📌Flood: İskandinav Mitolojisinde Dünyamızın Yaratılışı🌍 Odin'in çocukları toplanın...
Başlangıçtan önce hiçbir şey yoktu: Ne toprak vardı ne gök kubbe, ne yıldızlar vardı ne gökyüzü. Şekilsiz ve şemalsiz, sisten bir alemle, durmadan yanan ateşten bir alemdi var olan...⤵️
Kuzeyde karanlık alem Niflheim uzanır. Orada on bir zehirli nehir, sisi boylu boyunca keser ve hepsinin kaynağı da ortalarında bulunan, gürüldeyen girdap Hvergelmir’dir, Niflheim soğuktan da soğuktur ve her şeyi gölgeleyen kasvetli sis burada çok yoğundur.
Sis gökleri saklarken, serin pus ise toprağı gölgeler. Güneyde Muspell vardır. Ateştendir. Oradaki her şey korlaşmış ve yanmıştır. Niflheim’ın karanlığında Muspell ışıktır, puslar diyarının buz tuttuğu yerde onun erimiş lavları vardır.
Diyar tıpkı bir demircinin gürüldeyen ateşi gibi eriyiktir, ne toprak katıdır ne de gökyüzü. Parıldayan ve püsküren ateşten, erimiş kayalar ve yanmış korlardan başka bir şey yoktur orada.
Muspell’de, alevlerin kıyısında, pusun yanıp ışık olduğu, toprakların sona erdiği yerde, tanrılardan önce var olan Surtr bulunur. Şuan bile oradadır. Elinde alevli kılıcını tutarken, köpüren lav ile donmuş pus arasında fark yoktur onun için.
Dünyanın sonu Ragnarok’ta, yalnızca o zaman Surtr’ın yerinden ayrılacağı söylenir. Alevli kılıcıyla Muspell’den yola çıkıp dünyayı ateşe verecek ve tanrılar teker teker onun karşısında canlarını teslim edecek.
Muspell ve Niflheim’ın arası bir hiçlik bölgesi, şekilden yoksun bir boşluktu. Sisli alemin nehirleri bu boşluğa, ‘esneyen boşluk’ da denen Ginnungagap’a akıyordu. Upuzun bir zaman sonunda bu nehirler, ateş ve sis bölgelerinin arasında yavaşça katılaşıp buzullara dönüştü
Boşluğun kuzeyindeki buzlar, donmuş sis ile kütlenin parçası olmayan buz parçacıklarıyla kaplıydı, buzulların ateş diyarına ulaştığı güneyde ise Muspell’in kor ve kıvılcımları buzla buluştuğunda alev diyarlarının ılık rüzgarları,
uzları çevreleyen havayı bir bahar günü kadar yumuşak ve sakin hale getirdi. Buz ile ateşin buluştuğu yerde buzlar eridi ve eriyen sularda hayat tezahür etti: Alemlerden daha büyük, var olmuş ve var olacak her devden daha cüsseli bir insan sureti.
Ne erkekti ne de kadın; ama aynı anda her ikisiydi de. Bu yaratık tüm devlerin atasıydı ve Ymir derdi kendine. Ymir eriyen buzlardan tezahür eden tek canlı değildi: Boynuzsuz bir inek vardı bir de, havsalanın alamayacağı kadar büyük.
Beslenmek ve susuzluğunu gidermek için buz kalıplarını yaladı, yaladıkça dört memesinden akan süt, nehirler gibi gürüldedi. Ymir’i besleyen de bu süttü işte. Dev sütü içti ve büyüdü. Ymir ineğe Audhumla adını verdi. İneğin pembe dili, yalayarak insan çıkardı buz kalıplarından...
İlk gün bir erkeğin saçı, ikinci günde kafası ve üçüncü günde ise, bir erkeğin tüm sureti çıktı ortaya. Buri'ydi bu, tanrıların atası. Ymir uyudu ve uyurken de doğurdu: Ymir'in sol kolunun altından bir kadın ve bir erkek dev doğdu. Bacaklarındansa altı başlı bir dev daha doğdu...
Böylece tüm devlet Ymir'in çocuklarının soyundan geldi. Buri, bu devlerden birini kendine eş olarak aldı, bir erkek çocukları oldu Bor koydular adını. Bir dev kızı olan Bestla'yla evlendi Bor, üç erkek evlatları oldu: Odin, Vili ve We.
Bor'un üç oğlu Odun, Vili ve We yetişkin oldu. Büyüdükçe çok uzaklardaki Muspell'in alevleriyle Niflheim'ın karanlığını gördüler ancak her iki yerin de onlara ölüm getireceğinin farkındaydılar. Kardeşler ateş ve pus arasındaki engin boşluk Ginnungagap'a sonsuza dek kısılmıştı.
Ne deniz vardı ne kum, çimen de yoktu taş da, yoktu toprak, ağaçlar, gökyüzü ve yıldızlar. Dünya yoktu, gök kubbe ve yer yoktu o zamanlar. Boşluk hiçlikti. Yaşam ve varlıklarla dolmayı bekleyen boş bir yerde sadece. Her şeyin yaratılma vakti gelmişti.
We, Vili ve Odin birbirlerine baktı ve Ginnungagap'ın boşluğunda yapılması gerekenleri konuştu. Evrenden bahsettiler, hayattan ve gelecekten. Odin, Vili ve We, dev Ymir'i öldürdü. Öldürülmesi gerekiyordu. Alemler yaratmanın başka yolu yoktu. Bu her şeyin başlangıcıydı...
Bir ölüm tüm yaşamları mümkün kıldı. Yüce devi bıçakladılar. Hayal edilemeyecek kadar çok kan fışkırdı Ymir'in bedeninden, deniz kadar tuzlu, okyanuslar kadar gri kan fışkırıp öyle ani, öyle güçlü, öyle derin bir taşkın oldu ki; tüm devleri sürükleyip boğdu.
Ymir'in torunu Bergelmir ve eşi hayatta kalan tek devlerdi, onları bir kayık gibi taşıyan tahta bir kutuya sarıldılar. Bugün görüp de korktuğumuz tüm devler, onların soyundan geliyor.
Odin ve kardeşleri Ymir'in etinden toprağı yarattı. Dağları ve yamaçları oluşturdu Ymir'in topladıkları kemikleri. Kayalarımız ve taşlarımız, kumlarımız ve çakıllarımız Ymir'in dişleriydi. Bir de We, Odin ve Vili'nin Ymir'le olan savaşında kırılan kemiklerinin parçalarıydı...
Alemleri saran denizlerse Ymir'in kan ve teriydi. Gökyüzüne bakın: Ymir'in kafatasının içine bakıyorsunuz işte. Geceleyin gördüğünüz o yıldızlar, tüm kuyruklu yıldızlar, kayan yıldızlar, Muspell'in ateşlerinden sıçrayan kıvılcımlar; hepsi. Peki her gün gördüğümüz bulutlar?
Ymir'in beyniydi bir zamanlar. Şimdi bile neler düşünüyorlardır kim bilir... Dünya düz bir disktir ve deniz onun etrafını sarar. Devler dünyanın kenarlarında, en derin denizlerin yanında yaşar.
Devleri uzak tutmak için Odin, Vili ve We, Ymir'in kirpiklerinden dünyanın ortasına bir sur ördüler. Bu surun içinde kalan yere Midgard adını verdiler. Midgard boştu. Topraklar çok güzeldi ama kimse ne çimenlerde yürüyor, ne de berrak sularda yüzüyordu.
Kimse ne sarp dağlara tırmanıyor ne de bulutları izliyordu. Odin, Vili ve We bir alemin içinde yaşayanlar olmadığı müddetçe alem olamayacağını biliyordu. Dere tepe gezip insan aradılar; ama hiçbir şey bulamadılar. Burada diğer dünyalardaki gibi hayat yoktu...
Nihayetinde denizin kıyısındaki çakılların üstünde, denizin hırpaladığı iki kütük buldular. Dalgalarla taşınmış ve kıyıya vuruşmuşlardı. İlk kütük dişbudaktandı. Dişbudak ağacı esnek ve gösterişlidir, derinlere uzanır kökleri. Oyması kolaydır, ne çatlar ne parçalanır.
Dişbudaktan güzel bir alet sapı ya da mızrak sapı yapılır. Sahilde ilkinin yanında buldukları ikinci kütük, diğerine öyle yakındı ki; neredeyse birbirlerine değiyorlardı. Karaağaçtandı. Karaağaç zariftir; ama en güçlü kalas ve kirişlerin yapılabileceği kadar sağlamdır.⤵️⤵️⤵️
Güzel bir ev ya da büyük bir salon yapabilirsin karaağaçtan. Tanrılar iki kütüğü de aldı. Kütükleri kaldırdılar, böylece kumlar üzerinde dik durdular, insan boyuna ulaştılar. Odin kütükleri tuttu ve hayat üfledi her birine. Sahildeki hareketsiz kütükler canlıydı artık...
Vili irade verdi onlara; akıl ve fikir bahşetti. Artık hareket edebiliyorlardı, isteyebiliyorlardı. We, kütükleri oydu. İnsan sureti verdi onlara. Duyabilsinler diye kulaklarını, görebilsinler diye gözlerini, konuşabilsinler diye dudaklarını yonttu.
İki kütük sahilde duruyordu, iki çıplak insan olarak. We birine erkeklik diğerine de kadınlık organını oydu. Dünyanın kıyısındaki sahildeki serin deniz serpintilerinden korunabilsinler, kendilerini sıcak tutabilsinler diye üç kardeş, erkek ve kadına kıyafetler yarattı.
Son olarak iki insana adlarını verdiler. Ask dediler erkeğin adına. Embla dediler kadına. Ask ve Embla bizlerin baba ve annesiydi. Her insan hayatını ebeveynlerine borçludur, onlar da kendi ebeveynlerine. Bu böyle uzar gider, Ask ve Embla'nın hepimizin atası olduğu yere dek...
Embla ve Ask, tanrıların Ymir'in kirpiklerinden yaptığı sur içerisinde, güvenle Midgard'da kaldı. Burada kendi evlerini yaptılar; kendilerini devlerden, canavarlardan ve çorak topraklarda bekleyen tüm tehlikelerden korudular. Artık çocuklarını huzur içinde büyütebilirlerdi.
İşte bu yüzdendir ki Odin'e herkesin babası denir. Çünkü o tanrıların babasıydı, çünkü o büyüklerimizin büyüklerine hayat üflemişti. Tanrı da olsak fani de, Odin hepimizin babasıydı. Buraya kadar gelip okuduğunuz için teşekkürler... Mitolojiyle kalın🌍
Kaynak kitap: Neil Gaiman, İskandinav Mitolojisi.📚
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
📌Bugün sizlere Balkan Türklerinin uğradığı korkunç soykırımlardan bahsedeceğim. İnanın okurken kiminiz ağlayacak, kiminizin tüyleri diken diken olacak, kiminizse şaşkınlık içinde kalacaktır. Bu bilgiselin tamamını akademik kaynaklarla yayınlıyorum ve yazı içinde belirteceğim..⤵️
Mısır’ın ünlü şairi Ahmet Şevki katliamları anlattığı şiirinde şu sözlere yer veriyor:
“Yeryüzü yetmedi onlara, dar geldi
Ve gökyüzüne gömdüler şehitlerini...”
İşte bilgisel fikrini bana veren en büyük ilham bu sözdü aslında... Başlayalım...
📌10 bin üzerinde Türk öldürüldü. Paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklar işkence edildi. Kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. Hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu...
🇸🇦Bukra, ene seezhebu ile’l-hammam. (Sami)
🇫🇷Demain, j’irai au bain. (Hint-Avrupa)
Tenkit ve örneklerle devam edelim... Ne kadar zayıf bir dil teorisi olduğunu akademik olarak kanıtlayacağım. Bunun gibi tarihçi müsveddelerinin suratına vurursunuz.
Hint-Avrupa terimi, ilk defa 1813 yılında İsa’nın dualarının çeviri metinlerini karşılaştırarak dünya dilleri arasındaki dil benzerliklerini ortaya koymayı amaçlayan Adelung’un çok ciltli Mithridates’ini gözden geçiren Thomas Young tarafından ortaya atılan bir saçmalıktır...++
📌Flood: Osmanlı İmparatorluğu’nda Soylu evlerinde eşcinsel partiler, gay ilişkiler ve lezbiyenler.
(internette çok dolaşan zincir ilişkinin çevirisiyle birlikte)...⤵️⤵️⤵️
Yavuz Sultan Selim dönemin şeyhülislamı Kemal Paşazade’ye bir seks kitabı yazdırmış. Osmanlı döneminde padişahların gerek yazdırdığı gerek çevirtip okuttuğu bu kitaplara bahname (kamasutra benzeri kitaplar) ismi verilmekte. Bahnamelerde küçük uzuvların nasıl büyüyeceğinden,
gebelik pozisyonlarına kadar farklı konular işlenmekte. Yavuz Sultan Selim’in yazdırdığı bahname bu konuların dışında oğlancılığa dair bir çok minyatür barındırmakta. (elbette diğer bahnamelerde de oğlancılıkla ilgili minyatürker ve metinler bulunmaktadır.)
Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersof’un Abdülhamit’in baskı dönemine yazdığı “İstibdat” şiiri.
Ey kirli baskı ve zulüm dönemi, yıkıldın gittin amma
Milletin kalbinde silinmez bir kirli hatıra bıraktın!
Atalarımız mezarlarından sesleniyor: "Ey sefil oğullar,
Niçin her gelen cellat binlerce suçsuzu öldürürken,
Son bir ümitsiz çırpınışla da olsa, kimseden bir feryat çıkmıyordu?
Otuz milyon insan üç eşkıyanın böyle mahkûmu
Olup hükümet diye böyle bir uğursuz yükü çeksin!
Zulmü yapanla zulme uğrayanı bir tutsalar utanmaz mıydınız?
Siz ey bu dünyanın insanlık yeteneğinden yoksun çocukları!
Aslı esası olmayan bir gölgeyi göklerden de yüksek tuttunuz!
Antik Yunan’da ve Antik Roma’da seksin renkli yaşandığını düşünüyorsanız, Eski Mısırlıları duyana kadar bekleyin...⤵️⤵️
İlişkiler söz konusu olduğunda, Mısırlıların katı kuralları vardı. Zina (çoğu kültürde olduğu gibi) hoş karşılanmazdı. Doğum kontrolünün erken biçimlerinde öncülerdi. Antik Mısır’da Timsah gübresi ve Akasya sakızı hamile kalma ihtimalini azaltmak için kullanılan bazı yöntemlerdi.
Yunan ve Romalıların aksine, evlilik öncesi ilişkiler normaldi. Mısırlılar bekaret konusunda onlar kadar katı değildi. Bekâreti saf ve kutsal olarak gören, yani evlilik de cinsel hayatın büyük bir parçası değildi.
🗽🇹🇷Flood: Osmanlı’da kendi heykelini yaptıran ve hatta New York’ta bulunan Özgürlük Heykelini Mısır için yaptırıp parasını da ödeyen, ilk ve tek heykeli olan padişah Sultan Abdülaziz ve heykellerinin hikayesi...⏬
1867 yılında Fransa’da gerçekleştirilen bir fuara katılan Sultan Abdülaziz, bu ziyaret sonrası batı usulü protokol, mekân düzenlemesi gibi konularda yeniliklere açık olmuş ve desteklemiştir. İlklerin padişahı diyebileceğimiz Sultan Abdülaziz, Avrupa seyahatinden dört yıl sonra
yine bir ilke imza atmıştır. Daha önce birçok padişahın plastik sanatlara ilgisi olmuşsa da heykel sanatı dinî sebeplerle kabul görmemiştir. Sultan Abdülaziz ise 1871 yılında sipariş ile kendi heykelini yaptırmak istemiştir.
1871’te Floransalı sanatçı C. F. Fuller tarafından