M.S. 400’ler, bir adam kızına şöyle sesleniyor:
“Bütün dogmatik dinler yanlışlarla doludur ve kendine saygısı olan bir kimse tarafından son gerçek olarak kabul edilmemelidir. Düşünme hakkını hep kullanmalısın, çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten yeğdir.”
Bu adam İskenderiye Kütüphanesi’nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler veren Hypatia’nın babası, Matematikçi Theon dur.
Hypatia, M.S. 370 civarında doğdu. Tam tarih bilinmiyor ama kız çocuklarına nadiren eğitim verildiği ve kadınların kendileri için belirlenen
rollerin dışına çıkmasının yasaklandığı bir zamanda Theon, kızının birinci sınıf bir eğitimden faydalanmasını sağladı.
Hypatia’ya matematik, astronomi ve felsefenin inceliklerini öğretti ve kızı da yetenekli bir öğrenci olduğunu kısa sürede kanıtladı.
Erken dönem Hristiyan tarihçi Sokrates Skolastikus, onun babasının sıra dışı doğasını miras aldığını ve babasından aldığı matematik eğitimiyle yetinmeyip, fark edilir bir biçimde başka öğrenme yollarına da yöneldiğini anlatıyor.
Döneminde “Mısırlı bilge kadın” ya da “Mısırlı kadın filozof” unvanı ile bilinir. Güzelliği, erdemi, bilgisinin genişliği, kültürü, kibarlığı, söylevlerindeki üstünlüğü, Hypatia’yı hemen ön plana çıkarır. Onu dinlemeye gelenlerin sayısı gün geçtikçe artar,
günün modasına göre döşettiği evi bir kültür merkezi haline gelir.
Hypatia eğitimini Atina’da aldı. Daha sonra İskenderiye’deki okulun başına geçti. Okulun büyük bir ekolü olan Platon’un düşünce sistemini o dönemdeki tüm öğrencilere benimsetti.
Hypatia Platon ve Aristo’nun düşünce ve bilgi yapısını halka benimsetmek adına tüm halkın katılabileceği bir açık ders platformu hazırladı.
Doğayı matematik ve fizikle, deneylerle anlamaya çalıştı. Dönemine göre çok aydın bir kadındı.
Matematik ve astronomi üzerine kitaplar yazdı. Kitaplarından biri ise “Astronomik Kanun” kitabıdır.
“Masallar masal diye, efsaneler efsane diye anlatılmalıdır. Boş inançları gerçek diye öğretmekten daha korkunç bir şey olamaz.
Çocuk aklı bunları kabul eder ve çocuk yanlış şeylere inanır. Bu yanlış inançlardan arınmak çok zor olur, uzun yıllar alır. ” Bunları yazdığı zamana göre oldukça iddialı ve riskli ifadeler.
Öğrencileri arasında, ileride İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve piskopos olacak Synesios vardı.
Dogma bilgilerle yetinmek yerine, doğayı deneylerle ve sorgulayarak çözmeye çalıştı.
Hypatia, Roma’nın yavaş yavaş çökmeye başladığı, karmaşık bir dönemde yaşadı.
Genel eğitim seviyesi çok düşüktü, bilgiye ulaşmak zahmetliydi, mesafeleri aşmak çok zordu. Kısacası tam bir ortaçağın yaşandığı dönemde, Hypatia bilime yaptığı katkılarla o döneme ışık oldu.
Eğer Hypatia ve Theon olmasaydı Batlamyus (Ptolomy), Öklid ve diğer Yunanlı matematikçilerin eserleri günümüze ulaşmayacaktı.
Sokrates Skolastikus, Kilise Tarihi isimli çalışmasında onu şöyle anlatıyor:
”İskenderiye’de Hypatia isimli bir kadın vardı.
Filozof Theon’un kızıydı ve kendi zamanındaki tüm filozofları edebiyat ve bilimdeki başarılarıyla geçmişti. Platon ve Plotinus’un okullarını takip ederek birçoğu öğretilerini dinlemek için uzak yerlerden gelen takipçilerine felsefenin ilkelerini öğretti.
Zihnini geliştirmesi sonucu edindiği soğukkanlılık ve rahat tavırlarından dolayı sıklıkla yargıçların varlığında halkın içinde görünmekten çekinmiyor, ayrıca erkeklerden oluşan bir meclise katıldığında kendini mahcup hissetmiyordu.
Erkekler sıra dışı asaleti ve etkileyiciliği nedeniyle ona daha da hayran oluyorlardı.”
Hypatia o dönemde ilk Hristiyanlarca büyük ölçüde putperestlikle özleştirilen öğrenim ve bilimi simgeliyordu. Bu nedenle İskenderiye'de Hristiyanlar ve Hristiyan olmayanlar arasındaki
gerginlik ve çatışmaların öne çıkan ismi olarak görülüyordu. Olay, İskenderiye kentindeki Hristiyanlarla, Hristiyan olmayanlar arasındaki dinsel bir tartışmadan kaynaklanır. İşin içine Hypatia’nın aleyhine kötüleyici propaganda eklenince toplumsal gerginlik giderek artar,
Hypatia’nın okulu Hristiyanların odak noktası haline gelir.
Piskopos Cyril, Hypatia’nın sonunu hazırlarken bir yandan da cemaati Hypatia’nın değersiz olduğuna inandırması gerekiyordu. İncil’den yaptığı alıntılardan ilham alıyordu
“Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratılmıştır”.
M.S. 415 yılında Hristiyan halk Hypatia’ya saldırdı.
Okulundan çıkıp, faytonuna binerek evine dönmekte olan Hypatia, hırpalanarak arabadan indirilir, okaklarda sürüklenir, elbiseleri parçaladıktan sonra, çırılçıplak yaralar içinde Imperial adı verilen kiliseye getirilir.
Orada taş, sopa ne varsa hepsini Hypatia’nın üzerine atarlar. Saldırganlardan cesedi bile kurtarılamaz, tüm uzuvlarını parçalarlar. Büyük bir işkence ve eziyetle derisini midye kabuklarıyla çıkarıp, parçalanmış olan ölüsünü sokaklarda sürüklerler,
sonra her parçasını ayrı ayrı toplayarak yakarlar.
Hypatia’nın ölümünden sonra yeni Platoncu okul da onunla birlikte yok olur. Hypatia’nın ölümünü klasik dönemin sonu olarak gören pek çok tarihçi vardır.
Voltaire bir yazısında bu olaydan “Papaz tıraşlı köpeklerin işlediği hayvanca bir cinayet” diye söz eder.
Hypatia öldürülmeseydi ve İskenderiye okulu kapanmasaydı insanlık bugünkü uygarlık düzeyine yüzlerce yıl önce kavuşur muydu?
“Bizi birleştirenler, ayıran şeylerden daha fazla, hepimiz kardeşiz…”
Hypatia
Yıl 1958.
Ara Güler, Adnan Menderes'i fotoğraflamak için Aydın'ın Geyre ilçesine gider.
Menderes, bir barajın açılışını gerçekleştirecektir.
Belediyeden bir araba ayarlanır.
Ünlü fotoğrafçı anlatıyor ;
Şoför dedi “Ben bir kestirme yol biliyorum, oradan
gidelim.” Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik.
Yolu kaybedince de nereye gitsek karşıma hep o büyük kayalar çıkıyordu. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu.
Gidiyoruz, gidiyoruz yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk! Baktım bir ışık var. Bir kahve…"
Yollarını bulamadıkları için Güler ve şoförü geceyi köyde geçirmeye karar verirler.
1853'te Kaliforniya altına hücum tüm hızıyla devam ediyordu
Altın aramak için bölgeye gelen insanlar, buradaki ekonominin kısa sürede büyümesini sağlar.
Nüfus çok kısa süre içinde 1000'den 25 bine çıkar.
Bu fırsatı değerlendirmek isteyen tüccarlar da bölgeye akın eder.
Letonyalı bir göçmen olan Jacob Davis, Nevada’da terzilik yapıyordu. Jacob, yerel madencilere ve işçilere kıyafet satıyordu. Bu kişilerin işte giyebilmek için zor yıpranan, sağlam kumaşlara ihtiyacı vardı.
Kumaş tedarikçisi olan Levi Strauss’un kapısını çalıp ondan yardım istedi.
Almanya’nın Bavyera bölgesinde doğan Strauss 1853’te New York’tan San Francisco’ya taşınıp bir toptancı dükkanı açıyor.
10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi.
Geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okudu , 1979’da kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi.
Metin Göktepe ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak 1986’da mezun oldu. Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi.
Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu.
13 temmuz 1882 tarihinde eski adı Demirciköy olan ve o yıllarda İzmir'e bağlı bulunan Çal kasabasında dünyaya gelmiştir.
İlk ve orta öğrenimini çal rüştiyede tamamladıktan sonra İzmir de idadi öğrenimi görür.
“efendim, çal da doğdum. İlkokulu orada okudum.
Bir rum kunduracısı vardı mahallemizde, pabuçlarımı ona pençelettirirdim. Dükkanın duvarlarında ‘köroğlu-ayvaz’ resimleri olmasa delik ayakkabılarla sürterdim ya!…
İşte o resimler beni çekerdi.”
İbrahim Çallı'nın resim merakı daha çocuk yaşta başlar.
Çallı okuldan çıkıp eve gittiğinde hep resimleri düşünür ve evinin duvarlarına kara kalemle resimler yapmaya başlar.
Yaptığı bu resimler dolayısıyla ailesinden her zaman azar işitir.
İspanyollar tarafından İnka İmparatorluğu'nun yıkılışıyla birlikte, yani yaklaşık 16. yüzyılın ortalarından itibaren, Latin Amerika'da bir efsane dolaşıyordu.
Hemen herkes, Güney Peru'nun And Dağları'yla Pasifik Okyanusu arasında sıkışıp kalmış
çöl yaylalarındaki devasa geometrik şekillerden söz ediyordu.
Ama bütün söylenenler rivayetten öteye geçmemişti. Çünkü, bu şekilleri gören bir tek kişi bile yoktu.
On altıncı yüzyılın ortalarında, İspanyol tarihçi Cieza de L’eon, 1553 yılında yazdığı kitabında
Nazca Çölü’ndeki garip işaretlerden söz eder
1926 yılının eylül ayında, Profosör Julio C. Tello önderliğindeki bir arkeolog ekibi,
Peru’nun güneyindeki bir çölün uzantısında yer alan Nazca Düzlüğündeki Cantallo’da kazı yaparken,