1853'te Kaliforniya altına hücum tüm hızıyla devam ediyordu
Altın aramak için bölgeye gelen insanlar, buradaki ekonominin kısa sürede büyümesini sağlar.
Nüfus çok kısa süre içinde 1000'den 25 bine çıkar.
Bu fırsatı değerlendirmek isteyen tüccarlar da bölgeye akın eder.
Letonyalı bir göçmen olan Jacob Davis, Nevada’da terzilik yapıyordu. Jacob, yerel madencilere ve işçilere kıyafet satıyordu. Bu kişilerin işte giyebilmek için zor yıpranan, sağlam kumaşlara ihtiyacı vardı.
Kumaş tedarikçisi olan Levi Strauss’un kapısını çalıp ondan yardım istedi.
Almanya’nın Bavyera bölgesinde doğan Strauss 1853’te New York’tan San Francisco’ya taşınıp bir toptancı dükkanı açıyor.
Erkeklerin iş pantolonunu ekleme noktalarını perçinle tutturarak daha sağlam kılan bu tasarımın patenti 1873’te Jacob Davis ve Levi Strauss A.Ş’ye veriliyor. Böylece iş kıyafeti alanında yeni bir giysi ve ilk kot pantolon ortaya çıkıyor.
Kot pantolonun kumaşı denim ise Fransa’nın Nimes kentinden adını alıyor. Bölgenin orijinal adı Serge de Nimes Amerikalıların ağzında denim haline gelmiş. Bu bölgeye özgü çivit mavisi özel dokuma pamuklu kumaşlar 19. yüzyılda Cenovalı gemicilere pantolon yapımında kullanılıyor.
Kot pantolonun İngilizce karşılığı olan ‘jeans’ kelimesinin de Cenova’nın Fransızca adı ‘Genes’ten kaynaklandığı sanılıyor.
Altın madenlerinin yakınlarında satışa sunulan bu pantolonlar oldukça ilgi görmüştü.
Kısa sürede dayanıklılığı sayesinde altın arayıcılarının gözdesi olur.
Ortaklar büyük bir fabrika açarak kot pantolonu üretimi yapar.
Bu giysileri boyamak için çivit kullanılıyordu çünkü lekeleri gizleyecek kadar koyuydu, kumaşın içine işlemiyordu ve hepsinden önemlisi, ucuzdu
1908’de patent sona erince tüm dünyayı taklit kotlar doldurdu ve takip eden yıllarda kot her sınıftan erkeğin ve kadının tercihi oldu.
II.Dünya Savaşı sırasında fabrikalardan ve emekçi kesimin simgesi olmaktan çıkan blucin sokağa taşındı ve popüler kültürün simgesi haline geldi.
Marlon Brando, James Dean, Elvis Presley gibi yıldızların tercih etmesiyle herkesin gözdesi haline geldi.
1950’lerde James Dean’in “Rebel Without a Cause” filminde kot giymesiyle birlikte o artık basit bir kıyafet olmaktan çıktı ve
ebeveynlerine ya da sisteme başkaldıran gençliğin sembollerinden birine dönüştü. 60’lar ve 70’ler boyunca greaser ve hippiler gibi çeşitli alt kültürlerin de neredeyse resmi giysisi oldu.
Kotun Türkiye’deki macerasıysa 1940 yılında Fransa’ya yaptığı bir yolculukta
“jean”le karşılaşan Muhteşem Kot sayesinde başladı.
Fransa’dayken işçi ve köylüye giydirecek ucuz ve dayanıklı malzeme arayışına giren Muhteşem Kot’un dikkatini blucin çeker
Sağlamlığına ve dikim tarzına hayran kalan Muhteşem Kot, Türkiye’ye döndüğünde bu kumaşı burada üretmeye başlar.
1960’lara gelindiğinde atölyesinde günde 200 adet kot üretimi seviyesine ulaşır.
1960’larda blucin pantolonlar işçi ve köylü kesim arasında oldukça popüler olur ve KOT adında markalaşır.
Yıllardır kot olarak bilinen blucinin dilimize girmesi Muhteşem Kot’un soyadından gelir.
Ancak 80’li yıllar yani Özal dönemine gelindiğinde serbest piyasa ekonomisiyle kapılar açılır ve yabancı markaların yerli piyasaya girmesiyle o günlere kadar birinci sırada olan Kot marka blucin artık 2. sınıf olmuştur.
Böylece satışları düşen firma 1992 yılında üretimi durdurur ve fabrikayı kiraya verir.
Bir iddiaya göre bilinenin aksine blucin kumaşının anavatanı ABD değil Türkiye. 15 ve 17.yüzyıllar arasında Denizli ve Akhisar bölgesinde yetiştirilen pamuklar sonrasında Hindistan’dan gelen
mavi boya ile boyanmaya başlanır. Daha sonra İzmir’e getirilen bu mavi malzeme yani denim ilk olarak Fransa-Marsilya’ya ihraç edilir.
Buradan İspanyollar kumaşı Amerika’daki kolonilere götürür ve Afrikalı kölelere giydirir.
10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi.
Geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okudu , 1979’da kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi.
Metin Göktepe ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak 1986’da mezun oldu. Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi.
Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu.
13 temmuz 1882 tarihinde eski adı Demirciköy olan ve o yıllarda İzmir'e bağlı bulunan Çal kasabasında dünyaya gelmiştir.
İlk ve orta öğrenimini çal rüştiyede tamamladıktan sonra İzmir de idadi öğrenimi görür.
“efendim, çal da doğdum. İlkokulu orada okudum.
Bir rum kunduracısı vardı mahallemizde, pabuçlarımı ona pençelettirirdim. Dükkanın duvarlarında ‘köroğlu-ayvaz’ resimleri olmasa delik ayakkabılarla sürterdim ya!…
İşte o resimler beni çekerdi.”
İbrahim Çallı'nın resim merakı daha çocuk yaşta başlar.
Çallı okuldan çıkıp eve gittiğinde hep resimleri düşünür ve evinin duvarlarına kara kalemle resimler yapmaya başlar.
Yaptığı bu resimler dolayısıyla ailesinden her zaman azar işitir.
İspanyollar tarafından İnka İmparatorluğu'nun yıkılışıyla birlikte, yani yaklaşık 16. yüzyılın ortalarından itibaren, Latin Amerika'da bir efsane dolaşıyordu.
Hemen herkes, Güney Peru'nun And Dağları'yla Pasifik Okyanusu arasında sıkışıp kalmış
çöl yaylalarındaki devasa geometrik şekillerden söz ediyordu.
Ama bütün söylenenler rivayetten öteye geçmemişti. Çünkü, bu şekilleri gören bir tek kişi bile yoktu.
On altıncı yüzyılın ortalarında, İspanyol tarihçi Cieza de L’eon, 1553 yılında yazdığı kitabında
Nazca Çölü’ndeki garip işaretlerden söz eder
1926 yılının eylül ayında, Profosör Julio C. Tello önderliğindeki bir arkeolog ekibi,
Peru’nun güneyindeki bir çölün uzantısında yer alan Nazca Düzlüğündeki Cantallo’da kazı yaparken,
1920’li yılların başında bir dükkanın camına bir kağıt asılır.
“45 günde %50, 90 günde %100 kar yapın” yazılıdır kağıtta.
Meraklı yatırımcılar hemen toplanır.
İktisadi olarak iyi konumda olan bir ülkede faiz oranları oldukça düşüktür.
Bu bir nedenle fona ihtiyacı olan kişiler için ucuz borçlanma demek olduğu kadar birikimlerini değerlendirmek için faiz geliri talep edenler için de düşük kazanç demektir.
Charles Ponzi yatırımcılara posta pullarını kullanarak arbitraj karı elde edilebileceğine inandırıyor ve
yaptıkları yatırımlarının yalnızca 45 günde %50, 90. Gününde ise %100 kar yapabileceklerini vaat ediyordu.
Düşük bütçeli yatırımcılar sisteme dahil olduktan sonra paralarını vaat edilen gününde faiziyle birlikte geri alınca, Ponzi’nin yöntemi bir anda nam salmaya başladı.
Cumhuriyetin ilanından sonra hükümet yetkilileri Türkiye’deki siyasi, hukuki ve kültürel değişimi Batıya tanıtmak amacıyla bir projeyi gündemine aldı, yıl 1926’dır.
Tanıtım projesini ortaya atan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisiydi.
Proje 1 yıl boyunca maddi yetersizlikler engeline takılır.
Bu projenin gerekliliğine yürekten inanan Ticaret Bakanı Ali Cenani Bey Türkiye’yi Dünyaya tanıtacak gezici bir sergi gemisini meclise önerir.
Meclis bu organizasyon için bütçeden 100.000 lira ayrılmasına karar verir.
İstanbul Ticaret Odası da sergiye 500.000 lira katkıda bulunacaktır.