Geliştirilme sürecini tamamlayan farmakolojik maddelerin ilaç olarak sınıflandırılabilmeleri için bilimsel yöntemlerle test edilmeleri gerekir.
İlaç olmaya aday materyal içeriğindeki bileşenlerin, insan türü üzerindeki olası yan etkilerinin belirlenebilmesi için hayvanlar ve
insanlar üzerinde bir dizi deney yapılması tıbbi açıdan zorunludur.
1957’de Chemie Grünenthal isimli Alman ilaç firması, Thalidomide bileşiğini keşfeder.
Bileşik üzerinde çeşitli ancak yeterli olmayan testler yapar
Thalidomide, özellikle antiemetik (kusmayı önleyici) ve sakinleştirici etkilerinin keşfedilmesi sayesinde, 1957 yılında Contergan ticari ismiyle Batı Almanya’da piyasaya sürüldü.
Reçetesiz kullanım için ruhsat alabildiği ülkelerde,
özellikle hamilelikte yaşanan bulantılara iyi geldiği gerekçesiyle gebe kadınlar arasında kısa sürede oldukça popüler oldu.
Başarılı bir pazarlamayla Batı Almanya’da en çok tercih edilen ilaçlardan biri oldu.
Ayrıca ilaç, sadece Batı Almanya ile sınırlı kalmayıp 40 küsur ülkede satılmaya başladı.
Reçetesiz satılan Contergan prospektüsünde “hamile kadınlar, anne ve çocuklar tarafından güvenle kullanılabileceği” yazıyordu.
Oysa yeterli testler yapılmamış hatta kimi denemelerde toksit durumlar fark edilmişti.
Zamanla, ilacı kullanan kişilerde kayda geçmeyen çeşitli yan etkiler ortaya çıkmaya başladı.
Ancak esas yıkıcı etken, hamile kadınların doğum yapmalarıyla ortaya çıktı.
Hamilelik sürecinde thalidomide kullanan kadınların bebeklerinde çeşitli anomaliler tespit edildi.
Bebeklerin elleri ve ayakları gelişemiyor, kasıktan ya da omuzdan kolsuz – bacaksız
deforme uzuvlar ortaya çıkıyordu. Bebeklerde körlük ve sağırlığa da rastlanıyordu.
Sonuç ağır oldu: 90.000’den fazla düşük, 10.000’den fazla sakat ve ölüm.
İlaç piyasaya çıktıktan dört yıl sonra 1961 yılında Hamburg’lu bir çocuk doktoru olan Widukind Lenz tarafından mercek altına alındı.
Lenz, özellikle erken hamilelik dönemindeki Thalidomide kullanımı ve kusurlu doğumlar ile ilgili kanıtları Grünenthal’a sundu.
Kasım ayının ortalarına doğru firmanın artık kaçacak deliği kalmamıştı
Contergan toplatılmaya başlandı.
Davalar açılmaya başlanıyor. İlk dava Nisan 1970’de karara bağlanıyor. Grünenthal ilacın yıkıma uğrattığı ailelere toplam 100 Milyon Mark ödemeye mahkum ediliyor.
Thalidomide’in mağduru olmayan sadece iki ülke olduğu belirtiliyor: Türkiye ve Abd.
Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün sayesinde Amerika’dan sonra ilacın giremediği ikinci ülke olduk. Oldukça donanımlı bir kişiliğe sahip olan Süreyya Tahsin Aygün,
Türkiye’nin kök hücre kavramıyla tanışmasını sağlayan ilk kişiydi.
Aygün, ilacın kullanımı ve bebeklerdeki gelişim geriliğinin orantılı bir şekilde ilerlediğini fark etmiş ve ilacın ülkeye satışı yapılmadan araştırmalara başlamış,
Thalidomide etken maddesinin tavuk embriyosunda kültürünü yaparak oluşturduğu teratojenik etkiyi tespit etmişti. Bu ilacın kuvvetli yan etkilerinin olduğunu, faydasından çok zararının olduğunu gördükten sonra Sağlık Bakanlığı’na,
ilacın ruhsatlanmaması ve ülkemize girişini yasaklatmak için başvuruda bulundu.
Claudia Schmidt-Herterich adlı mağdur “Bizim en fazla 18 yaşımıza kadar yaşayabileceğimizi tahmin ediyorlardı” diyor.
İlk kurbanlar durumu aynı zamanda en trajik olanlar.
Kusurlu doğan bebeklerde sorunun ne olduğu bilinemediği için net teşhis koyulamıyor ve kimileri 5 – 6 yaşlarından sonra zihinsel engelli olabilecekleri sebebiyle akıl hastanelerine yatırılıyor.
Aslında zihinsel olarak hiçbir problemi olmayan çocuklar hasta olan çocuklarla aynı koğuşlarda kalmak durumunda kalıyor ve onlarla benzer tedavilere maruz kalıyorlar.
İlacın Almanya’daki etkileri kanıtlanınca haber dünyada hızla yayılıyor.
İngiltere’de ilacı kullanan bebeklerde hayatta kalma oranı 1’e 10 seviyesinde; yani yaşayan her bebeğe karşı 10’u ölüyor.
2007 yılında Televizyon kanalı ARD için çekilen Contergan filmi büyük etki yaratıyor.
Dosya tekrar açılıyor, mağdurların geri kalan hayatları ve bakımları için yeniden bir değerlendirme yapılıyor. Mahkeme Grünenthal’ı 50 Milyon Euro ödemeye mahkum ediyor.
Bunun sebebi olarak hayatta kalan mağdurlar için önceki ödenen tazminatın tükenmiş olması gösteriliyor.
Dünyanın en iyi Bach yorumcularından biri olarak gösterilen 1959 doğumlu Thomas Quasthoff, Thalidomide’in ilk mağdurları arasında. Hiçbir zihinsel sorunu olmamasına rağmen, vücuduna göre iri kafası ve kol ve bacak kemiklerinin gelişmemesi sebebiyle çocuk yaşta ruh ve sinir
hastalıkları hastanesine yatırılmış.
Heinrich Mückter (1914-1987), bu korkunç ilacın mucidiydi. Aynı zamanda Hitler'in arı ırk çalışmalarının hevesli doktorlarından biriydi ve Tifo aşısı geliştirmek için binlerce mahkumun ölümünden sorumluydu.
Thalidomide bugün piyasada ve çok önemli işlere de yarıyor. Bu etken madde, cüzzam ve bazı kanser çeşitlerinde hatta aids tedavisinde dahi kullanılıyor. Thalidomide’in hamilelerde kesinlikle kullanılmaması gerektiği ilaç kapsüllerinin üzerine dahi resimlenerek basılıyor.
Bu olayın ardından ilaç üretim ve denetimlerinde yeni standartlar belirleniyor.
Firmanın merkezinin bulunduğu Stolberg kasabasına ölen çocukların ve binlerce sakat kalan hastanın anısına bronz bir heykel dikiliyor.
"İstifa etmeyeceğim. Bütün ulusun önünde silahlı kuvvetler mensupları olarak vermiş oldukları sözde durmayan ve yükümlülüklerini reddeden askerlerin, bu akıl almaz davranışlarını şiddetle kınıyorum.
Haksız bir davranışla ve sadece kaba kuvvete dayanarak hareket edenlere karşı tarihe geçecek bir örnek olması için, her yola başvurarak yaşamım pahasına bile olsa direneceğim."
Seçimle iktidara gelen ilk Marksist devlet başkanıydı Allende.
26 Temmuz 1908. Şili-Valparaiso’da burjuva bir ailenin, Salvador-Dona Laura çiftinin bir oğulları oldu.
Salvador’un Marksizm’le tanışması ise lise yıllarında oldu. Eduardo de la Barra Lisesi’nde okurken, hem dersleriyle ilgilendi,
Antik Yunan tarihçilerinin bahsettiği efsanesi M.Ö. 12. yüzyıla kadar dayanıyor.
Truvalı Helen ve Paris‘in, Truva Savaşı’ndan önce burada mahsur kaldıklarına inanılıyor.
Herkül‘ün kendine başka isim takarak şehri ziyaret ettiği de söylenir.
Antik metinlerde ve arkeologlar tarafından bulunan birkaç yazıtta Thonis (Mısır adı) ya da Heracleion (Yunan adı) olarak geçen isimlerin aynı şehre ait olduğu dahi uzun bir süre onaylanamamıştı.
Antik tarihçiler Herodotus, Diodorus ve Strabo da bu efsanevi şehirden bahseder.
Heredot’un Mısır’ı ziyaretinden dört asır sonra, coğrafyacı Strabo, Herakles tapınağına sahip şehrin,
Zekası ve fikirleri çağının çok ötesinde olan, inançları uğruna yaşayıp kimsenin karşısında eğilip bükülmeyen bir filozof ;
Celal Yalınız , nam-ı diğer Sakallı Celal...
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkeleri askeri ve ekonomik olarak kötü durumdadır.
Savaştan galip çıkan Sovyetler Birliği ise güçlenmiştir.
Artan Sovyet baskısını gören ABD, Avrupalı devletlerin Sovyetlerin eksenine girmesinden endişe ederek,
Avrupalı devletlerin kalkınmasını sağlamak amacıyla bir plan hazırladı.
ABD kesenin ağzını açmış, ekonomisi çöküntüye giren ülkeleri Sovyetler’e kaptırmamak için Marshall planını devreye sokmuştu.
5 Haziran 1947 günü Harvard üniversitesinde konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, konuşmasında bu plandan bahsetti.
Marshall Planı 11 Eylül 1947 yılında ABD kongresi tarafından onaylanmıştır.
Psikolog Bertram Forer, 1948 yılında öğrencileri üstünde bir araştırma yapar. Forer ilk olarak öğrencilerine bir kişilik testi verir. Kişilik testini tamamlayan öğrencilerine ise bir süre sonra zarf içinde kişiliklerinin yorumlandığı kağıtlar dağıtır.
Forer öğrencilerinden kişilikleriyle ilgili yorumların ne kadar doğru olduğunu puanlamalarını ister. Puanlama 0 ve 5 arasındadır. (0 = Tamamen Yanlış, 5 = Tamamen Doğru). Sonuçta öğrenciler kişilik yorumlarına ortalama 4.26 puan verir.
Forer'ın çalışmasındaki kişilik yorumları aslında rastgele bir gazetede yer alan astroloji sayfasından alınmıştır. Ayrıca her öğrenciye aynı yorum verilmiştir.
Nasıl oluyor da aynı yorumları okuyan öğrenciler bu yorumların kendilerine bu kadar uygun olduğunu söyleyebilir.
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi veya Değişimi;
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da yapılan ve resmi adı “Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol” olan sözleşme uyarınca,
Türkiye ve Yunanistan’ın kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutmasına, bir başka deyişle azınlıklarından “değiş tokuş yöntemi” ile kurtulmalarına verilen addır. Göçe tabi tutulan kişilere ise “mübadil” denmiştir.
– “Anadolu’da yaşayan 1.200.000 Rum (buna Mersin yöresindeki, Hıristiyan olan ve Türkçe konuşan Gagavuzlar ile Karamanlı Ortodokslar da dahildir), Yunanistan’a,
– Yunanistan’da yaşayan 750.000 Müslüman Türk kökenlinin