürerek getirmişler, sonra çamur adacıklarının arasındaki kanalları derinleştirip
çıkan çamurla bunların zeminini biraz daha güçlendirmişler ve sonra da kazıkları bir bir çakarak çamurla sıvadıktan sonra yaşam alanlarını yaratmışlar. Kazıkların bir kısmı şu an Slovenya ve Hırvatistan olan bölgeden getirilmiş ve meşe, karaçam gibi suya dayanıklı ağaçlar.
Ahşabın çürüyebilmesi için hem hava hem de suyun aynı anda ahşaba nüfus etmesi gerekirmiş. Suyun altında oksijen olmadığı için ve lagün suyunun zengin alüvyonları ve killi toprağı kazığın etrafına toplamasıyla aksine ahşap kazıklar
bir kaya kadar güçlenip çürümüyormuş.
Kazıkları birbirine çok yakın çakıp zamanla alüvyonlar suyun üzerine çıkmasın diye taşlarla doldurmuşlar. Özellikle su geçirmediği için mermer kullanılmış ve duvar örme işinin temelleri de yine bu zamanda atılmış
3000’in üzerindeki gemisiyle Avrupa’nın en büyük filosuna sahipti.
İngilizce Fransızca’da bir çok kelimenin (özellikle) ticari terimin kökeninin İtalyanca’ya dayanması tesadüf değildi.
Venedik, Doğu Batı ticaretinde, Avrupa’ya akan Doğu ürünlerinin
Avrupa’daki ana antreposu ve ajanı olarak Avrupa’nın en müreffeh ekonomisi haline geldi.
Baharat, esir ve cam eşya ticareti ilk sırayı teşkil ediyordu. Baharatlar Anadolu üzerinden, esirler her yerden ve cam eşya,
dolgun maaşlı cam ustalarının “Serenissima’ya”, sanat eserleri yaratmak için ömürlerini geçirdikleri Venedik önlerinde bulunan Murano adasından getirtilirdi.
11. yüzyılda, Dük’lerin yönettiği, ihtiyarlar meclisi bulunan
bağımsız bir kent cumhuriyeti olarak şekillenen Venedik’in 15. yüzyılda 200.000 yerleşimcisi bulunuyordu.
15. ve 16. yüzyıllarda Venedik Cumhuriyeti İtalya yarımadasındaki Floransa, Roma ve Cenova gibi diğer kent-devletlerle birlikte Rönesans döneminin en önemli kentleri arasında yer aldı.
1797 yılında Napolyon Bonapart Venedik'i işgal etti ve kenti Avusturya'ya devretti.
Böylece Venedik Cumhuriyeti'nin 1100 yıl süren bağımsızlığı sona ermiş oldu. 1866 yılında da kent ilk defa olarak İtalya'nın bir parçası haline geldi.
Şehir toplamda 118 adet irili ufaklı ada ve adacıklardan oluşmakta.
Adalar 150 kanalla ayrılmış ve 400 köprü ile birbirine bağlanmış.
Şehirde su seviyesi her yıl yaklaşık olarak yarım santimetre artmaktadır.
60 yıl sonra su seviyesinin yaklaşık 30cm yükseleceği
ve şehirdeki birçok evin giriş katlarının herhangi bir müdahale olmaz ise sular altında kalacağını göstermektedir.
Mimarlık ve kültür anıtlarının çoğu 12. ve 16. yüzyıllar arasında inşa edilmiştir.
Santa Maria della Salute kilisesi inşa edilirken, her biri 4 metre uzunluğunda bir milyondan fazla kazık çakılmış.
Şehrin deniz üzerinde olması Venediklileri becerikli denizcilere ve mükemmel kürek çeken kişilere dönüştürmüş.
Dolambaçlı kanallar, alçak köprüler, sığ su kayıkların kullanımına yol açmış. Gondolcular işleri tamamen turistleri gezdirmek olmadan önce bu mesleği şehir işinde ulaşımı sağlamak için yapıyorlarmış.
Gondolların varlığına ilk olarak 1094 yılında yazılan bir mektupta rastlanır. 1494 yılında Bellini’nin yaptığı resimlerde Gondol detayları mevcuttur.
1562 yılında Venedik’te 10.000’den fazla gondol olduğu rivayet edilmektedir.
Venedik kanunlarına göre gondolların rengi siyah olmak zorundaymış. Dönemin zenginleri gondollarını aşırı süsleyip ne kadar zengin olduklarını gösterince böyle bir kural konulmuş.
Venedik maskeleri yüzyıllardır süren bir Venedik geleneği.
Genellikle kullanıcının kimliğini ve sosyal durumunu saklamak için bir araç olarak kullanılan maskeler, günlük sosyal yaşam sınırları dışında toplumun diğer üyeleri ile kimliğini gizlemek suretiyle etkileşimde bulunmak ve
daha özgür davranabilmek için kullanılıyordu.
Maskeler, her vatandaşı maddi durumu, sınıfı veya statüsü ne olursa olsun eşit yapmanın bir yolu olarak algılanıyordu.
Zamanla gelişen huzursuzluk ve ahlaki bozulma sonunda,
günlük hayatta maskelerin giyilmesi yasaklandı ve sadece yılın belli ayları ile sınırlandı.
Dottore Peste maskesi, şehri vuran veba salgınının eseri. Bu nedenle gerçek bir maske olmayan, veba salgınlarına maruz kalanları ziyaretlere giden yerel veba doktorları
tarafından kullanılan bir kılıftı.
Dottore Peste kıyafeti, doktorun kendini koruyabilmesi için, tüm yüzü kaplayan, kristal gözlerin bulunduğu bir maskeydi. Aynı zamanda doktorun soluduğu havayı temizlemek için baharat veya otlarla doldurulmuş bir gagayı da içeriyordu.
1987 yılında Unesco Dünya mirasları listesine girdi.
Geçmişe gidelim. Her şeyin başladığı yere.
Milattan önce 4. Yüzyıla kadar… Platon’a…
Bu fikri ilk ortaya atan kendisidir.
Kendisi sağlıklı ve güçlü bireylerin üremesinin devlet eliyle artırılmasını savunuyordu
Öjenik (veya öjeni), 20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar toplayan bir kuramdı.
Öjenik engelli, hasta, homoseksüel insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu.
Bu olayın teorileşmesi ve literatüre girmesi 1900’lü yıllarda olacaktı.
Teorileştiren de Charles Darwin’in kuzeni Francis Galton’du.
1904 yılında öjeniyi "insanın doğum kalitesini arttırma ve en yüksek avantajı sağlama bilimi" olarak tanımladı.
“Tıp benim resmi nikahlı karım, edebiyat ise metresim” diye tanımlarmış kariyerini.
1860 yılında Rusya’nın bir taşra kenti olan Taganrog’da doğdu.
Babası bakkaldı. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları taşra Rusya’sında geçti.
Çocukluğu ve ilk gençliği babasının baskısı altında geçen
Anton Pavloviç Çehov “Çocukluğumuz, ben ve kardeşlerim için gerçek bir acıdır” der.
Yıllar sonra bir yazar olduğunda “Yeteneklerimiz babamızdan, ruhumuz da anamızdan geçti bize” diyecektir.
Lise arkadaşları arasında komik öyküler anlatmadaki yeteneğiyle bilinir. En sevdiği hocası ona incelikli nükte yeteneğini görerek “Çehonte” lakabını takar.
2 trilyon galaksi yaşadığımız galaksinin etrafını çevreliyor. Bilim insanları sadece Samanyolu’ndaki yıldızların yaşama elverişli bölgelerinde yaklaşık 40 milyar dünya benzeri gezegen olduğunu tahmin ediyor.
Bu sayılara baktığımızda yalnız olduğumuza düşünmek zor.
Bilim insanları, bir medeniyetin büyümesine ve daha gelişmiş hale gelmesine bağlı olarak nüfus artışı ve çeşitli makinelerin enerji gereksinimleri nedeniyle enerji taleplerinin hızla artacağını iddia ediyorlar.
1964’te, kozmik sinyallerle dünya dışı akıllı yaşam arayan Rus astrofizikçisi Nicolai Kardashev, bir kültüre ait uygarlık statüsünün genel olarak iki temel şey üzerinde durduğu fikrini ortaya attı: Enerji ve teknoloji.
Nerede ve ne zaman ortaya çıkmış olduğu tam olarak bilinmiyor. 7. ve 10. yüzyıllar içinde Çin’de ortaya çıkmış olduğu ve 13. yüzyılda Marco Polo tarafınca Avrupa’ya getirilmiş olduğu tahmin ediliyor.
Hindistan’dan ya da Arabistan’dan geldiğini ileri sürenler de var fakat bugünkü şekilleriyle kullanılmalarının 14. yüzyıl Fransa’sına dayandığı düşünülüyor.
Haklarında kesin olan bilgiler yanı sıra, kanıtı olmadığı için gizemini devam ettiren bir çok ilginç teori vardır.
Özellikle kullanılan figürler ve grafikler bazı tarihi kişi, olay ve fikirler ile ilişkilendirilir.
İskambil kağıdının ilk olarak Çin’de ortaya çıktığı düşünülüyor. Kağıt gibi dayanıksız bir malzemeden üretildiği için, o günlerden günümüze ulaşan örnekler yok.
Polonya 2. Dünya savaşında hem Almanya hem de Rusya tarafından işgale uğrar.
Naziler sonradan Sovyetlere de saldırır.
Rusya’da o dönem binlerce Polonyalı esir vardır.
Almanya saldırmaya başlayınca Sovyetler Polonyalı savaş esirleri ve mültecileri serbest bırakmak durumunda kalır.
300.000 Polonyalı, İngiliz kontrolündeki İran topraklarına doğru göçe başlar.
Bunların arasında oluşturulan savaş birlikleri İngiliz ana komutasına girecek ve
İran’dan İtalya’ya kadar olan bir bölgede Nazilere karşı savaşacaklardır.
Bu tutsaklara eşlik etmek ve bölgede düzeni sağlamak için Orta Doğu’da İngiliz ordusu kumandası altında bir Polonya askeri birliği oluşturulur.
Görelilik kuramlarına göre zaman, farklı koşullardaki gözlemciler için farklı hızlarda akabilir. Örneğin siz sabitken size göre hareket eden bir cisimde zaman daha yavaş geçer. Bu, düşük hızlarda fark edilmeyecek kadar küçük bir farktır.
Ancak hız farkı, ışık hızına yaklaştıkça bu etki gözle görülür büyüklüklere ulaşır. Bu olgu, zamanın kısalması olarak bilinir ve deneysel olarak gösterilmiştir.
Eğer bir astronot ışık hızının hemen altındaki bir hızda altı ay boyunca uzayda seyahat ederse ve
Dünya’ya geri dönmesi de altı ay sürerse, gelecekteki dünyaya ayak basacaktır.
Astronotun ışık hızına ne kadar yakın yolculuk yaptığına bağlı olarak astronotun saatinde bir yıl geçerken, dünyada on binlerce yıl geçmiş olabilir.