Yazar Halide Edip Adıvar ”Şarkı söylediğinde tanrı onu dinlemek için aşağı inerdi" der.
Anadolu’da mesafe tanımaksızın köy köy dolaşarak, halkların söylediği müzikleri toplayan ve notaya geçiren ilk sanatçıdır.
1869 yılında Kütahya’da doğar.
Soğomon Soğomonyan (sonradan Gomidas ismini alır). Çocukluğu kederli ve yoksunlukla geçer.
Küçük yaşta anne ve babasını kaybetti ve bakımını akrabaları üstlendi.
1881’de daha 12 yaşındayken Kütahya’da G. Dertsakyan adında bir papazın Echmiadzin’e psikopos olarak atanmasıyla birlikte, sesinin güzel olması sebebiyle Gomidas da psikoposla birlikte yeni kurulan ruhban okuluna eğitim almak için Echmiadzin’e gider.
Kilise ayinlerinde ilahiler söyleyen Gomidas, o dönem hiç Ermenice bilmiyordu.
Okuldaki öğrencilerle tanışma esnasında “Ermenice konuşamıyorum, fakat isterseniz size Ermenice şarkı söyleyebilirim” der.
“Gomidas, narin, zayıf, solgun, düşünceli ve nazik bir çocuktu. Genellikle çamaşırhanenin beton zemininde uyurdu” diye tanımlıyor Gomidas’ın sınıf arkadaşı.
İçinde Osmanlı coğrafyasının da bulunduğu farklı mekanlardan gelerek Eçmiadzin’de eğitim alan diğer yetim ve
öksüz Ermeni çocuklarının kendi memleketlerinden getirdiği türkülere büyük merak gösteren Gomisdas, halk müziğine ilişkin yeni keşifler yapmaya başlar.
1895’te mezun olan ve dini hizmette bulunmak üzere hayatının geri kalan bölümünde evlenmeyeceğine dair ant içen bu genç
din adamına gelenek gereği yeni isim verilirken müziğe olan düşkünlüğü de dikkate alınıp, 7. yüzyılda yaşamış Ermeni ozan Gomidas’ın adı uygun görülür.
Halk müziği ve antik enstrümanları, koro, orkestra ve kilise orkestralarında kullanan ilk müzisyendir.
1896’da Berlin’e gider.
Kaiser Friedrich Wilhelm Üniversitesi’nde müzikoloji eğitimi görür. Avrupa’da yaşadığı yıllarda Avrupa’nın önemli müzik adamlarından biri olur.
Piyano, kompozisyon, orkestrasyon üzerine kendini geliştiren Gomidas,
doğu müziğine olan birikimine çok sesli batı müziği uzmanlığını da ekler.
Gomidas, Berlin’de müzik eğitimi aldığı sırada felsefe, estetik, genel tarih ve müzik tarihi üzerine dersler de alır.
Gomidas, Eylül 1899’da Echmiazdin’e döner dönmez müzik faaliyetlerine devam eder.
Özellikle Anadolu’da köy köy gezerek 4000’den fazla Kürtçe, Ermenice, Farsça, Türkçe ve Arapça şarkı ve türküleri derleyerek notaya geçirmesinin yanı sıra bu şarkılar üzerine makaleler yazarak
Dünyanın bir çok yerinde konferanslar verir.
1910 yılında çalışmalarına İstanbul’da devam eden Gomidas’a Pera’da bir ev tahsis edilir.
Bir yıl gibi kısa bir sürede 300 kişilik Kusan Korosu’nu kuran Gomidas, önemli konserler verir ve
İstanbul’da içlerinde Halide Edip Adıvar, Mehmet Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi önemli sanatçıların ve bürokratların bulunduğu ciddi bir hayran kitlesi olur.
Jön Türkler kuşağının önde gelen edebiyatçılarıyla yakın ilişkileri olması dolayısıyla düzenlenen ev toplantılarına sık sık davet edilir.
Şehzade Mecid Efendi’nin de Gomidas’ın hayranlarından olduğu, konserlerine katıldığı ve Gomidas’ı saraya davet ettiği bilinmektedir.
Gomidas’ın 1915 yılının Mart ayının sonlarında Türk Ocağı’nda verdiği konserden hemen önce Hamdullah Suphi’nin yaptığı konuşmada Gomidas’tan övgüyle bahsedilir
Gomidas, Jön Türkler ve saray çevresinin ilgisinde olmasına rağmen 24 Nisan 1915 Cumartesi günü hayatının akışı değişir
24 Nisan günü Ermeni cemaatinin önde gelen siyasi liderleri ve aydınları tutuklanır. Tutuklanan 235 Ermeni aydın İstanbul merkez hapishanesine götürülür ve ilerleyen günlerde tutuklananların sayısı 700’e ulaşır.
Tutuklanan Ermeniler Çankırı ve Ayaş’a gönderilir.
Gomidas Vartabet de tutuklanıp Çankırı’ya götürülen kişiler arasındaydı. Çankırı’ya vardıklarında gelen bir telgrafta, Gomidas’ın da içinde olduğu 8 kişiye dönüş izni verildiğini yazıyordu.
Dönüş izninin nasıl çıktığı konusunda kesin bir bilgi olmasa da yakın ilişkileri olduğu bilenen Halide Edip ya da Mehmet Emin gibi isimlerin aracılık yaptığı iddia ediliyor. Yine kendisini defalarca saraya davet etmiş olan şehzade Abdülmecid Efendi’nin bu kararda
rol oynamış olması ihtimalinin yanı sıra dönemin ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu büyükelçisi Henry Morgenthau’nun girişimiyle geri gönderildiği de iddialar arasında.
Yolculuğun başında güçlü durup herkese moral verdiği söylenen Gomidas’ın, yolculuk esnasında bir süre sonra korku
ve tedirginlik duyarak tuhaflaştığı söylenmektedir. İstanbul’a döndükten sonra da bu davranış değişiklikleri devam eder ve çevresindekiler onun için endişelenmeye başlar.
1916’da sağlığı kötüye gitmeye başlar.
Ekim sonunda Gomidas, Lape (La Paix) Hastanesi’nde tedavi görmeye başlar. 1919’da ise daha iyi bir tedavi göreceği umuduyla Paris’e götürülür.
Gomidas’ın artık hastaneye gelen dostlarını ve ziyaretçilerini kabul etmediği,
hayatının son 18 yılında insanlarla konuşmayı tamamen kestiği söylenir.
22 Ekim 1935 yılındaki ölümüne kadar tüm yaşamını Paris’in banliyölerinden Villejuif’te bir psikiyatri hastanesinde geçirdi.
Gazeteci Aram Andonyan, “Gomidas Vartabed ile Çankırı Yollarında” adıyla çıkardığı kitabında Gomidas’ın sürgünden dönmesinin ardından geçirdiği değişim şu şekilde anlatılıyor:
"Dıştan sakin görünmesine rağmen jandarmalardan hala korktuğu belliydi. Ağaçları jandarma sanıyordu. "
Andonyan da, Çankırı’daki sürgünden kurtulmayı başaran birkaç mahkumdan biridir.
20. yüzyılın en önemli Fransız bestecilerinden birisi olan
Claude Debussy, “Sizin müziğinizin önünde diz çöküyorum” der Gomidas için.
“İnsan ve sanatçı olarak çok nadir karşılaşabileceğiniz bir değerdi. Gomidas benim evime de gelir, saatlerce çalar, söylerdi. Bu ziyaretler Ermenilerle Türklerin birbirlerini boğazladıkları zaman dahi devam etti.
İkimizin de içinde, bu vaziyet, birbirimize ifade edemediğimiz bir acı uyandırmıştı” (Aktaran İpek Çalışlar, Halide Edip, Biyografisine Sığmayan Kadın, Everest, 2010, s.130).
Gomidas’ın yaptığı 4000’den fazla derlemeden yalnızca 1200’ü günümüze kadar ulaşabilmiştir.
3 Haziran 1906’da ABD’de, Missouri’de dünyaya gelir.
Daha çok küçüktü ırkçılık ile tanıştığında. Yıllarca da kendisine maymun diyen insanlarla uğraşacaktı.
Anne ve babası küçük barlarda gösteriler yaparak geçimlerini kazanıyorlardı ama babasın onları terk etmesiyle
zor olan yaşam koşulları daha da ağırlaştı.
Josephine Baker, tam adıyla Freda Josephine McDonald Carson Baker.
12 yaşından itibaren beyazların evlerinde yatılı bakıcı ve kulüplerde garson olarak çalışmaya başlar.
1917’de, 17 yaşındayken kışkırtılmış beyazlar, yaşadığı siyahların mahallesini basar. Yaklaşık 100 kadar kişi ölür. Böylece şiddet, hayat mücadelesi ve ırkçılıkla erkenden tanışır.
13 ve 15 yaşında daha çocukken iki kısa süreli evlilik yapar.
Geçmişe gidelim. Her şeyin başladığı yere.
Milattan önce 4. Yüzyıla kadar… Platon’a…
Bu fikri ilk ortaya atan kendisidir.
Kendisi sağlıklı ve güçlü bireylerin üremesinin devlet eliyle artırılmasını savunuyordu
Öjenik (veya öjeni), 20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar toplayan bir kuramdı.
Öjenik engelli, hasta, homoseksüel insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu.
Bu olayın teorileşmesi ve literatüre girmesi 1900’lü yıllarda olacaktı.
Teorileştiren de Charles Darwin’in kuzeni Francis Galton’du.
1904 yılında öjeniyi "insanın doğum kalitesini arttırma ve en yüksek avantajı sağlama bilimi" olarak tanımladı.
Hun istilalarından kaçanlar tarafından beşinci yüzyılda kurulduğu düşünülüyor.
Bir dönem dünyanın en güçlü ekonomilerinden birisine sahipti.
12-13. yüzyıllarda Avrupa’nın en zengin şehriydi.
Venedik lagünlerinin yerleşimcileri hakkında yapılan ilk kapsamlı betimleme Romalı Cassiodoro tarafından MS 6. yüzyılda yapılmış;
"Kayıklarınızla, geniş kanallarda sanki çayırlardan farkı olmayan kumluklar üzerinde süzülüyor gibisiniz ve
ev kapılarının önüne normalde hayvanlar bağlanırken, sizler saz ve saman kulübelerinizin önüne kayıklarınızı bağlıyorsunuz."
Önce, çevredeki ormanlardan kestikleri kütükleri yüzdürerek getirmişler, sonra çamur adacıklarının arasındaki kanalları derinleştirip
“Tıp benim resmi nikahlı karım, edebiyat ise metresim” diye tanımlarmış kariyerini.
1860 yılında Rusya’nın bir taşra kenti olan Taganrog’da doğdu.
Babası bakkaldı. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları taşra Rusya’sında geçti.
Çocukluğu ve ilk gençliği babasının baskısı altında geçen
Anton Pavloviç Çehov “Çocukluğumuz, ben ve kardeşlerim için gerçek bir acıdır” der.
Yıllar sonra bir yazar olduğunda “Yeteneklerimiz babamızdan, ruhumuz da anamızdan geçti bize” diyecektir.
Lise arkadaşları arasında komik öyküler anlatmadaki yeteneğiyle bilinir. En sevdiği hocası ona incelikli nükte yeteneğini görerek “Çehonte” lakabını takar.
2 trilyon galaksi yaşadığımız galaksinin etrafını çevreliyor. Bilim insanları sadece Samanyolu’ndaki yıldızların yaşama elverişli bölgelerinde yaklaşık 40 milyar dünya benzeri gezegen olduğunu tahmin ediyor.
Bu sayılara baktığımızda yalnız olduğumuza düşünmek zor.
Bilim insanları, bir medeniyetin büyümesine ve daha gelişmiş hale gelmesine bağlı olarak nüfus artışı ve çeşitli makinelerin enerji gereksinimleri nedeniyle enerji taleplerinin hızla artacağını iddia ediyorlar.
1964’te, kozmik sinyallerle dünya dışı akıllı yaşam arayan Rus astrofizikçisi Nicolai Kardashev, bir kültüre ait uygarlık statüsünün genel olarak iki temel şey üzerinde durduğu fikrini ortaya attı: Enerji ve teknoloji.
Nerede ve ne zaman ortaya çıkmış olduğu tam olarak bilinmiyor. 7. ve 10. yüzyıllar içinde Çin’de ortaya çıkmış olduğu ve 13. yüzyılda Marco Polo tarafınca Avrupa’ya getirilmiş olduğu tahmin ediliyor.
Hindistan’dan ya da Arabistan’dan geldiğini ileri sürenler de var fakat bugünkü şekilleriyle kullanılmalarının 14. yüzyıl Fransa’sına dayandığı düşünülüyor.
Haklarında kesin olan bilgiler yanı sıra, kanıtı olmadığı için gizemini devam ettiren bir çok ilginç teori vardır.
Özellikle kullanılan figürler ve grafikler bazı tarihi kişi, olay ve fikirler ile ilişkilendirilir.
İskambil kağıdının ilk olarak Çin’de ortaya çıktığı düşünülüyor. Kağıt gibi dayanıksız bir malzemeden üretildiği için, o günlerden günümüze ulaşan örnekler yok.