“arsızlıkla damgalanan
boş kinayelere gülen bendim
kendi varlığımın sesi olayım
istedim yazık ki ‘kadın’dım”
20. yüzyıla damga vuran kısacık yaşamında çok şey yapan bir sanatçı.
Şair, yönetmen, ressam, yazar, oyuncu.
İsmi Farsça ışık anlamına gelen Füruğ Ferruhzad, 5 Ocak 1935’te Tahran’da doğar.
Babası Albay Muhammed Ferruhzad ve annesi Turan Veziri Tebar'ın yedi çocuğundan üçüncüsüydü.
Otoriter ve baskıcı olan babası, çocuklarının eğitiminde kendine özgü bir tarz izleyerek,
onları askeri disiplinle yetiştirmeye çalışıyordu.
Çocukluğundan itibaren toplumun kendisi için biçtiği rolleri bir türlü benimseyemedi Furuğ. .
Mahalle mektebinde 9. sınıfa kadar devam ettikten sonra kız sanat okuluna gitti. Burada resim, dikiş-nakış ve el sanatları öğrendi.
Furuğ'un isyanı önce evdeki erkek kardeşlerine ve kendisinden beklenen rolleri oynamak zorunluluğuna karşı oldu.
Daha 14 yaşında gazel yazmaya başladı.
Okuyordu, yazıyordu ve daimi olarak sorguluyordu. .
Albay babasının despotluğundan kaçarak on altı yaşında evlenerek sığındığı resim ve edebiyatla uğraşan, hicivci şair Perviz Şapur’un yanında da aradığı hayatı bulamaz.
Kamyar adında bir erkek çocukları oldu.
İki yıl süren evliliği, eşinin toplumsal kalıplara takılması nedeniyle bitti. Şeriat kuralları nedeniyle çocuğun velayeti babaya verildi.
Yaşadığı tüm sıkıntılara bir de, oğlu Kamyar’ın özlemi katıldı.
Ve bundan sonra Füruğ, kendini şiirlerine verdi.
1955 yılında ilk kitabı “Tutsak / Asir” yayımlandı
Bu kitapta daha çok şairin hayatındaki olumsuzluklar, özellikle başlamasından kısa bir süre sonra ayrılıkla sona eren evliliği, sıkıntıları, ümitsizlikleri ve
yalnızlıkla kararmış hayatında gelişen olayların etkisinde kaleme alınmıştır.
1956’da ise kocası Perviz Şapur’a ithaf ettiği ikinci şiir kitabı Duvar yayımlanır.
Üçüncü şiir kitabı İsyan 1958’de yayımlanır.
1958 yılında, ünlü yazar ve yönetmen İbrahim Gülistan ile yaşadığı aşk, hayatının önemli bir parçası oldu.
Füruğ ve Gülistan, Füruğ’un ölümüne kadar birlikte çalıştılar, ilişkileri de hep dedikodu ve eleştirilere maruz kaldı.
Şiirlerindeki ve doludizgin hayatındaki kadın cinselliğini, dizeleriyle açıkça ortaya koyabilecek kadar cesurdu. Şiddetli tartışma ve eleştirilere konu oldu, bazı şiirleri erotik bulundu, sansüre uğradı. Şiiri değersizleştirilmeye çalışıldı.
1959’da sinema ve dil eğitimi için İngiltere’ye gider. Dönüşünde ilk belgesel deneyimi "Bir Ateştir’i" Golestan’la birlikte çeker. Füruğ’a göre sinema görüntülerin diliyle konuşmaktır.
1962 yılında Cüzzamlılar Derneği Başkanı ,
cüzzamlılarla ilgili film yapıp yapamayacaklarını sorar. Ferruhzad ve Golestan Tebriz yakınlarında Bababağ Cüzzamlılar Evi’nde gerçekleştirirler çekimleri.
Cüzzamlılar evinde tanıştığı Hüseyin Mansur isimli çocuğu evlat edinir.
“Kamyar’ın düşünce ve tasası rahat bırakmıyordu, beni öldürüyordu. Hüseyin geldiğinden beri daha huzurluyum. Aslında bazen onun yüzünde Kamyar’ı görüyorum. Ellerinin tutup saçlarını okşarken Hüseyin mi Kamyar mı diye hiç düşünmüyorum. Farkı yok. Hissediyorum ki o oğlumdur.”
Cüzzamlılar evinde çektiği Ev Karadır filminin son kısımlarında, öğretmen çocuklardan üç çirkin şey saymasını ister.
Bir çocuk yüzünde kocaman gülümsemesiyle “Ay, güneş, çiçek, oyun” der.
İşte bu çocuk Füruğ’un evlat edindiği Hüseyin Mansur dur.
Dördüncü şiir kitabı Yeniden Doğuş 1964’te yayımlanır.
Düşünceleri ve şiirleriyle İranlı kadınları olduğu kadar, baskıcı rejimlerde yaşayan kadınları da etkiledi.
Kadınların sorunlarını ele aldığı şiirleri, fikirleri şiddetli tartışmalara neden oldu.
İran toplumunun kadınlara karşı uyguladığı ayrımcılığı eleştirdi ve kadınların daha iyi koşullarda bir yaşama kavuşmasını ve haklar elde etmesini savundu.
Şah Dönemi’nin despotluğuna da karşı çıktı.
Şairin şiirleri ve yaşamı hakkında çok sayıda makale ve kitap yayınlandı.
Ferruhzad ile ilgili biri Unesco diğeri Beernardo Bertolicci tarafından iki belgesel film hazırlandı ve yayımlandı.
1967’nin 13 Şubatı’nda, karşısına çıkan okul servisine çarpmamak için frene basar ve savrulur. Öldüğünde sadece 33 yaşındadır.
Mollalar cenaze namazını kıldırmak istemediler
Naaşı 2 gün bekletilince cenaze namazını yazar arkadaşlarından birisi kıldırdı.
Yarım kalan son şiir kitabı, İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına ölümünden sonra yayımlanır.
Anıları, röportaj ve mektupları ise Dünya Sevmek İçin Çok Küçük başlıklı kitapta toplanmıştır.
Gençlik döneminde yazdığı bir mektupta şöyle yazar: “Benim arzum İranlı kadınların özgürlüğü ve onların haklarının erkeklerle eşit olmasıdır.
Ben bu ülkede erkeklerin adaletsiz dünyasında kız kardeşlerimin çektikleri sıkıntıları biliyorum.
Sanatımın yarısını onların dert ve ıstırapları için kullanıyorum.”
Füruğ'dan sonra doğan erkek kardeşi Feridun Ferruhzad, gay bir aktivistti.
İran'da bu da oldukça ters karşılanan bir durumdu ve eziyetlere maruz kaldı.
Bir süre ülkeyi terk etti. Geri dönünce Tv şovlarında sunuculuk yaparken Humeyni'nin cinsel takıntıları hakkında bir espri yapması ölümünün sebebi oldu.
"Bana düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir
Ve 'ellerini seviyorum' diyen sesin kederinde ölmektir.
Ellerimi bahçeye dikiyorum Yeşereceğim biliyorum, biliyorum, biliyorum.
Ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın arasında yumurtlayacak."
26 yaşındaki bir genç 1935 yılının başlarında Bursa Ziraat Mektebi yakınlarında uçuş denemeleri yapıyordu.
Dört yıl süren geceli gündüzlü bir çalışma sonucunda tamamen kendi emeği ile yaptığı motorsuz tayyare (planör) ile birkaç kez kaza yapıyor ama asla vazgeçmiyordu.
Bir yandan da kardeşi Neşet’in yanında fotoğrafçılık yapan bu genç Emrullah Ali Yıldız’dı.
Emrullah Ali Yıldız, 1909’da Bursa-Orhangazi’de dünyaya geldi.
Vidin’den Bursa’ya göçen Yıldızzade ailesindendi. Babası Ahmet Kadri Yıldız Bursa’nın en eski kitapçılarındandı.
Annesi Kafkas göçmeni Lütfiye Hanım’dı.
17 yaşındayken Türk Tayyare Cemiyeti tarafından açılan Yeşilköy Tayyare Makinist Mektebine girdi.
Makinist yetiştirmek üzere açılan bu Küçük Zabit (Astsubay) okulunu 1927 yılında birincilikle bitirdi.
“İşçi sınıfının içinde doğmuştum ve on sekiz yaşımda başladığım noktanın da altındaydım
Toplumun mahzenindeydim, öyle sefil bir düşkünlük içindeydim ki bahsetmek uygun düşmez
Uygarlığımızın çukurunda, uçurumundaydım insan atıklarının, pislik ve kemiklerin toplandığı yerdeydim.”
Hikayelerini barlarda, ucuz otellerde, tren vagonlarında önce aklına yazdı.
Toplumun en aşağısındakilerin, görmezden gelinenlerin, ezilenlerin kalemiydi.
Jack London, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu.
Jack London, yoksulluk içinde beş yaşındayken kendi kendine okuma yazmayı öğrendi.
Sekiz yaşındayken önce gazete sattı, sonra bir çiftlikte çalıştı.
Yaşadığı Oakland'da bulduğu şehir kütüphanesi, tüm hayatını etkiledi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da doğum oranı son derece düşmüş, erkek nüfusu önemli ölçüde azalmıştı. Yasa dışı olmasına rağmen kürtaj yaptırılabiliyordu.
Heinrich Himmler 1935 yılında, amacı “Ari Irk”ın nüfusunu artırmak olan
Nazi SS Irkı ve Yeniden Yerleştirme Ofisi şemsiyesi altında, Lebensborn adlı organizasyonu kurdu.
(Türkçesi Yaşam Kaynağı )
Program üç aşamadan oluşuyordu. Birincisi, “Irk bakımından değerli” olan tüm kadınları, evli olsunlar ya da olmasınlar, mümkün olduğunca çok
çocuk yapmaya teşvik eden yoğun bir halkla ilişkiler kampanyasıydı. Almanya’nın her yerinde, çoğunlukla Yahudilere ait dinlenme tesisleri ve villalara el konularak, kızların hamileliklerinde gidip gizlice ve güvenle doğum yapabilecekleri doğum evleri kurulmuştu.
1916 yılında Belçikalılar Ruanda yönetimini ele geçirdiler ve I. Dünya Savaşı sonrasında Ruanda Belçikalıların mandası haline geldi.
Belçikalılar Ruanda’daki insanları burun yapıları, göz ölçüleri gibi anatomik farklılıklarını göz önünde bulundurarak ve
kimlik kartları oluşturarak toplumu Hutu ve Tutsi ırkları olmak üzere ikiye ayırdılar.
Aslında Tutsiler ve Hutular arasındaki kutuplaşma sömürgecilik dönemlerinden önce başlamıştı.
Tutsi kralı Rwabugiri’nin uyguladığı politikalar Tutsilerle Hutular arasındaki
etnik farklılaşmayı arttırmıştı fakat Belçika’nın uygulamalarıyla bu kutuplaşma daha da arttı.
Tutsiler halkın yüzde dokuzunu oluşturuyordu, kalanı ise Hutu idi. Belçika azınlıkta olan Tutsilerin ari ırktan, Nuh’un soyundan geldiklerini daha yakışıklı daha güzel göründüklerini,
"Nikaragualı devrimci örgüt FSLN, 1975 yılında ülkedeki polislerin adreslerini tespit etmeye başladı. Daha sonra bu adreslere tek tek mektup gönderdi. FSLN imzalı mektuplarda şöyle diyordu:
“Belki de işsiz olduğun için polis oldun. Toprağın yoktu, çalışacak yerin yoktu. Belki de bir hiç uğruna çalışmaktan sıkılmış bir tarım işçisiydin. Dolayısıyla polis olmaya karar verdin. Ya da kim bilir belki de çok açtın, gel dediler geldin.
Şimdi ülkenin zenginleri ve Somoza seni topun ağzına sürüyor, seni kendi halkına karşı kullanıyor. Sen Somoza'nın ve zenginlerin sahip olduklarının bekçi köpeğisin. Seni bu yüzden övüyorlar.
“Büyük yaratıcılar, her zaman yaşayacakları, hiçbir zaman unutulmayacakları için, anılarını yazsalar da olur, yazmasalar da. Oysa benim gibi bir öğretmeni, öğrencilerinden, ailesinden, yakın dostlarından başka kim anımsayacaktır?"
85 yıllık ömrüne, muhteşem bir yaşam sığdırdı Mina Urgan. Çok varlıklı zamanlar da yaşadı, malın mülkün tükendiği ama muhabbetin tükenmediği zamanlar da.
1 Mayıs 1915 tarihinde İstanbul‘da dünyaya Şefika-Tahsin çiftinin kızları olarak dünyaya gelmiştir.
Adalar Şairi ve oyun yazarı olan babası Mina 4 yaşındayken ölür.
Şarap kadehi anlamına gelen Mina ismini ona babası vermiştir.
Babasının ölümünden sonra annesi Yazar Falih Rıfkı Atay ile evlenmiştir.