📌📝

Rind-meşreb Şairden Hedonist “Fenomen”e:

Ömer Hayyâm (1048-1132[?])

Nisyandan şöhretin zirvesine bir garip hikâye…

(Minyatür: XVI. yüzyılın meşhûr nakkâşlarından Bihzâd’ın kaleminden Hayyâm) Image
Bütün ömrünü ilmî çalışmalara adamak fakat bir şair olarak hatırlanmak… Büyük matematik âlimi Ömer Hayyâm’ın hikâyesidir bu; talih ve trajedinin birbirine hiç bu kadar yakın olmadığı… Image
Ömer Hayyâm 1048 yılında, Horasan’ın Nişabur şehrinde dünyaya gelir. Genç yaşta başlayan ilim yolculuğu, ömrünün son yıllarına kadar devam eder. Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün (ö.1092) himâyesiyle devrinin en gözde bilim adamları arasında yer alır. Image
İlmî çalışmalarını cebir, geometri ve astronomi alanlarında yoğunlaştırır. Ömer Hayyâm, ilmî faaliyetlerinin semeresini kaleme aldığı eserleriyle ortaya koyar. Bugün şairliğinin gölgesinde kalsa da cebir ve geometri biliminin gelişiminde oldukça önemli bir role sahiptir. Image
Ömer Hayyâm, tartışmasız çok büyük bir âlimdir. Bilim tarihçileri, onun ilmî çalışmalarını takdir ve hürmetle yâd eder. Fakat günümüzde onun âlimliği, şairliğinin yanında neredeyse bir teferruattır. Bugün Ömer Hayyâm, rübaileriyle dünyanın birçok dilinde yaşayan eşsiz şairdir. Image
Aslında hikâyenin başlangıcı biraz gariptir. Şöyle ki Ömer Hayyâm, yaşadığı dönem ve hemen sonrasında ilmî yönü herkesçe bilinen fakat şairliğinden neredeyse hiç bahsedilmeyen biridir. O kadar ki Avfî’nin (ö.1232) Lübâbü’l-Elbâb adlı şairler biyografisinde adı bile anılmamıştır. Image
Hayyâm’la aynı coğrafyada yaşayan Avfî’nin, eserinde kıyıda köşede kalmış şairlere bile yer verirken ondan bahsetmeyişi şaşırtıcıdır. Fakat Hayyâm’ın şiirlerinin edebiyat muhitlerinde yayılmadığına/tedavülde olmadığına işaret etmesi bakımından kayda değerdir. Image
Bugün şöhreti âfakı tutan bir şairin yaşadığı dönem ve sonrasındaki birkaç asırda tanınmayışının sebebi nedir? Bu sorunun cevabını bulmak için, Hayyâm’ın yaşadığı dönemdeki edebî zevk ve telakkiyi bilmek ve şairin, devrin edebî manzarasındaki yerini tespit etmek gerekir. Image
Hayyâm, bir rübai şairidir. Rübai ise iki beyit ya da dört mısradan oluşan, aruz vezninin kendine mahsus kalıplarıyla yazılan kısa bir şiir şeklidir. Şairler rübailerde mahlasa yani şiirde kullandıkları isme yer vermez. O çağlarda, rübai için konu sınırlaması da yoktur.
Hayyâm, Farsçanın kuvvetli bir şiir dili hâline geldiği; büyük şairlerin yetiştiği bir zaman ve coğrafyada yaşar. X.asrın sonlarından itibaren revaç bulmaya başlayan kaside o dönemlerde klâsik edebiyatın en yaygın nazım şeklidir ve bu durum XIII.asrın ortalarına kadar sürecektir. Image
Bu dönemde rübai tarzında şiirler yazılmakla birlikte, edebî açıdan kaside gibi rağbet görmüyordu. Ebu Said Ebulhayr, Bâherzî, Refîʽ-i Mervezî, Neccârî gibi isimler, ekseriyetle rübai yazan ve bu şiirleriyle meşhur olan şairlerdir. Hâliyle Hayyâm bu isimler arasında yoktur. Image
XII. asır, Farsçanın klâsik edebiyattaki altın çağıdır. Kasidede Muizzî, Enverî, Zahîrüddîn-i Faryabî, Hakanî ve Kemâleddîn-i Isfahanî; mesnevide Nizâmî-i Gencevî, sufî şiirde Senâyi-i Gaznevî ve Ferîdüddîn Attâr. Bu isimler seviyesinde olmasa bile birçok şair daha sayılabilir. Image
İsimlerini saydığımız şairler, kısa sürede muakkiplerini bulmuş yani bir “ekol” hâline gelmişlerdir. Tesirlerini asırlar boyunca hissettirecek olan bu şairler; yetişme çağındaki şairler için birer öncüdürler. Gençler onların eserlerin okuyarak şiirin dünyasına adım atarlar. Image
Şiirlerinde sürekli olarak “eğer bu şiiri Hakani, Nizami vd. duysa mezarından kalkıp bana aferin derdi” diyerek rüştünü ispata çalışırlar. Şiirde olgunlaşan ve büyük şair olduğunu göstermek isteyenler ise bu isimlerin şiirlerine nazire söyleyerek (cevap vererek) meydan okurlar. Image
Klâsik edebiyatın önemli bir geleneği olan bu husus, şairler arasındaki etkileşimi ve eserlerin okunma seviyesini göstermesi bakımından oldukça mühimdir. Bu irtibat ağı içinde Hayyâm’ın ismi neredeyse hiç görülmez, ta ki XVI. asra yani şairin ölümünden 400 yıl sonrasına kadar.
Peki, bu tarihlere kadar Hayyâm’ın şiirlerini kimler biliyor, kimler okuyordu? Yine başa dönmek ve bir konuya açıklık getirmek gerekiyor: Hayyâm’ın esas meşgalesi ilim, aslî hüviyeti ise âlimdir. Şiir onun için tâli yani ikincil bir uğraş görümündedir. Image
Unutulmamalıdır ki nazım bilgisi, belâgat ve fesahat klâsik eğitimin bir parçasıydı. Bu tahsîl sürecinden geçen biri, sanatkârâne bir temâyül olmaksızın bu kültürel atmosferde az da olsa şiir söyleyebiliyordu. Burada, rübainin bir özelliğine işaret etmekte de fayda var: Image
Rübai, Farsçaya mahsus bir şiir formudur. Bu yönüyle “mahallî” bir tarafının olduğu yani daha “basit ve sade” bir söyleyişe imkân tanıdığı dolayısıyla da klâsik şiirle “derin temas” kurmaksızın şiir yazmayı mümkün kıldığı söylenebilir. Image
Bu bağlamda, Hayyâm’ın şairliği hususundaki en büyük muamma şudur: O, şâirlik istidadının tesiriyle şiire yönelmiş ve şiiri bir “varoluş” alanı olarak mı görmüştü yoksa fikrî ve tecrübî birikimini ifade için nazmı vesile mi saymıştı?
Kesin ve keskin bir cevap vermek oldukça zor. Belki her ikisine de belli ölçüde “evet” demek mümkün. Ama elimizdeki şiir örnekleri ve edebiyat tarihindeki tabiî seyir, bize ikincisinin daha ağır bastığını gösteriyor. Hayyâm’ın rübaileri dışında şiirleri olabilir mi? Mümkün…
İlmî eserlerinde telif lisanı olarak Arapçayı kullanan Ömer Hayyâm, dönemin hâkim temâyüllerine uyarak bu dilde şiir söylemiş olabilir. Nitekim o dönemin ilmiye sınıfına mensup şairlerinde bu oldukça yaygın bir tavırdır.
Hayyâm rübailerinden bahseden ilk kaynakların, edebî nitelikli eserler olmaması dikkat çekicidir. Özellikle felsefe ve tasavvuf vadisinde kaleme alınan eserlerde tesadüf edilen bu rübailer daha sonra şiir mecmualarında (antolojilerde) da görülmeye başlanır. Image
Bu mecmualar arasında, Ömer Hayyâm’ın 13 rübaisinin yer aldığı Bedrüddîn-i Câcermî’nin Munisü’l-ahrâr’ının önemli bir yeri vardır. Hayyâm’ın rübaileri ilk kez Yar Ahmed-i Tebrîzî tarafından 868/1465 yılında Tarab-hâne ismiyle bir araya getirilir. Image
Bu tarihler, Hayyâm rübailerinin müstakil eser olarak günümüze ulaşan ilk nüshaların vücuda getirildiği zamanlara tesadüf eder. Bu tarihe kadar Hayyâm rübaileri, dönemin şiir mecmualarında varlığını sürdürür. Image
Konu, nazım şekli ya da estetik beğeniye göre tertip edilen bu antolojiler, divanı (şiir kitabı) olmayan birçok şairin şiirlerini barındırması açısından oldukça mühimdir. Bugün, birçokları gibi Hayyâm rübailerinin günümüze ulaşmasını da bu mecmualara borçluyuz. Image
XV. asrın ortalarından itibaren Hayyâm’ın rübaleri kitaplaştırılırken bu mecmualardan yararlanılır. Fakat çok büyük bir problem vardır: Aidiyet meselesi. Rübailerde mahlas bulunmayışı, bu şiirlerin kime ait olduğu konusunda büyük bir karışıklığa neden olur. Image
XIV. asrın sonlarına gelindiğinde, mecmualarda Hayyâm’a atfedilen rübai sayısı 66’dır. Yar Ahmed-i Tebrîzî’nin 1465 yılında hazırladığı Tarabhâne’de ise on başlık altında 559 rübai bulunur. Anlaşılan o ki Tebrîzî, Hayyâm’a atfedilen şiirleri kritik etmeksizin kitabına almıştır. Image
Bu asrın sonlarında Ömer Hayyâm’a ilginin artmasıyla birlikte birçok rübai nüshası hazırlanır. Bu nüshalarda rübai sayısı 150 ile 400 arasında değişiklik gösterir. Muteber nüshalarda bu sayılar korunurken, popüler nüshalarda sayı kontrol edilemez bir şekilde artar ve bini geçer. Image
Ömer Hayyâm’ın şairliğinde iki kırılma döneminden bahsedilebilir. İlki, XV. asır ortalarında şairin rübailerinin mecmualardan derlenerek edebiyat dünyasında tedâvüle girmesidir. Bu tarihlerden itibaren Hayyâm’ın tesiri giderek artar ve şairin ismi rübai ile özdeşleşmeye başlar.
XVI. asrın ortalarından itibaren, rübaiye ilgi duyan ve hâssaten bu vadide şiir söyleyen her şair için Hayyâm bir üstaddır artık. Onun rübailerinde tasavvufî neşve bulup şiirlerini bu yönden yorumlayanlar olmakla beraber, genel algı onun rind-meşrep bir şair olduğu yönündedir.
Ömer Hayyâm ve rübaileri için ikinci kırılma dönemi ise XIX. asrın ortalarında şairin Batı dünyası tarafından keşfiyle başlar. Bugünkü Hayyâm algısı da büyük ölçüde bu “keşif”le şekillenmiştir. Şarkiyat çalışmaları merkezinde doğan bu ilgi, etkisini çok kısa sürede gösterir. Image
Ömer Hayyâm’ı Batı’ya gerçek manasıyla tanıtan isim Edward Fitzgerald’dır (1809-1883). İngiliz şair Fitzgerald, Hayyâm’ın 75 rübasini sanatkârâne bir üslupla İngilizceye çevirerek 1859 yılında kitap olarak yayımlar. Kitap yayınlanışının ilk yıllarında pek ilgi görmez. ImageImage
Fakat 7-8 yıl sonra gazeteci ve eleştirmenlerin dikkatini çekerek büyük bir övgü alır. Fitzgerald, 35 rübai tercümesi ilavesiyle 1868’de kitabın ikinci baskını hazırlar. Ömer Hayyâm İngiltere’de kısa bir sürede ilgi odağı haline gelir. Bu ilgiden mütercim de payını alır. Image
Bu kitap, kısa aralıklarla yeni baskılarını yapar. İngiltere’den yayılan bu hava, kısa sürede Avrupa’yı kaplar. J. B. Nicolas, 1867 yılında rübailerin çevirisini Paris’te neşreder. XIX. asrın sonlarına gelindiğinde Hayyâm’ın rübaileri diğer Avrupa dillerine çevrilmeye başlanır. Image
XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde Hayyâm’ın rübaileri, genel edebiyat okuyucuları nezdinde büyük bir popülerlik kazanır. Aynı ilgi akademi dünyasında da görülür. Hayyâm’la ilgili çalımalar iki noktada toplanır: Şairin rübailerinin doğru bir şekilde tespiti ve felsefesi. Image
Hayyâm’ın rübailerinin muteber nüshalardan derlenmesi ve ona ait olmayanlarının ayrıştırılması akademiyi uzun süre meşgul eder. Jukovski, A. Christensen, Rosen, Muhammed Ali Füruğî, Said Nefisî, Sâdık Hidayet, Kâsım Ganî, Alî Deştî gibi birçok araştırmacı bu konuda çalışma yapar. Image
Bugün gelinen noktada, henüz meselenin çözüme kavuştuğu söylenemez. Araştırmacılarının ekserinin üzerinde ittifak ettiği 60 civarında rübai var. Bunun dışındaki rübailerde ise ortak bir kanaat söz konusu değil. Herkes kendi kriterlerine göre rübai tercihlerinde bulunur.
Yakın zamanlarda neşredilen bazı şiir mecmualarında, Hayyâm’a atfedilen yeni rübailere tesadüf edilmektedir. Büyük ihtimalle başkaları da bulunacaktır. Fakat bunların da “aidiyet problemi”nin gölgesinde kalarak meselenin çözümüne nihaî bir katkı sunmayacağı âşikârdır.
Hayyâm rübailerinin tespiti meselesinde bir çıkış yolu olarak “Hayyâmâne” kavramı geliştirilir: Bazı rübailerin Hayyâm’a aidiyeti kesin olmasa bile bu rübailer fikir ve üslup itibariyle Hayyâm’ın ruhunu yansıtmaktadır. Dolayısıyla bu rübaileri ona atfetmekte bir mahzur yoktur. Image
Meseleyi çözmek adına geliştirilen Hayyâmâne kavramı, aslında problemi biraz daha derinleştirir. Şöyle ki “Hayyâme” olarak nitelendirilen şiirle klâsik literatürde “rindâne”ye karşılık gelir ve bu özellik sadece Hayyâm’a mahsus olmayıp birçok şairde görülmektedir.
Rind; geçmişin pişmanlığı ve geleceğin kaygılarından âzade olarak hayatın sadece içinde bulunan ândan ibaret olduğunu düşünen ve kendi gönlünce yaşayandır. Bu düşüncenin aksettiği şiirler ise rindâne olarak adlandırılır. Image
Bir tarz/tavır olarak rindâne şiir, bilhassa sufi-meşrepli şairlerde görülür ki Hayyâm’a ait gösterilen bazı rübailerin Ebu Said Ebulhayr, Feridüddin Attar, Evhadüddin-i Kirmanî, Mevlana Celalaleddin-i Rumî, Efdalüddin-i Kaşânî gibi şairlere atfedilmesi de bundandır. Image
Bugün rübaileri dillerden düşmeyen Hayyâm’ın, zikrettiğimiz hususlar sebebiyle “anonim” bir tarafının olduğu gözlerden uzak tutulmamalıdır. Ve bu rübailerden hareketle onun dünya görüşü/felsefesi hakkında söylenenlerin doğruluğu da aynı “anonim”liğe matuftur. Image
Bugün, Hayyâm kimilerine göre materyalist kimilerine göre ateist kimilerine göre ise hedonist/epiküryendir. Nihilist, septik, fatalist (kaderci) hatta anarşist olduğu düşünenler de var. Hatta onu ezoterik ve hetedoroks bir yapının mensubu olarak görenler de az değil. Image
Sadık Hidayet’e göre Hayyâm, tüm bunların dışında, kadim İran medeniyetini istila eden Araplığa başkaldıran asil ruhlu bir Pers’tir. Görünen o ki Hayyâm, modern dünyanının eğilimlerine göre yeni yeni kimlikler kazanmakta ve çağının bir filozof-şairi hüviyetini korumaktadır. Image
Bugünkü Hayyâm algısının büyük ölçüde Batı’da şekillendiğini söylemek herhalde mübalağa olmaz. Bilhassa 1892’de Londra’da kurulan “Omar Khayyâm Club” ve bu dernek etrafındaki faaliyetlerin etkisi dikkate değerdir. Image
Bir grup Hayyâm hayranının bir araya gelerek kurduğu bu dernek, şairin rübailerindeki hayat tarzının yaşandığı bir sahneye dönüşür. Hayyâm, “elit” bir zümrenin ideal yaşam tasavvurunun idolü/fenomeni hâline gelir. Hayyâm onlara göre kutsal kitapların cennetini dünyada yaşamıştır. ImageImage
Ünü İngiltere sınırlarını aşan ve farklı ülkelerde de faaliyet gösteren Omar Khayyâm Club, Hayyâm’ın şiir ve felsefesini dünyaya tanıtmakta önemli bir rol üstlenir. Hayyâm, Batı’daki efsunlu anlatılara kaynaklık yapan “harem” imgesinin tam ortasına yerleştirilir. ImageImage
Batı’nın zihin ve hayal dünyasını süsleyen “harem”, Hayyâm’ın rübailerinde hayat bulur.Kulüpte düzenlenen programlarda, oryantal müzik ve danslar önemli bir yer tutar. Ve tabii içki, elden ele dolaşan kadehlerle. Modern dünyanın merkezinde “Ortaçağın Şarkı” yeniden canlandırılır. ImageImage
Bu manzaralar, Hayyâm rübaileri tercümelerinin yer aldığı kitaplara da yansır. Birçoğu sanat değeri taşıyan çizim ve resimlerle, bu kitaplar süslenir. Hayyâm sadece şiirde kalmaz, resimlerle de hafızalara kazınır. Hayyâm, hızla Batı’nın zihin dünyasında kendine bir yer bulur. ImageImage
Hayyâm, rübaileriyle Avrupa’nın kültür ve sanat hayatının damarlarında dolaşmaya başlar. Edebiyattan felsefeye, müzikten tiyatroya, sinemadan operaya bir çok alanda Hayyâm rüzgarı esmeye devam eder. Bu yönüyle Hayyâm, Doğu dünyasından Batı’da kabul gören en büyük isim olur. ImageImageImage
XIX. asrın sonlarında Batı’da başlayan Hayyâm ilgisi, etkisini Osmanlı’da da gösterir. Hayyâm’ın rübaileri, 1885 yılında Muallim Feyzî tarafından Türkçeye çevrilmeye başlanır. Esasen daha evvel de Hayyâm rübailerinin az da olsa tercümesi vardır fakat bunlar “eski dünya”ya aittir. ImageImage
İlgi duyulan Hayyâm ise yeni dünyanındır. Muallim Feyzî’nin çevirilerini; Abdullah Cevdet, Hüseyin Dâniş, Rıza Tevfik tercümeleri takip eder. Cumhuriyet döneminde tercümelerin sayısı giderek artar ve bugün Hayyâm rübailerinin 50’den fazla çevirisi vardır.
“Yeni” Hayyâm, Türk edebiyatında çok sevilir. Hayyâm’ın şiirleri ve felsefesi merkezinde, edebiyat dünyasında bazı tartışmalar da çıkar. Fakat bugün de görüleceği üzere, Batı’daki Hayyâm algısı büyük ölçüde hâkim olur. Hayyâm çevirilerinin bir kısmı Batı dillerinden yapılır.
Batı’daki Hayyâm algısının Türkiye’de kabul görmesinde, bu çevirilerin de rolü vardır. Ayrıca popüler çevirilerde, Hayyâm rübailerinin aidiyet problemine önem verilmez. Bu sebeple Hayyâm’a ait olmadığı neredeyse kesin olan pek çok şiir onun adıyla edebiyat piyasasında dolaşır.
Cumhuriyetin ilanıyla modernleşme sürecini hızlandıran Türkiye’de Hayyâm, eski ve köhne dünyanın içinde parıldayan aydınlık bir yüz olur. Bilim adamı kimliğine sahip olan şair, yeni Türkiye’nin geçmişle hesaplaşmasında önemli bir figüre dönüşür.
Hayyâm, mâzinin taassupla örülü dünyasında bugünün aydınlık hayatını yaşamıştır. Dine lâkayt hatta dinsiz, seküler bir düşünceye sahip ve yaşama sevinciyle dopdolu… Sürekli şarap içip hayatın tadını çıkarmaktan bahseden şair, neredeyse cumhuriyetin ideal “vatandaş”ına dönüşür. ImageImage
Hayyâm kimi zaman sofu ve mutaassıplarının ağzının payını veren bir retorikçi kimi zaman dindeki (İslâm’ın) çelişkileri gözler önüne seren bir filozof/ideologdu. Hayyâm o kadar fonksiyonel bir kişiliğe dönüşür ki günün ihtiyaçlarına cevap verecek kimliği çarçabuk kazanır. Image
Dünya nimetlerinin peşinde koşan insanın idolü olan Hayyâm, “yaşamı/dünyayı merkeze alan” felsefesi dolayısıyla Anadolu’daki kadîm inançların da fikir babaları arasında yer alır. Sadece din değil mâziyle de hesaplaşmak isteyen herkesin yolu bir şekilde Ömer Hayyâm’la kesişir.
Günümüzde, dünyaya mâl olmuş düşünür ve edebiyatçılara kendilerine ait olmayan (hatta ait olması mümkün olmayan) sözlerin atfedilmesi; neredeyse “vaka-i âdiye” hâline gelmiştir. Bu isimler arasında, böyle bir töhmete uğramama saadetine ermişi de yok gibidir.
Fakat hiçbiri, Hayyâm kadar bedbahtlığa da duçar olmamıştır. O kadar ki Hayyâm, bu sözlerin gölgesinde aslî hüviyetini yitirmiş, bambaşka bir insan olup çıkmıştır. Argo hatta küfür içerikli sözlerin (hâliyle şiir değil) şaire atfedilmesi ise en trajik olanlarıdır.
Londra’da elit bir zümrenin ideal hayat tasavvurunun merkezinde yer alan Hayyâm, zamanla geniş halk kitlelerine ulaşır. Günümüze gelindiğinde ise bilhassa sosyal medya aracılığıyla, doğrudan kitapla irtibat kuramayan insanları da etkisi altına alır. Image
Bu durum, Hayyam’ın (rübailerinin) vulgarize edilmesini de beraberinde getirir. Âlemin geçiciliğinden varoluş sancılarına kadar uzanan felsefî düşünceler, yerini basit yaşam pratiklerine bırakır ve “ahiret kaygısından kurtul, gününü gün et” yaşam mottosuna dönüşür.
Hayyâmâne düşünceler ve hayat tarzı artık her yerdedir. Bir senelik kazancını birkaç gecede harcayan sıradan insan da “hayat felsefe”sini Hayyâm’da bulur. Ve o sihirli cümle kulaklarda çınlar: Bi daha mı gelicez dünyaya.
Hayyâm bugün bir şairden ziyade “fenomen”dir. Hem kelimenin aslî anlamıyla hem de yaygın kullanımıyla. Peki, gerçek Hayyâm? O, asırlar evvelindeki şiir mecmualarındaki rübaileri gibi yalnızlığında yaşamaya devam ediyor. Ya o rübailere akseden hayat, onlar da mı gerçek değil?
Her şeyden evvel şunu bilmek gerekir ki şiir amel defteri değildir. Evet, şiir şairin yaşadıklarından izler/akisler taşır. Fakat şiirde yaşanılan kadar “yaşanıl(a)mayan” hayat da vardır. Dolayısıyla klasik şiiri, şairlerin sergüzeşti olarak okumak hatalıdır.
Hayyâm’ın hususî hayatına dair anlatılanların tamamı menkıbevî nitelik taşır. Dolayısıyla bu anlatılardan hareketle onun yaşam tarzını belirlemek çok güçtür. Şiirinden hareketle onun dehrîliğinden (materyalist) bahseden de vardır hâlis bir Müslüman olduğunu söyleyen de…
Bugün söylenenlerin de geçmişte anlatılanlardan hiçbir farkı yoktur. Hayyâm belki, rübailere aksettiği şekliyle rindâne bir hayat sürmüştür. Belki de bu rübailer, bütün ömrünü ilim yolunda harcayan bir insanın âhir ömründeki serzenişlerinin yansımasıdır, kim bilir?
Ayrıca klasik şiirin kendine mahsus bir sembolik dili vardır. Bu hususu göz ardı ederek şiirleri yorumlamak bizi “absürd” noktalara götürebilir. Meselâ şiirlerinden hareketle İbn Kemal’i değerlendirirsek onun bir şeyhülislam değil meyhane müdavimi olduğu zannına kapılabiliriz.
Hayyâm için durum çok daha karışıktır. Her şeyden evvel Hayyâm rübailerinin çok azının ona aidiyeti kesinlik arz etmektedir. Büyük çoğunluğunun ise uzaktan yakından alâkası yoktur. Dolayısıyla bugünkü Hayyâm, kendisinden ziyade “anonim” bir karakteri yansıtmaktadır. Image
Rübai şairi Hayyâm’ın, rindâne fikirleri ve sehl-i mümteni (büyük güçlükle yakalanan sadelik) üslubuyla kendine mahsus bir “ses”i vardır. Fakat bu ses, klâsik edebiyat geleneğine aittir ve ancak o zeminde anlamlandırılabilir. Bâkisi fantastik yorumlardan ibarettir…
Rind-meşreb Şairden Hedonist “Fenomen”e:

Ömer Hayyâm (1048-1132[?])’ın öyküsü.

Paylaşımı hazırlayan arkadaşımız Dr. İsa AKPINAR’a çok teşekkür ediyoruz.

Dr. İsa AKPINAR’ın bu vadide hazırladığı paylaşımlarla sayfamıza katkısı sürecek.

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with İstanbul Sosyoloji

İstanbul Sosyoloji Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @iuefsosyoloji

10 Apr
🏛️🔎📝
Klasikler...
Batı düşünce dünyasını ve edebiyatını zenginleştiren önemli isimler ve metinler...
Bugün klasiklere dair paylaşımlarımızı gelin birlikte hatırlayalım. Image
"Daha Hristiyanlık yokken “yaradılışı itibarıyla Hristiyan”, Avrupa yokken “Avrupa’nın babası”ve “tüm Avrupa’nın klasiği” olmuştur."

Vergilius:

"Ilias ve Odysseia, antikçağ kültürünü ve edebiyatını anlamak isteyen her araştırmacının aralayacağı ilk kapıdır. Ne de olsa Homeros, Platon’un Devlet’teki deyişiyle, “bütün Yunanistan’ı eğiten şair”dir."

Homeros:

Read 4 tweets
26 Mar
Kemal Tahir romanları ele aldıkları konular, kullandığı mekanlar, yayımlandığı dönemler nedeniyle çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulmuştur. Bu sınıflandırmalar ile birlikte Kemal Tahir’i nasıl okumalıyız? Birlikte bakalım…🔎
Kemal Tahir’in eserleri ilk olarak yazar hayatta iken yayımlananlar ve ölümünden sonra yayımlananlar olarak ikiye ayrılır. Öykülerden oluşan Göl İnsanları kitabı 1955 yılında yayımlanır.
Aynı yıl (1955) ilk romanı olan Sağırdere de okuyucularla buluşur. 1973 yılında vefat eden yazar. 1955 ile 1973 yılları arasına öykülerden oluşan bir kitap ile on dört roman sığdırır.
Read 39 tweets
24 Mar
Distopya denince akla gelenler:
Zamyatin, Huxley, Orwell, Bradbury...
Bu çatı altındaki paylaşımlarımızı birlikte hatırlayalım...
🎥🔢🐷🧑‍🚒 Image
"1920’de, türünün öncüsü kabul edilen, kendinden sonra yazılacaklara prototip oluşturan, bilinen tek romanı; 26. yüzyılda, bir devrim sonrasındaki hayali bir toplumu anlattığı “Mıy” (Biz / We) el yazması kopyalarla dolaşıma girer."

Yevgeni Zamyatin:

"26.yy Londra’sında geçen Cesur Yeni Dünya, üremenin teknolojiye bağlandığı ve anne-baba olmanın, doğal olarak aile kurmanın yasaklandığı distopik bir evreni betimler. Burada uykuda öğretim yoluyla toplum dönüştürülmüştür."

Aldous Huxley:

Read 5 tweets
19 Mar
Rainer Maria Rilke.

4 Aralık 1875, Prag, Çekya.
29 Aralık 1926, Montrö, İsviçre.

📝🔎 Image
Alman Şansölye Schröder onun “Sonbahar günü” şiiriyle halka sesleniyor, Lady Gaga mısralarını koluna dövme yaptırıyor. Kimileri onun şiiriyle aşık oluyorken, kimileri de yine onun dizeleriyle dünyaya sırtını dönüyor.
Modernizmin ve materyalizmin çelik ve soğuk yüzünden kaçıp sığınacak manevi kucak ararken hayal kırıklığı ve öfke içinde Hristiyanlıkla hesaplaşıyor. Ve bir şarkiyatçının evinde Kuran’la tanıştıktan sonra İslam Peygamberine “Muhammedin Risaleti” şiirini yazıyor. Image
Read 86 tweets
19 Feb
Kimilerine göre “bir sağırlar diyaloğu”, kimlerine göre “at gözlükleri”ni ortadan kaldırıcı bir sentez, kimilerine göreyse “kuramın yoksulluğunu” ortadan kaldıracak bir işbirliğinden bahsetmenin sırasıdır: Tarih ve Sosyoloji’nin işbirliğinin. 🔎
Tarihsel Sosyoloji bir kürsü ve disiplin olarak 20. yüzyıl ortasında ortaya çıkmış olsa da, Tarih ve Sosyoloji’nin birbirleriyle olan hem kuramsal hem ampirik alış-verişinin hikayesi önceki yüzyıla kadar rahatlıkla götürülebilir, hatta orada başlar.
Tarihin bir disiplin ve modern bir bilim olarak doğduğu 19.yüzyılda, Sosyoloji’nin “kurucu babaları”nın eserleri büyük bir tesirle Avrupa’da yayılıyordu. Sosyoloji de kürsülerde yer edinmiş, bir meslek olarak kendisini kabul ettirebilmişti.
Read 112 tweets
12 Feb
Kemal Tahir paylaşımlarımıza bu kez de yazar ile ilgili yayımlanan dosyalar, özel sayı dergiler ve kitaplarla devam ediyoruz. Kemal Tahir’i konu edinen özel sayı dergilere ve kitaplara birlikte bakalım... 🔍📚 Image
21 Nisan 1973 tarihinde, vefatının ardından Cumhuriyet gazetesinden Ortadoğu gazetesine kadar düşünsel ve siyasi yelpazenin hemen her tarafından gazetede Kemal Tahir ile ilgili yazılar yayımlanır. ImageImage
İlk "özel dosya", Yeni Ortam'da 23 Nisan 1973'te başlayıp birkaç gün süren; D. Hızlan, M. Öneş, Ö. Faruk Toprak, Tarık Dursun K., Füruzan, M. Cevdet Anday, Rauf Mutluay, S. Hilav, A. Özyalçıner, H. Asılyazıcı, Naci Çelik'in katıldığı “Kemal Tahir İçin Ne Dediler?” dosyasıdır. Image
Read 50 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!