#Bursa Hüdavendigar Camii, daha doğrusu Külliyesi, gerçekten çok özgün, ilginç bir yapıya sahiptir. Bir kere camisinin cami olduğu kuşkuludur, minaresi sonradan eklenen, Orhan Camisi gibi, Yeşil Cami gibi aslında cami değil, imaret olarak yapılan Bursa'nın tipik ters T tipli+
camilerindendir. Bu camiler yapıldığı zaman, yapıldıkları yerler henüz Bursa'da yerleşime açılmamış alanlara inşa edilir, ayende ve revende yani gelip geçen gezgin dervişler, yolcular, konaklasın diye yapılmış imaret yapılardır.
Yıldırım Camisi de mesela bunlardan biridir. Murad Hüdavendigar bu caminin konumu için şehrin batısını, Bursa'nın kaplıca sularının membalarını taşıyan Çekirge'nin sırtlarında, antik bir Roma hamamı yanını tercih ederken Yıldırım Bayezid, şehrin doğu ucunu, antik Hac yolunun
Bursa'ya bağlandığı yolun sırtlarını tercih eder. 15. yy'dan 19. yy.'a deve kervanlarıyla Bursa'ya gelseydiniz, Gökdere üzerindeki köprülerden geçip çarşı içine inmeden az önce şehre dair ilk gördüğünüz yapı Yıldırım Külliyesi olacaktı.
Osmanlı Bursası işte bu iki uç arasında, ortası Keşiş Dağı'nın kuzey sırtlarına yaslanan Hisar olan bir hilal şeklinde büyüyerek, aşağıdaki Bursa ovası'na bakar. Ayende ve revende konaklasın diye yapılmış bu yapılar, şehrin Osmanlı döneminde sur duvarları ötesindeki
genişlemenin doğu ve batı sınırını oluşturur. Hüdavendigar külliyesi'nin en önemli özelliklerinden bir de, medresesinin imaret-caminin ikinci katına yerleştirildiği yegane Osmanlı külliyesi olmasıdır. Bu özelliği ile caminin Bizans mimarisinden de dönemin Venedik mimarisinden de
esinlendiği söyleniyor. Yapıda bolca kullanılan devşirme malzeme, kirpi saçaklar, güneş kursları,renkli taşlarla yapılan duvar süslemeleri, ikiz ve sağır kemerler, yüksek, pencereli kasnaklar üzerine oturtulmuş kubbe ve kubbeyi ayakta tutan tonozlar+
camide son dönem Bizans mimarisi etkisini gerçekten net bir şekilde ortaya koyuyor zaten. Hatta @cagaptay44 bir makalesinde bu caminin inşasına çalışmış Rum ustalarla ilgili kayıtlara referans vermişti. Esasen Bursa'nın erken dönem Osmanlı eserleri bu ustaların
teknik ve yeteneklerinden büyük izler taşır. Erken dönem Osmanlı'nın hiç bir kompleksi, çekincesi yoktur Bizans mimari ve süsleme tekniklerini ustalarıyla birlikte benimsemekte. O kompleks daha çok erken dönem Cumhuiyet mimarlık tarihçileri arasında görülür.
Ekrem Ayverdi'sinden Sedat Çetintaş'ına hepsi Bursa'daki erken dönem Osmanlı mimarisinde görülen inkar edilemez Rum usta emeğini, "yüksek Türk mefkuresi" çerçevesi içinde açıklamaya kıvranır dururlar. Aşağıdaki satırlar mesela mimar Sdat Çetintaş'ın 1946 tarihli bir kitabından:
"…böyle yüksek enerji ve imar ülküsüne sahibolan hükumetin küçüklüğü ve henüz duyulmamış ve lâzım olduğu kadar inanılmamış bir beylik olduğu için kudretli ve birinci sınıf Türk mimarlarından mahrum halde, ancak ikinci derecede mimarlarla işe başlamış oldukları eserlerden +
bellidir. Bu bakımdan binalar üzerinde tahlillere geçtiğimiz vakit değerli Selçuklu sanatkârlarının ancak Ulucami ve hele Yeşil cami inşaatında Osmanlı hükumet merkezine gelebildiklerini görüyoruz. O vakte kadar binaların kompozisyonlarında enerjik Türk büyüklerinin , bu zayıf +
mimarların kompozisyonlarına müdahale ederek, direktifler vermiş olduklarını tahmin edebildiğimiz gibi, sanatkâr ve işçi yokluğu karşısında da esirler arasında Hıristiyan ustaları çalıştırmış oldukları faraziyesini de kabulde mahzur görmiyebiliriz (sic). +
+Fakat ne Türk mimarlarının derece farkları, ne de işçiler arasında Hristiyan esirleri bulunması, Türk veya Bizans mimarisi meselelerine temas edebilir şeyler değildir. Millî hisleri aşkın ve taşkın olan enerjik Türk büyüklerinin gözü önünde, emri altında, +
geleneklerine sadık çalışan Türk sanatkârları, aralarına Hristiyan esirler almış olsalar bile, onları Türk töresine, tamamıyla uygun çalıştıracakları gibi, o zamanki adil Osmanlı idaresinde refaha kavuşan Hristiyan işçilerin de sinsi teşebbüse kalkışmadan Türk mimari +
töresine her bakımdan sadakatle çalışacakları tabiî idi. Binaenaleyh, ilk Osmanlı imarcılığında Hristiyan mimar ve işçilerin çalışmış olduğu hakkındaki bazı iddialar ciddi kaynaklara dayanmasa bile +
bunu doğru imiş gibi kabul etmenin Türk sanat ideolojisi üzerinde bir tesiri olamaz.”
:D Gerçekten ibretlik bir kıvranma. Sedat Çetintaş'ın Bursa üzerinde emeği büyüktür, ilk Osmanlı hanı, Emirhan'ı o ayağa kaldırmıştır mesela, ama şu "tamam Rum ustalar işçiler hatta belki+
Rum mimarlar istihdam edilmişlerdir ama, "Enerjik Türk büyüklerinin emri altında", açıklaması hakikaten gülünç ve fena halde faşizm ideolojisinden esin taşıyor.
Burada zincir kopmuş, halka atlamışım, şuradan devam ediyor:
hamur mayalamaya, hayvan sağmaya kalktığı için... Günün sonrası da aynen bu kadının anlattığı gibi işte, güneşin konumundan saati çıkartmış, ömrünce saate ihtiyacı olmamış.
Ne zaman ki çok yaşlandı, anneannemi şehre, çocuklarının evlerine taşıyıp, bir göz odaya kapattık, o zaman
saate ihtiyacı oldu. Ne zaman saate ihtiyacı oldu, o zaman mutsuz oldu. İç saatinden, hava ve toprakla temastan, ona olağan gelen tüm zaman ve mekan algısından onu kopartmış olduk. Çok acı 1 şey, taşla toprakla çiçekle hayvanlarla bir olup onlarla konuşa anlaşa yaşayagelen insana
Anacuğum bu sabah hasta gibiydi. Ona Gürcü çorbası yaptım. Bu çorbayı 20 sene evvel İstanbul'da özel İngilizce dersi verdiğim bir kadının çocuklarına bakan Gürcü çocuk bakıcısından öğrenmiştim. Bol vitaminli, biraz emek isteyen fakat çok nefis bir hasta çorbası. Tarifi şöyle:
Boğaziçi'nden Mecidiyeköy'e o tıklım tıkış Hisarüstü Mecidiyeköy otobüsüyle varıp fevkalade üşümüş halde ders vereceğim eve vardığımda bu iyi yürekli bakıcı kadıncağız (ne yazık ki adını unuttum!) bana yine özel bir Gürcü turşusuyla birlikte dumanı tüten bu +
nefis çorbadan ikram etmişti. Aman ne hora geçmişti! Bu terbiyeli sebzeli çorbayı yaparken terbiye için yumurta sarısını ayırdığınızda, yumurtanın beyazını da azıcık un ve tuzla karıştırarak yumruk kadar hamur yapıyor, ondan böyle bir miktar taze erişte yapıyorsunuz:
1.Bak Bawer Efendi. Ben sizin gibi LGBT-İ’dir şudur budur hak savunuculuğunun şampiyonluğunu kimseye bırakmayan, onu alnına yapıştırıp gezen, bunun etiketiyle yaşayan, başka türlü varoluşunu anlamlandıramayangillerden değilim.
2.Ben 44 yaşında, kendi aklı fikri, kendi duruşu, kendi hayat görüşü olan yetişkin bir insanım. Sizse, geçmişinde leke bulmadığınız insanlara anası babası üzerinden saldırmayı kendine marifet sanan, bunu da millete+
3.FEMİNİZM diye yutturmaya kalkan, despotik, feodal kafada insanlarsanız. Siz, hakları bir kendinize yontan kafanız, modus operandisi harfiyen Şahsım’dan kopya siyasetinizle, yarın eline iktidar ve güç geçse, kendiniz gibi düşünmeyen,
+ yalan söylüyorsam, sana iftira ediyorsam, hemen yarın bana dava aç, hesaplaşalım, dedim.
Sen zavallı, bana dava açabilmek şöyle dursun, o troll hesabın sahibi ben değilim bile diyemedin, tırıs tırıs kapattın o hesabı.
Benim kullandığım belgelerin tümü, kamuya açık, daha önce her iki tarafın da iddialarını ispatlamak için paylaştığı belgeler ve herkese açık hesaplardan alınma ekran görüntüsü fotoları.
Senin yerinde azıcık utanması olan her normal insan evladı, senin düştüğün rezilliğin+
HELVAYA DAİR: Ölenin ardından helva kavurma adeti belki İstanbul'da unutulmuş bir gelenek olabilir, ne var ki Anadolu'da hâlâ yaşıyor. Üstelik, içinde bulunduğumuz bu korkunç pandemi günlerinde, insanların canının parçası yakınlarıyla bir vedalaşamadan ayrıldıklarını,
ölürken elini tutamadıklarını, bir helalleşemediklerini, cenazesini kendi elleri ile toprağa veremediklerini düşünürseniz, yakından gördüğüm kadarıyla bu adet, yakınlarını kaybeden insanlar için her zamankinden daha derin anlam taşıyor.
Siz inançlı olmayabilirsiniz, ancak çoğu durumda, ölen yakınınızın inançlı olduğunu ve böyle duasız, törensiz, vedasız can vermek istemediğini biliyorsunuz. O hastane yoğun bakım odasında onun tek başına çektikleriyle duyulan empati +