Yıl 1958.
Ara Güler, Adnan Menderes'i fotoğraflamak için Aydın'ın Geyre ilçesine gider.
Menderes, bir barajın açılışını gerçekleştirecektir.
Belediyeden bir araba ayarlanır.
Ünlü fotoğrafçı anlatıyor ;
Şoför dedi “Ben bir kestirme yol biliyorum, oradan
gidelim.” Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik.
Yolu kaybedince de nereye gitsek karşıma hep o büyük kayalar çıkıyordu. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu.
Gidiyoruz, gidiyoruz yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk! Baktım bir ışık var. Bir kahve…"
Yollarını bulamadıkları için Güler ve şoförü geceyi köyde geçirmeye karar verirler.
"Köye geldiğimizde bir kahveye girdik, orada bir taş var. O zaman buraya elektrik değil ruh bile gelmemiş.
Gaz lambasıyla duruyorlar. Biraz sonra gözüm ışığa alıştı, bir de baktım ki kahvede masa yok.
Sütun başlıklarını masa yapmışlar ve üstünde domino oynuyorlar.
Masa diye kullandıkları Roma sütunları, hani var ya roma sütun başları onlar. Onu masa yapmışlar kahvede oyun oynuyorlar. Delireceğim!"
"Sabahın ilk ışıklarında çıktım. Fotoğraf makinemi aldım. Başladım buraları dolaşmaya. Bir baktım ki bir lahit. Lahitlerin üstüne üzümleri doldurmuş lahitin içinde üzümlerin üstüne çıkmış herifler şıra yapıyor. Lahitin altını delip, plastik kova koymuşlar şıra yapıyorlar.
Lahitlerin üstünde çamaşır yıkıyorlar. Ters heykeller duruyor, taş diye kullanmışlar. Allah allah ne garip yerdir. Ne buldumsa fotoğrafını çektim.
Köylüler bir hipodrom olduğunu söyledi beni oraya da götürdüler. Bir baktım içinde adamlar ot biçiyor, orakla ot biçiyorlar."
"Tarih ve bugün içi içe yaşamaktadır. Böyle acayip bir yer hayatımda görmedim.
Harabe dediğin harabedir. Ama bu öyle değil, bu bambaşka. Bu, tarih içinde yaşayan bir şehir…
Baktım taşların içinden suratlar bana bakıyor. "
İstanbul'a döndükten sonraysa bu alan hakkında araştırma yapar fakat hiçbir şey bulamaz. Üstelik başvurduğu yerlerden de dönüş alamaz.
Son çareyi fotoğrafları Times'e göndermekte bulur.
Dergi, fotoğrafların renkli hallerini de ister ve Güler, hiç vakit kaybetmeden renkli fotoğrafları çekip Amerika'ya gönderir.
Dünya basınına dağıtılan fotoğraflar, kısa sürede büyük yankı uyandırır.
Amerika'dan gelen arkeologlar, araştırmaları sonucunda kentin Antik dönemde kalma ve ismini Afrodit'ten alan bir şehir olduğunu keşfederler. Prof. Dr. Kenan T. Erim Aphrodisias’a gelip hayran olduktan sonra, 1961’de Aphrodisias’ı kazmaya başlar.
Kent adını, aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite'den almıştır.
Yerleşim geç neolitik çağa kadar uzanmaktadır.
Kazılarda ortaya çıkarılan tiyatronun sahne yapısının duvarlarındaki yazılarda, Sezar'ın Afrodit'e hediye ettiği altın bir eros heykelinden söz edilmektedir.
M.Ö 1. yüzyılda Roma İmparatoru olunca Augustus unvanını alan Octavian, "Tüm Asya'dan kendime bu kenti seçtim" demiş ve burayı koruma altına almış. Roma Senatosu tarafından bu şehir M.Ö 39 yılına kadar vergiden muaf olmuş.
M.Ö 1 ve 5 yüzyıllar arasında Roma'nın en önemli heykeltıraşları Afrodisias'tan yetişmiş. Babadağ eteklerinde yer alan mermer ocakları bu sanatın gelişmesinde en önemli etkenlerden.
Geç Helenistik Dönem'den Roma ve Bizans dönemine kadar çeşitli birçok eser bulunuyor.
Afrodisias Antik Kenti ve yakınındaki mermer ocakları, 2017 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yerini aldı.
M.S. 400’ler, bir adam kızına şöyle sesleniyor:
“Bütün dogmatik dinler yanlışlarla doludur ve kendine saygısı olan bir kimse tarafından son gerçek olarak kabul edilmemelidir. Düşünme hakkını hep kullanmalısın, çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten yeğdir.”
Bu adam İskenderiye Kütüphanesi’nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler veren Hypatia’nın babası, Matematikçi Theon dur.
Hypatia, M.S. 370 civarında doğdu. Tam tarih bilinmiyor ama kız çocuklarına nadiren eğitim verildiği ve kadınların kendileri için belirlenen
rollerin dışına çıkmasının yasaklandığı bir zamanda Theon, kızının birinci sınıf bir eğitimden faydalanmasını sağladı.
Hypatia’ya matematik, astronomi ve felsefenin inceliklerini öğretti ve kızı da yetenekli bir öğrenci olduğunu kısa sürede kanıtladı.
1853'te Kaliforniya altına hücum tüm hızıyla devam ediyordu
Altın aramak için bölgeye gelen insanlar, buradaki ekonominin kısa sürede büyümesini sağlar.
Nüfus çok kısa süre içinde 1000'den 25 bine çıkar.
Bu fırsatı değerlendirmek isteyen tüccarlar da bölgeye akın eder.
Letonyalı bir göçmen olan Jacob Davis, Nevada’da terzilik yapıyordu. Jacob, yerel madencilere ve işçilere kıyafet satıyordu. Bu kişilerin işte giyebilmek için zor yıpranan, sağlam kumaşlara ihtiyacı vardı.
Kumaş tedarikçisi olan Levi Strauss’un kapısını çalıp ondan yardım istedi.
Almanya’nın Bavyera bölgesinde doğan Strauss 1853’te New York’tan San Francisco’ya taşınıp bir toptancı dükkanı açıyor.
10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi.
Geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okudu , 1979’da kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi.
Metin Göktepe ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak 1986’da mezun oldu. Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi.
Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu.
13 temmuz 1882 tarihinde eski adı Demirciköy olan ve o yıllarda İzmir'e bağlı bulunan Çal kasabasında dünyaya gelmiştir.
İlk ve orta öğrenimini çal rüştiyede tamamladıktan sonra İzmir de idadi öğrenimi görür.
“efendim, çal da doğdum. İlkokulu orada okudum.
Bir rum kunduracısı vardı mahallemizde, pabuçlarımı ona pençelettirirdim. Dükkanın duvarlarında ‘köroğlu-ayvaz’ resimleri olmasa delik ayakkabılarla sürterdim ya!…
İşte o resimler beni çekerdi.”
İbrahim Çallı'nın resim merakı daha çocuk yaşta başlar.
Çallı okuldan çıkıp eve gittiğinde hep resimleri düşünür ve evinin duvarlarına kara kalemle resimler yapmaya başlar.
Yaptığı bu resimler dolayısıyla ailesinden her zaman azar işitir.
İspanyollar tarafından İnka İmparatorluğu'nun yıkılışıyla birlikte, yani yaklaşık 16. yüzyılın ortalarından itibaren, Latin Amerika'da bir efsane dolaşıyordu.
Hemen herkes, Güney Peru'nun And Dağları'yla Pasifik Okyanusu arasında sıkışıp kalmış
çöl yaylalarındaki devasa geometrik şekillerden söz ediyordu.
Ama bütün söylenenler rivayetten öteye geçmemişti. Çünkü, bu şekilleri gören bir tek kişi bile yoktu.
On altıncı yüzyılın ortalarında, İspanyol tarihçi Cieza de L’eon, 1553 yılında yazdığı kitabında
Nazca Çölü’ndeki garip işaretlerden söz eder
1926 yılının eylül ayında, Profosör Julio C. Tello önderliğindeki bir arkeolog ekibi,
Peru’nun güneyindeki bir çölün uzantısında yer alan Nazca Düzlüğündeki Cantallo’da kazı yaparken,