Zekası ve fikirleri çağının çok ötesinde olan, inançları uğruna yaşayıp kimsenin karşısında eğilip bükülmeyen bir filozof ;
Celal Yalınız , nam-ı diğer Sakallı Celal...
Babası deniz bakanı bir paşaydı . Maddi durumu yerinde bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelmişti
Yaşıtları oyuncaklarla oynarken o kendi kendine harfleri öğrenerek ev halkını şaşkına çevirir.
İlkokul çağında konaktaki odasından çıkmaz,
durmadan deniz lisesine giden ağabeylerinin kitaplarını okur.
Babasının “henüz yaşın küçük” demesine direnerek Fransızca dersleri aldırmalarını sağlar. Kısa zamanda mükemmel derecede Fransızca öğrenir. Dönemin en iyi eğitim veren okulu olan Galatasaray Lisesi’ne,
1896 yılında kayda gittiğinde hazırlık okumasına gerek kalmadığını, Fransızcayı çok iyi bildiğini söyler ve bunu kanıtlar.
Galatasaray Lisesinde iken derslerinde olağanüstü başarılar elde eder ve aynı okuldaki ağabeyi Nihal’ı geçmeye çalışır.
Subay olan ağabeyi Cemal’in padişahın despot yönetimine başkaldırdığı için Beyazıt Meydanı’nda asılacağını duyar.
Korkuyla meydana koşar, asılanlar arasında ağabeyi yoktur fakat ömür boyu sürgüne gönderilir. Bu, Sakallı Celal için ilk travmadır.
İkincisi ise; aynı okuldaki ağabeyi Nihal’ın ölümüdür. Atletik bir vücuda sahip Nihal barfikste çalışırken başının üzerine düşer ve hayatını kaybeder.
21 yaşında mezun olduktan sonra okul müdürü Tevfik Fikret’in kapısını çalar.
Celal, burada içlerinde Nazım Hikmet'in de olduğu pek çok gence ders verir.
Bir süre sonra devlet, Fransızcası kuvvetli 35 genci sınavla Fransa ve İsviçre’ye yüksek öğrenim için göndereceğini açıkladı. Gitmeye hak kazananlardan biri de Celal olur.
Fransa'da geçirdiği süre boyunca pek çok yazar, şair ve düşünürle fikir alışverişinde bulunma şansı olur Celal'in
"Devletin parasını yediğimiz yeter..." diyerek diplomasını bile almadan Sourbonne'dan ayrılır ve ülkeye döner.
Yurda dönmesinin ardından Fransızca öğretmeni olarak Üsküp'e gönderilir.
Üsküp halkı ve öğrencileri hayran kalırlar Celal'e. Çocuklarını mutlu etmek için kendi parasıyla okula futbol sahası yaptırır, Fransa'dan toplar getirtir.
Bir süre sonra bölgedeki yobazların şikayetiyle okuldan atılır. Atılma sebebi ise futbolun 'günah' olması ve Celal'in bu günahı bile isteye çocuklara öğretmesidir.
Osmanlı’nın son yıllarında Ankara Lisesinde müdür yardımcısıdır.
Daha sonra işgal altındaki İstanbul'dan Anadolu’ya silah kaçıranlara yardımcı olur.
Silah altına alınmak ister ama “ülkeye öğretmen lazım’’ denilerek Kastamonu Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Fakirlik, hastalık ve cehaletin olduğu bir dönemdir.
Şehirde frengi vardır, bununla mücadele eder.
Öğrencilere yabancı dilin yanı sıra tarih ve hayat bilgisi dersleri verir. Yobaz zihniyet onu bir kez daha hedef alır. “Dini bütün yerde başı açık geziyor, çocuklara Fransız devrimini anlatıyor, ayaktopu oynatıyor günahtır” diye
İstanbul'a şikayet ederler.
Cumhuriyet döneminde yeni milli eğitim bakanı onu müdür olarak atar. Lisesine ilk kadın öğretmeni atayan müdür olarak bilinir.
Yine de birçok konuda bürokrasiye takılıp illallah eder ve görevi bırakır.
Müdürlükten ayrıldıktan sonra, İncir İslah ve Tütsüleme Tesislerinde baş makinist olarak göreve başlar.
Maaşıyla Aydın’da arsa satın alıp ev inşa eder.
Burada bir işçiye para yardımında bulunur.
Bunun için hakkında söylenti çıkarırlar, “komünisttir” denilerek evi basılır.
Evin altını üstünü arayan polislere ne aradığını sorar Sakallı Celal, belgeleri arayan polise ben size yerini göstereyim diyerek başını göstererek
“işte burada hepsi bunun içindedir” der.
Bu baskını yapan komiser, Aydın halkının Sakallı Celâl sevgisi ve gösterdikleri tepki sonucu görevinden uzaklaştırılır.
Bu olayların ardından Aydın’dan ayrılmaya karar vererek önce Ankara’ya oradan İstanbul’a geçer.
Dönemin tüm düşünür, yazar ve profesörleri tarafından el üstünde tutulur.
Çöpçülerin aldığı maaşı düşük bulur. Bunu protesto etmek için Vali konağının önünü süpürmeye başlar.
O sırada oradan Rasih Nuri İleri ile hocası Prof. Kerim Erim geçmektedir.
O günü İleri şöyle anlatır; “Hocam, Profesör Kerim Erim bir anda fırlayıp yerleri süpüren sakallı bir çöpçünün elini öpmeye başladı...’’
“…on beş, on altı yaşlarındayken Baudelaire’i aslından okurdum. Bir gün bizim orada, Göztepe’de, Baudelaire’i okuya okuya yolda yürüyorum,
Sakallı Celal karşıdan geliyormuş, ben farkında değildim, dalmış gitmişim kitaba. Bana yaklaşınca: ” okuduğun o kitap ne senin ? ” diye sorunca kaldırdım başımı baktım, o. Gösterdim kendisine kitabı. Baktı, baktı yüzüme. Ben o zaman suratı çil içinde sapsarı bir oğlandım.
” Sen büyük adam olursun oğlum !! ” dedi ve yürüdü gitti. Büyük adam olamadık ama Baudelaire’in bir çok şiirleri aklımızda kaldı…”
Nazım Hikmet
Hayatının son dönemi ise Bomonti’deki bir okulda geçer.
Bir gün davet edildiği bir evde en sevdiği yemekler yapılmış bekleniyordur. Tarih 6 Haziran 1962’dir. Fakat Sakallı Celal o akşam yemeğe gelmez
Ertesi sabah erken saatte gidip okula bakarlar, kapıyı açtıklarında Sakallı Celal’i ne yazık ki ölü bulurlar.
Cenazesi 8 Haziran’da çok sevdiği okulu Galatasaray Lisesinden kaldırılır muazzam bir kalabalık uğurlar onu.
Mezar taşında ;
“Celal YALINIZ”
“Bağban Bir Gül İçin Bin Hare Hizmetkar Olur”
(Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır) yazıyordur.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkeleri askeri ve ekonomik olarak kötü durumdadır.
Savaştan galip çıkan Sovyetler Birliği ise güçlenmiştir.
Artan Sovyet baskısını gören ABD, Avrupalı devletlerin Sovyetlerin eksenine girmesinden endişe ederek,
Avrupalı devletlerin kalkınmasını sağlamak amacıyla bir plan hazırladı.
ABD kesenin ağzını açmış, ekonomisi çöküntüye giren ülkeleri Sovyetler’e kaptırmamak için Marshall planını devreye sokmuştu.
5 Haziran 1947 günü Harvard üniversitesinde konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, konuşmasında bu plandan bahsetti.
Marshall Planı 11 Eylül 1947 yılında ABD kongresi tarafından onaylanmıştır.
Psikolog Bertram Forer, 1948 yılında öğrencileri üstünde bir araştırma yapar. Forer ilk olarak öğrencilerine bir kişilik testi verir. Kişilik testini tamamlayan öğrencilerine ise bir süre sonra zarf içinde kişiliklerinin yorumlandığı kağıtlar dağıtır.
Forer öğrencilerinden kişilikleriyle ilgili yorumların ne kadar doğru olduğunu puanlamalarını ister. Puanlama 0 ve 5 arasındadır. (0 = Tamamen Yanlış, 5 = Tamamen Doğru). Sonuçta öğrenciler kişilik yorumlarına ortalama 4.26 puan verir.
Forer'ın çalışmasındaki kişilik yorumları aslında rastgele bir gazetede yer alan astroloji sayfasından alınmıştır. Ayrıca her öğrenciye aynı yorum verilmiştir.
Nasıl oluyor da aynı yorumları okuyan öğrenciler bu yorumların kendilerine bu kadar uygun olduğunu söyleyebilir.
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi veya Değişimi;
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da yapılan ve resmi adı “Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol” olan sözleşme uyarınca,
Türkiye ve Yunanistan’ın kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutmasına, bir başka deyişle azınlıklarından “değiş tokuş yöntemi” ile kurtulmalarına verilen addır. Göçe tabi tutulan kişilere ise “mübadil” denmiştir.
– “Anadolu’da yaşayan 1.200.000 Rum (buna Mersin yöresindeki, Hıristiyan olan ve Türkçe konuşan Gagavuzlar ile Karamanlı Ortodokslar da dahildir), Yunanistan’a,
– Yunanistan’da yaşayan 750.000 Müslüman Türk kökenlinin
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, 4 Ekim 1957 tarihinde Sputnik adlı uyduyu uzaya fırlattı. Dünya’nın çevresinde yörüngeye oturan ilk uyduydu Sputnik.
Uzayın keşfi, çok geçmeden ABD ile SSCB arasında geçen bir uzay yarışı halini aldı.
SSCB, Sputnik‘ten hemen bir ay sonra yeni bir uyduyu, Sputnik 2‘yi fırlatmak ve uzay yarışında kazandığı ivmeyi devam ettirmek amacındaydı.
Sputnik 2‘nin, 3 Kasım 1957’de (Ekim Devrimi’nin 40. yıldönümünde) içinde bir köpekle uzaya fırlatılması kararlaştırıldı.
Sputnik 2 uydusunda görev almak üzere üç sokak köpeği eğitildi. Bunlardan biri de, yine sokaktan bulunan üç yaşındaki dişi köpek Layka’dı (Laika).
Sputnik 2 içindeki Kapsül çok dardı.
Yıl 1958.
Ara Güler, Adnan Menderes'i fotoğraflamak için Aydın'ın Geyre ilçesine gider.
Menderes, bir barajın açılışını gerçekleştirecektir.
Belediyeden bir araba ayarlanır.
Ünlü fotoğrafçı anlatıyor ;
Şoför dedi “Ben bir kestirme yol biliyorum, oradan
gidelim.” Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik.
Yolu kaybedince de nereye gitsek karşıma hep o büyük kayalar çıkıyordu. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu.
Gidiyoruz, gidiyoruz yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk! Baktım bir ışık var. Bir kahve…"
Yollarını bulamadıkları için Güler ve şoförü geceyi köyde geçirmeye karar verirler.
M.S. 400’ler, bir adam kızına şöyle sesleniyor:
“Bütün dogmatik dinler yanlışlarla doludur ve kendine saygısı olan bir kimse tarafından son gerçek olarak kabul edilmemelidir. Düşünme hakkını hep kullanmalısın, çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten yeğdir.”
Bu adam İskenderiye Kütüphanesi’nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler veren Hypatia’nın babası, Matematikçi Theon dur.
Hypatia, M.S. 370 civarında doğdu. Tam tarih bilinmiyor ama kız çocuklarına nadiren eğitim verildiği ve kadınların kendileri için belirlenen
rollerin dışına çıkmasının yasaklandığı bir zamanda Theon, kızının birinci sınıf bir eğitimden faydalanmasını sağladı.
Hypatia’ya matematik, astronomi ve felsefenin inceliklerini öğretti ve kızı da yetenekli bir öğrenci olduğunu kısa sürede kanıtladı.