Son zamanlarda fark ettiğim bir şey üzerine konuşmak istiyorum. Bir süredir düşünüyorum bunu, kısa da olsa yazma zamanı geldi diye düşünüyorum.
Ön bilgi: Bu gözlemim yalnızca ilahiyat yayınlarıyla sınırlı –devam eden satırlarda da görüleceği üzere aslında eleştireceğim +++
temel nokta benim de yaptığım bu şeydir- o sebepten vereceğim farazi örnekler sadece bu alandan olacak. Yani maksadım herhangi bir grubu hedef almak yahut göstermek değil.
Fark ettiğim şey şudur ki, araştırmacıların yayınlarında başka yayınlara yaptığı atıflar +++
tek perspektiften yazılmış eserlere. Düzgün ifade edemedim, mecbur örnekleyeceğim,
Olay şu ki, “Kur’an’da X konusu” başlıklı bir araştırma yapan araştırmacı X konusuyla ilgili doğrudan ya da dolaylı olarak yazılmış eserlere de değinmek zorundadır, bu hepimizin malumudur. +++
Lâkin dikkatimi çeken şey şudur ki, araştırmacıların yaptığı atıflar genelde X konusunu araştıran ilahiyatçıların eserleri yahut X konusunu araştıran ilahiyatçıların eserlerinde atıf yapılmış nadir “alan dışı” eserlere.
+++
Yani örneğin “Kur’an’da faiz” konusunu araştıran araştırmacı, araştırmasına bu konuyu güncel, eski, temel ekonomi kitaplarından değil; bu konu üzerine daha önce İlahiyatçılar tarafından yazılmış eserlerden referans vermekte. Elbette -zannederim renk olsun diye- eser miktarda +++
da ekonomiye dair eserlere de atıf yapılmakta. Ama gördüğüm kadarıyla bu atıflar da bahsi geçen eserlerin doğrudan kendisine ulaşılarak değil, bu eserlerden daha önce alıntılarda bulunmuş ilahiyatçıların eserlerinden yapılmakta.
Ve bu dolaylı atıf genelde dolaylı yoldan değil,++
doğrudan yapılmakta. Peki bu ne demek? Ben araştırmacıyım, alanımın dışından benim de ilgilendiğim konuya dair yazılmış bir esere atıf yapmışım. (Örneğin “Kur’an’da faiz” başlıklı araştırmamda güncel ekonomik tezlerden de faydalanmışım) Sonra sen gelmişsin benimle paralel +++
bir konuyu araştırırken (Örneğin “Kur’an’da alacak – verecek ilişkisi”) benim eserimi de okumuş, alan dışından yaptığım atıfları görmüşsün ve bu atıfları kendi eserine de almışsın ama bana hiç atıf yapmadan doğrudan ana esere atıf yaparak yapmışsın.
Bunu benzer metodu +++
kullanan ya da benzer konuyu araştıran eserleri artarda okuduğunda oldukça az okuyan ve akademiyle doğrudan bir teması olmayan kendi halinde bir okur bile fark ediyor. Adamı okuyorum, diyorum ki “ben bu cümleyi daha önce bi eserde okumuştum ama nerede okumuştum?” +++
Bazen aynı kitapta defalarca oluyor bu.
Bu durum fikrî kısırlığa sebep olur zannediyorum. Düşünsene, alanının alanınla dolaylı olarak irtibatlı olduğu bir alana nasıl baktığıyla ilgili tez geliştiriyorsun ama bunu bahsi geçen alanın temel eserlerine dahi tam anlamıyla +++
hâkim olmadan yapıyorsun. Nasıl gelişebilirsin, ne derece özgün fikir üretebilirsin ki? Bir yerden sonra kendi kendine referans verir durursun.
O zaman gelelim bir süredir aklımda dolaşan çılgın fikre. Daha önce buna benzer bir şey yapıldı mı bilmiyorum ama herhangi +++
bir alanda, örneğin ilahiyat alanında, yazılmış tezlerin ve makalelerin kaynakçalarını derleyip bir analiz etsek nasıl bir sonuç ortaya çıkar acaba? Kaç farklı esere atıf yapılmış? Bu eserlerden kaçı kendi (ilahiyat) alanında kaçı başka alanlarda?
+++
Yani akademinin ürettiği eserlerin fikrî zeminini kaç kişi (eser – yazar bağlamında) oluşturuyor? Bence bu ve buna benzer araştırmaların yapılması lazım ama kıymetli akademyamız daha iyi bilir tabi.
+++
Not: yukarıda bahsi geçen tez isimleri farazidir. Eğer o isimde tezler varsa onlar hakkında konuşmadığımı, tez konusunun mevzuyu daha iyi anlatabilmek adına rastgele seçildiğini hatırlatmak isterim.
Galiba başka tweetlerde de buna benzer şeyler yazdıydım ama güncel yazgı (? -:D-) şurada olsa gerek:
Adamın birisi bir şey diyor, bir bağlamda evet dediği şey gayet mantıklı ve makul lâkin başka bir bağlamda o denilen şey çelişki oluşturuyor.
Bu durumda bu uzlaşmazlık nasıl çözülecek?
İhtimaller arasında bocalayıp duruyoruz...
Örnek verelim.
Adam diyor ki, hapse düşen kişi yıllarca eşiyle beraber olamıyor. Oysa cinsellik en temel insan ihtiyacı ve hakkıdır. Bu durumda hem hapsedilen kişinin hem de hapsedilenin eşinin hakkının ihlâli söz konusudur.
İlk okuyuşta, evet mantıklı geliyor.
Ama biraz düşününce başka sorunlar ortaya çıkıyor.
Yazarın gerideki ve ilerideki satırlarında deği gibi, eşler sükûnet bulalım diye var edildi, eyvallah. Ama hocam sükûnetin tek boyutu cinsellik mi Allah aşkına? Eşlerin birbirine karşı tek vazifesi bu mu?
Pek çok ayette kullanılan dil ve üslup sayesinde sahne kişinin zihninde canlanıyor, görselleşiyor. Elbette yukarıdaki gibi değil ama demek istediğim anlaşıldı sanıyorum
"İnsan bilmediğine ya hayran ya düşman olur" diye bi söz vardı. Bu sözün pek çok yanlış içerdiği âşikâr lâkin tecrübe ettiğimiz bir şeydir ki müşahede ettiğimiz pek çok hayranlık ve düşmanlığın altında bilgisizlik yatmaktadır.
Elbette tercihimiz bilgi üzerine temellenmiş tavırdır
Ne alaka?
Bir anım aklıma geldi, paylaşmak istedim.
Aylar evvel bir programı izliyorum youtube'dan. Moderatör kişisi dil üzerine bir şeyler söylüyor. Devamında aşağı yukarı şuna benzer bir şeyler demişti: "Onların Wittgenstein'ı varsa bizim de Zemahşerî'miz var. +++
Ama maalesef bize Zemahşerî anlatılmadı, gençlik yıllarımızda kendi kültürümüz ve geleneğimizden habersiz, Wittgenstein gibi batılılara özendik ve onlara hayran olduk. Oysa Keşşaf'ı okuduğumda gördüm ki orada öyle ince izahlar, öyle derin tahliller var ki +++
▪︎fotoğraflar da olmalı. Hilalin anlatıldığı ayetlere ayette de tarif edildiği üzere, hurma dalı fotosu koyulsa güzel olmaz mı?
▪︎diyaloglar, diyalog halinde verilmeli
▪︎ayette sıra halinde verilen şeyler maddelenerek sıralanmalı
▪︎metinde başka bir konuya geçildiğinde meal metninde bu ayrıca belirtilmeli. Eğer konu geçişi tamamen alakasızsa ayraç koyulmalı. Eğer örneklemek için değişim olduysa ve bu konu değişimi sanılıyorsa, bütünlük devam ediyorsa dipnotla durum izah edilmeli.
▪︎surelerin sonunda özet mahiyetinde konuları toparlayıcı bilgiler verilmeli. Bir önceki tweette bahsi geçen "ayraç" olayına atıf yapılmalı.
▪︎okuyucu konuyla doğrudan ilişkili ayetlere dipnotlarla yönlendirilmeli
İlk okuyuşta "Küller ve kemikler" ibaresindeki "küll"ü "küllî, bütün" olarak anlamış, "kemikler" ibaresinden maksadın da "detaylar, tekiller" olduğunu sanıp "kemik" kelimesinin seçilme sebebini üzerine düşünüyordum.
28.57: "Eğer seninle beraber doğru yoldan gidersek, yerimizden kovuluruz." dediler. Katımızdan bir rızık olarak her türlü ürünün kendilerine getirildiği, saygı duyulan kutlu yere güven içinde yerleştirmedik mi? Ne var ki onların çoğu bilmiyorlar
Milliyetçi arkadaşlarla mutlak vatanperverliğin niçin doğru olmadığı üzerine konuşmaya çalıştığımda adeta "devlettir bizi yediren içiren" diyorlardı. Oysa Kasas'taki ayet memlekette varolabilmeyi de Allah'a dayandırıyor. Sen buradaysan Allah sayesinde buradasın.
"Burayı terk edince nereye gideceksin? Kim seni kabul edecek?" gibi şeyler de söylemişlerdi.
28.85: Sana Kur'an'a uymayı zorunlu kılan, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: "Kimin doğru yolda olduğunu ve kimin sapkın olduğunu Rabb'im daha iyi bilir."