İran’ın hemen her yerini birkaç defa gezdim. Gördüğüm yerler arasında Pers İmparatorluğu’nun taht merkezi Persepolis en etkilendiğim yerlerin başındaydı.
Bu anıtsal antik şehir aradan geçen 2.500 yıla rağmen halen son derece etkiliyeci!
MÖ 6.YY’da I. Darius tarafından kurulan şehir Kral I.Xerxes ve Artakserkses tarafından büyütülerek yaklaşık 150 yılda muazzam bir şehre dönüştü. Pers İmparatorluğu'nun gücünün zirvesinde olduğu bu dönemde Makedonya'dan Mısır'a, Anadolu'dan Yemen'e uzanan coğrafya buraya bağlıydı.
Şiraz'dan 1 saat kadar, İsfahan yolu üzerindeki Persepolis bugün de İran kültürünün en önemli, en değerli yerini oluşturur. Pers krallarının özel muhafızları 'Ölümsüzler / Immortals' 1979 İran Devrimi'ne kadar bir gelenek olarak yaşatıldı. Persopolis Basketbol takımı halen var!+
Persepolis antik çağda tüm Balkanlar, Ege Adaları, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Havzası'ndaki Grek şehirlerini hakimiyeti altına aldı. Tüm bu coğrafya Persepolis'ten gönderilen ''satraplarca'' (valiler) yönetildi. Dolayısıyla Greklerin en büyük düşmanı da Perslerdi.
Persepolis'ten gönderilen Satraplar Anadolu'da birçok yerde Persepolis adına para bastırdılar. Alınan vergilerle, fetihlerle sağlanan ganimetlerle Persepolis zenginleştikçe daha da güçlendi. Mısır'dan, Yemen'e, Kıbrıs'tan Trakya'ya her yerden ganimet akıyordu.
'Ölümsüzler' adlı özel birlikler her yerde korkulup çekinilen Persepolis'in en seçkin askerleriydi.
Her sene imparatorluğu oluşturan topraklardaki halklar Persepolis'e gelip görkemli törenlerle krala armağanlarını, vergilerini sunuyorlardı.
Tabi geldiklerinde Perslerin gücünü simgeleyen mesajları da almaları sağlanıyordu...
Tarih bize her 'kemâlin' bir 'zevâli' olduğunu burada da gayet açık gösteriyor. Güç ve kudret sarhoşluğu ile sarhoş olan Perslerin sonlarını getirecek genç bir isim, Makedonyalı Büyük İskender dağınık Grekleri kimi zaman anlaşma ile kimi zamansa kılıçla bir araya getirmişti...
Makedonyalı Büyük İskender Perslerle yaptığı üç büyük savaşı da kazandı ve III.Darius'un tüm ailesini esir aldı. Son savaştan kaçan Darius kendi askerlerince öldürüldü. İskender törenle Persepolis'e girdi. Uzun müddet orada kaldı.
Büyük İskender, generalleri ve tüm ordusu Persepolis'in hazinelerini tam kırk gün boyunca boşalttılar. Ganimet o kadar çoktu ki ağır altın ve gümüş paralar bastırdı İskender. Persepolis'in ardından Hindistan ve Afganistan'a doğru yol aldı tarihin gördüğü bu büyük askeri deha.
İran - Batı çekişmesi Roma ve Sasâni imparatorlukları arasında da devam etti. Fotoğrafta Sasâni Kisra'sına boyun eğip, af dileyen Roma imparatoru betimlenmiş. Burası Farsça Taht-ı Cemşid denilen Persepolis yakınında Rüstem mevkii.
Burada MS 3.yy'a tarihlenen ve 'Kâbe-i Zerdüşt' olarak bilinen yapı da çok ilginç...
Sasâniler ile Hristiyan Romalılar arasındaki bu amansız çekişmeden Kuran-ı Kerim'de ''Rum Suresi''nde de söz edilir: ''Gulibet'ir rum...'' / ''Rumlar galip geldiler''... O dönemde Müslümanlar İran - Roma çekişmesinde Allah inancı olan Romalıların gelip gelmesini arzuluyordu.
Müslüman Arapların tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer döneminde, S'ad ibn-i Ebi Vakkas ve Halid bin Velid'in komutanlığında İran fethedildi. Sasani İmparatorluğu yok edildi ve Kisra öldürülüp, Persepolis alındı.
Kadisiye ve Ecnadeyn savaşları Sasanilerin sonunu getirdi. Bu savaşlara tanıklık eden yaşlı bir rahip şöyle der: Eğer gelen askerlerin bayrakları siyah, komutanları gür sakallı ve geniş omuzluysa, onlardan sakının.'' Müslüman Araplar şaşılacak bir hızla tüm İran'ı fethetmişlerdi!
Efsanelere, destanlara ve tarihin büyük savaşlarına sahne olan Persepolis arkeolog ve seyyahların her zaman ilgi odağı olmuş. Unesco tarafından ortak insanlık mirası olarak tescillenen antik şehir yağmalara, depremlere, zamana rağmen hala çok görkemli.
V'esselam
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Osmanlılar 1517'de Arap Yarımadası'na hâkim olmalarıyla birlikte Mekke ve Medine'ye eşsiz hizmetlerde bulundular. İki kutsal ve şerefli şehrin hizmetkârı / ''Hadim'ül Haremeyn'üş Şerifeyn unvanını alan sultanlar birçok vakıflar kurup Mekke ve Medine'ye hizmet ettiler.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinin ardından Osmanlı idaresine geçen Hicaz bölgesi asırlar boyunca özenle korundu ve hizmet gördü. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’ye, hizmet edebilmek amacıyla tahsis edilen vakıflar Osmanlı tarihinde çok büyük bir öneme sahip.
Özel şahısların oluşturduğu vakıfların yanı sıra devletten de pek çok isim Harameyn hayrına bağışta bulunurdu. En başta Osmanlı hanedanına mensup hanım sultanlar olmak üzere; devlet makamlarında bulunanların çoğu, mülklerini vakfederek gelirlerini kutsal topraklara bağışlamıştı.
Tüm Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i Muazzama'nın örtüsünün özellikleri oldukça ilginç. Kâbe'nin örtülmesi geleneği çok eskilere dayanıyor. ilk defa örten kişinin Hz.İsmail olduğu, Yemen krallarından bazılarının hürmet göstererek örttüğü rivayetler arasında.+
Mekke yakınlarında, Cidde yolu üzerindeki Kâbe ve Ravza Örtü Fabrikasını iki defa ziyaret etmiştim. Bu fabrika senede sadece 3 ay çalışıyor ve yalnız Kâbe ile Ravza'nın örtüsünü dokuyor. Günümüzde Kâbe örtüsü dış örtüsü, iç örtüsü ve kuşak olmak üzere üç bölümden oluşuyor.
Kâbe örtüsü her yıl hac mevsiminde değiştirilir. Kâbe örtüsünün hazırlanma aşamaları tamamlandıktan sonra örtü Kâbe Örtü Fabrikası’ndan alınıp Kâbe’nin koruyucu ailesinin reisine teslim edilir. Bu aile câhiliye döneminden beri aynı ailedir: Meşhur Beni Şeybe Ailesi.
Hz.Musa Medyen'de Şuayb peygamberin yanında geçirdiği sürenin sonuna gelince ailesi ile oradan ayrıldı. Geceleyin soğuk çölde yol alırken bir ateş, yanan yeşil bir çalı gördü. Orada Allah ile aracısız görüştü. Yanan çalının yerinde bugün kadim St.Catherine Manastırı var+
Kuran, Kasas S. 29.Ayet'te bu durum için ''Musa, süreyi tamamlayınca ailesi ile birlikte yola çıktı. Tur Dağı tarafında bir ateş gördü. Ailesine, "Siz burada bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınırsınız dedi'' denir+
Hz.Musa'nın vahye muhatap olduğu, aracısız Allah ile konuştuğu ve 10 Emir'i aldığı, asa ve beyaz el mucizelerinin verildiği Sina Dağı'nın bir tepesi olan Tur Dağı'nın bu noktasında kadim bir mabet var: St.Catherine Manastırı.
Arap alfabesinin en eski formu olarak ortaya çıkan Kûfi yazı formu okunmasının zorluğu bir tarafta, karakteristik yapısıyla dikkat çeker. Erken İslam dönemindeki hattatlar, Kuran el yazmalarını yazıya dökmek için çeşitli yöntemler kullandılar. Kûfi yazı bu hatların ilk formuydu.
Arap Yarımadası'nda çöllerdeki kayalarda görülen erken kûfi zamanla kendi içerisinde değişip gelişti. Irak erken dönem kûfisi, Magrib-Endülüs formu, mimariye uygulanan ve makili denilen versiyonu ile kûfi Arapça hat ve İslam sanatının en önemli dallarından biri haline geldi.
Birmingham'da bulunan bu kûfi Kuran 1370 yaşında. İlginç olan ise görünen yazının altında silinmiş daha eski bir örneğin daha bulunması. Silinen ama izleri belli olan bu yazı uzmanlarca araştırıldı ve görünen yazıdan daha eski olduğu anlaşıldı. Fakat ibareler birebir aynı!..
Ağustos 2020'de Beyrut'ta yaşanan korkunç patlamada en fazla kaybı şehrin patlamanın gerçekleştiği doğu yakasında yaşayan Hristiyanlar verdi. Kentte yaşayan Hristiyan gruplar içerisinde Maruniler en kalabalık grup. Peki kimdir Maruni Hristiyanlar?
Özellikle Lübnan’da önemli bir yeri olan Maruniler, anadili Arapça olan, Katolik Kilisesi’nin Doğu ayin usulüne bağlı en geniş cemaatlerinden biri. Maruni Kilisesi’nin kökleri, Suriye’deki Asi Nehri kıyısında inzivaya çekilmiş olan Suriyeli keşiş Aziz Marun’a dayanıyor.
Asi Nehri'nin bugün Türkiye'de, Antakya sınırlarında kalan kıyısında 800 keşişin Aziz Marun'a katıldığı ve şehir ile civarındaki yörede Hristiyanlığı yaydıkları biliniyor. Aziz Marun’un 410 yıllarında öldüğü düşünülüyor.