Kimilerine göre “bir sağırlar diyaloğu”, kimlerine göre “at gözlükleri”ni ortadan kaldırıcı bir sentez, kimilerine göreyse “kuramın yoksulluğunu” ortadan kaldıracak bir işbirliğinden bahsetmenin sırasıdır: Tarih ve Sosyoloji’nin işbirliğinin. 🔎
Tarihsel Sosyoloji bir kürsü ve disiplin olarak 20. yüzyıl ortasında ortaya çıkmış olsa da, Tarih ve Sosyoloji’nin birbirleriyle olan hem kuramsal hem ampirik alış-verişinin hikayesi önceki yüzyıla kadar rahatlıkla götürülebilir, hatta orada başlar.
Tarihin bir disiplin ve modern bir bilim olarak doğduğu 19.yüzyılda, Sosyoloji’nin “kurucu babaları”nın eserleri büyük bir tesirle Avrupa’da yayılıyordu. Sosyoloji de kürsülerde yer edinmiş, bir meslek olarak kendisini kabul ettirebilmişti.
İki disiplin de “modern disiplinler” olarak 19.yüzyılda ortaya çıkmış olsa da gökten inme bilimler değillerdi. Geleneksel tarihçilik ve “toplumun dinamiklerini modellerle açıklayan” bir görünmez yöntem olarak adı Sosyoloji olmasa da bir şekilde ortadaydı.
Avrupa’da Fransız Devrimi gibi büyük bir toplumsal/tarihsel olayın arifesi ve sonrasında toplumun nasıl işlediğini ve nelerden meydana geldiğini merak eden ve çeşitli modeller sunan birçok sosyolog karşımıza çıkacaktı.
Tocqueville, Montesquieu, Comte, Durkheim, Spencer, Weber, Marx ve Tönnies gibi birçok sosyolog hem topluma yön verme hem de bu toplumların işlerliğinin dinamiklerini anlamak için birçok temel tez ve model ortaya koydular.
Bu sırada Leopold von Ranke, üniversitelerde doğa bilimleri (naturwissenschaften) üzerinden tanımlanan bilimsellik kaidelerine “tarih”i de uyarlamak zorundaydı.
Doğa bilimlerinin, bilim olmanın olmazsa olmazları olan deney, laboratuvar, örnek ve pratik merkezliliği gündeme getirerek “kütüphanede çalışan tarihçi” imgesini yıkacaktı. Tarihin laboratuvarının arşivler, materyalinin de belge oluşu onu bilim yapacaktı.
Böylelikle doğa bilimlerinin aşılması zor patikalarından olan bilimsellik tanımı uğruna tarihçilik kurumsal olarak yepyeni bir bilim olarak ortaya çıksa da diğer bilimlerle olan münasebetini birkaç adım geriletecek bir adım atmıştı.
Belgeler toplumu devletin gözünden anlatıyordu. Bürokrasi toplum tarafından değil, devlet tarafından organize ediliyordu. Ranke’ye göre önemli olan kralların, imparatorları ve savaşların tarihiydi. Belgelere hâkim olmak vs. için coğrafya ve filoloji bilgisi tarihçi için şarttı.
Ranke’nin her tarihçi tarafından bilinen meşhur iki ilkesi “Objektivität bei der Wiedergabe der Geschichte/tarihi anlatırken objektiflik” ve “Wie es eigentlich gewesen ist/gerçekte nasılsa öyle” idi. Dolayısıyla yorumun yolu kapanıyordu.
Ranke her ne kadar Hristiyan tarihsel teolojisinin ve eskatolojisinin güdüsünde bir tarih yazmış olsa da konuları incelerken söylediği gibi bir tarih (nasıl olduysa ve tarafsız) yazmaya çalışmıştı.
Fakat bu iki ilke tarihçinin olayları belgedeki gibi yazmasını, olayları yorumlamayıp, “en doğru” biçimde aktarmasını ancak bu şekilde bilimsel bir değere sahip olabileceğini söylüyordu. Bu da tarihsel modeller ve kuramsal analizleri ıskartaya çıkarıyordu.
Aynı zamanda filozof Wilhelm Dilthey de birçok sosyoloğun “nedenselliği açıklama” ilkesinden dolayı bizatihi sosyolojiyi “pseudo-bilim” olarak suçlayarak Ranke’nin doğa bilimleri benzeri bir bilim olarak formül ettiği tarihi tekrar kategorilendirdi.
Dilthey bilimleri doğa bilimleri (naturwissenschaften) ve tinbilimleri (geisteswissenschaften) olarak ikiye ayırmıştı. Bu soğuk duvar örme ve kategorilendirme; nedensellik açıklamasının doğa bilimlerinde, deneyin ise tinbilimlerinde olmasını savunuyordu.
Friedrich Nietzsche de yıllar sonra 1874’te Rankeci tarihçiliğin kalelerinden biri olmuş Basel Üniversitesinde Tarihin Yaşam İçin Fayda ve Zararı adlı bir kitap yayınlayarak “belge fetişizmi” ve “siyaset merkezliliğin” artık işe yaramayan, fuzuli bir tarih olduğunu söylüyordu.
Bütün bu anlatılan sosyolojinin tarihle birlikteliğini dışlarken önceden var olmuş ve gelişmekte olan bir tarihçiliğin de yolunu kapatıyordu; kültür tarihçiliğinin. Bu, Jacob Burckhardt’ın başını çektiği, politikadan ziyade toplumun dinamiklerinin değişimini konu alan bir türdü.
Sosyolojinin de temel inceleme alanlarının başında gelen kültür/uygarlık/bildung gibi konuları inceleyen bu tarihçilik kökenlerini Voltaire’den Edward Gibbon’a kadar götürebiliyordu. Fakat bu çalışmaların bilimler-arasılığı görmezden gelinmelerine yol açıyordu.
Geç 19. yüzyıl nesli sosyologları farklı bir evreye girdiler. Weber ve Marx teori ve modellerini tarihten, Durkheim etnolojiden, Simmel tarih, ekonomi ve felsefeden devşiriyordu.
Weber ideal-tip/karizma modelini bilindiği üzerine Rudolf Sohm’un Kirchengeschichte (Kilise Tarihi) eserinden gelen ilhamla geliştirmişti. Kendisinin birçok çalışması da bizatihi tarih üzerineydi.
Max Weber’in erken çalışmaları Genel Ekonomi Tarihi ve Roma Tarım Tarihi, ekonomi ve tarih disiplinlerini kullanarak kuracağı sosyolojisinin ilk adımlarıydı. Protestan Etiği ve Kapitalizmin Ruhu kitabı en temel tarih-sosyoloji kitaplarındandı.
16. yüzyılda şekillenen kapitalizmin kökenlerini Kalvinci Protestanlığın temel prensiplerinde arayan bu çalışma Wallerstein’den Skocpol’e, Elias’tan Tilly’e birçok tarihsel sosyoloji uzmanının çalışmalarının yolunu açacaktı.
Rankeci tarihçiliğin merkezde olduğu yıllarda Karl Lamprecht disiplinler-arası tarih çalışmalarının yapılmasına dair bir çağrıda bulundu. Bu çağrının başlığı “kolektif tarih”ti. Lamprecht tarih için “sosyo-psikolojik bir bilim” tanımını yapıyordu.
Bu çağrıdan sonra yayınlanmaya başlayan (1891-1909 arası) Deutsche Geschichte/Alman Tarihi isimli ciltler sosyoloji ve tarih (beşeri coğrafya vd.) disiplinlerinin ortak bir şekilde kullanılmasıyla ortaya konuluyordu.
Ciltler boyunca Durkheim’ın teorisi ve Année Sociologique dergisinden övgüyle bahsediliyordu. Almanya Tarihi ciltleri birçok tarihçi tarafından iyi görülmese de Otto Hintze gibi Weberci tarihçilerce önemli bir gelişme olarak görülüp övüldü.
Fakat Lamprecht’in Alman Tarihi kitabı, yukarıda bahsedilen küçük bir tarihçi kitlesi tarafından övülse de, Almanya’da Rankeci ekolün nüfuzlu olduğu dönemde görmezden gelindi. 20.yüzyılda hak ettiği değere kavuştu.
Max Weber’le birlikte anılması gereken isimlerden birisi de toplumsal tarihçiliği Weber kadar etkilemiş olan Werner Sombart’tı. Kapitalizm kelimesini yürürlüğe sokan Sombart Yahudiler ve Kapitalizm, Burjuva gibi eserlerinde tarih ve iktisattan yararlanan bir sosyologdu.
Sombart; zanaatkârlar, hırsızlar, korsanlar, feodal beyler ve mezhepler gibi birçok sosyal tabaka ve sınıfı merkeze alan çalışmalarında tarihsel sosyolojinin merkezi çalışma alanlarının da belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştı.
Lamprecht’in Almanya’da görmezden gelinmesinden sonra “toplumsal/sosyal tarih” çalışmaları ABD’de önemli bir çıkış gördü. Frederick Jackson Turner “toplumsal yaşamın hiçbir bölümü, ötekilerden yalıtılarak yazılamaz.” demişti.
Amerikan Tarihinde Sınırların Belirleyiciliği (1893) adlı kitabında Turner toplumsal çıkarlar ve çevresel faktörler üzerinden Amerika’daki toplumsal ve tarihsel dinamikleri “sınır tezi” üzerinden açıklamaya çalışmıştı.
Weber’in tarih ve sosyoloji disiplinleri arasında kurduğu bağlantılar ve modellerini tarihten alarak geliştirmesi önemli bir adımdı. Weber’in sosyolojisinin bu tarafına Kalberg’in deyimiyle “karşılaştırmalı-tarihsel sosyoloji” denmektedir.
Stephen Kalberg “Max Weber’in Karşılaştırmalı-Tarihsel Sosyolojisi” adlı kitabında, Weber’in tarihsel sosyolojisinin esas unsurlarını “fail-yapı bağlantısı, çoklu nedensellik ve model kurma” üzerinden özetler.
Kalberg’e göre bu üç temel unsur Weber’in daha sonraki tarihsel sosyoloji çalışmalarının önünü açmış, hem de kendinden sonraki çalışmaların metodolojik sorunlarını en baştan aşmıştır.
Ekonomi ve Toplum adlı devasa yapıtında Weber’in çoklu-nedensellik perspektifi sosyolojinin diğer disiplinlerle olan ilişkisini mümkün kılar. Tarih, tarihsellik, hukuk, din, şehir tarihi, ekonomi, etik gibi alanlar-arası ilişkiler ortaya çıkar.
Weber’in tarihle sosyolojiyi bu denli birbiriyle kaynaştırabilmesinin ilk nedeni, erken dönemde tarih araştırmaları yapıp, tarih metinleri yazmış olmasından kaynaklanmaktadır. Daha sonra Tilly ve Wallerstein gibi birçok tarihsel sosyoloğa ilham olmuştur.
Weber’in “patrimonyal” ve “bürokratik” tarihsel sistemler üzerine yaptığı karşılaştırmalı tarihsel sosyoloji analizi hala günümüz sosyal bilimler tartışmalarının önemli konularındandır.
Weber’e göre arkaik dönemlerden, kapitalizmin doğuşuna kadar devletler ve halklar patrimonyal bir sistem halindeydi. Daha sonra bürokrasinin ve modern devletin doğuşu yeni bir sistemin doğmasını da sağladı. Bu da bürokratik sistemdi.
Patrimonyal sistemde “belirsiz yargı, gayriresmi hiyerarşi ve eğitim, yarı zamanlı istihdam, sözlü buyruklar ve merkezi taraflılık” varken bürokratik sistemde “saptanmış yargı alanları, resmi hiyerarşi ve eğitim, tam zamanlı istihdam ve tarafsız buyruklar” vardı.
Weber’in Avrupa, Amerika, Asya ve Orta-doğu üzerine araştırmalarından gelen birikimle gerçekleştirdiği bu modelleme karşılaştırmalı tarihsel sosyoloji yöntemi olarak adlandırılacak ve birçok sosyal bilimciye örnek olacaktı.
Weberci geleneğin öte tarafında da Karl Marx bulunmaktadır. Marksist tarih geleneğinin temelini Fransa’da İç Savaş ve Louis Bonapart’in 18 Brumaire’i gibi eserlerinde atmıştır. Engels’in Alman Köylü Savaşı da bir diğer örnektir.
Marx’ın ölümünden sonra yayınlanan çalışmalarından Grundrisse’de üretim tarzları üzerine çizdiği modelleme de 20. yüzyıl tarihsel sosyoloji tartışmalarının önemli konularından birisi olacaktır.
Olayın Fransa tarafına geldiğimizde Durkheimcı sosyolojinin 20. yüzyıldaki uzantılarından doğan dolaylı tarihsel sosyoloji eğilimleri ortaya çıkar. Durkheim her ne kadar etnoloji ve antropoloji gibi disiplinlerle ilişki kursa da dolaylı olarak farklı bir nokta vardır.
Durkheim’ın 1898’de kurduğu Année Sociologique dergisinin sosyal bilimlerin birbiriyle olan alışverişinin gerçekleşmesi farklı dalgalanmalara yol açmıştı. Sosyal bilimlerde sentezin öneminin pratiğe geçtiği bir dergi olarak Revue de synthèse (historique) ortaya çıkmıştı.
Henri Berr tarafından kurulan Revue de synthèse (historique) dergisinde sosyolog Francois Simiand’ın “Tarihsel Yöntem ve Toplumsal Bilim” adlı bir makalesi yayınlanır. Bu makale Francois Dosse’nin sözleriyle tarihçiliğe “gerçek bir saldırıdır.”
Simiand, tarihçilerin “sosyologları argümanlarına teslim olmalarını, yasa yaratabilecek tek toplumsal bilimin sosyoloji olduğunu” tarihçilerinse bu analizlere “ampirik malzeme toplamaktan başka bir şey yapamayacaklarını” öne sürer.
Bu makale yine Dosse’un tabiriyle; bir “infial yarattı”. Daha sonraları Braudel’in “sağırlar diyalogu” diyeceği tarih ve sosyoloji tartışmaları ortaya çıktı. Charles le Seignobos 1901 “la methodé appliqué aux sciences social”ine bir cevaptı aslında.
Paul Vidal de la Blache gibi coğrafyacıların kurduğu dergiler de, Fransa’da her türlü disiplinin bir başlarına durmalarına ve sürekli birbirlerine meydan okumalarına yol açıyordu.
20. yüzyılın başında Lucien Febvre ve Marc Bloch gibi iki tarihçi de bu tartışmaları takip etmekteydiler. 1929 yılında Wall Street Buhranı yaşanınca bu iki isim Annales d’histoire économique et sociale adlı dergiyi kurarlar.
Ekonomik ve Sosyal Tarih Yıllığı anlamına gelen dergi (kısaca Annales) tarihçiliğin, olguları artık politik düzlemde açıklayamadığını, artık birçok farklı disiplinin de yöntem ve birikimini kullanmak gerektiğini öne sürerek yeni bir tarihçilik anlayışı öne sürdüler.
Böylelikle Febvre ve Bloch’un gençliklerinde şahit oldukları tarih ve sosyoloji arasında süregiden kavgaya bir çözüm bulunmuş oldu. Klasik çağ tarihçisi olan Lucien Febvre 16. yüzyıl Avrupa’sında ateizmin olup olamayacağı tartışmasında bulmuştu kendini.
Febvre, zihinler/mentalité tarihi adı verilecek bir sosyal tarih kitabı olarak 1947 yılında “Le problème de l’incroyance au XVIe siècle. / 16. Yüzyılda İnançsızlık Sorunu” adlı kitabı yayınladı.
Bu kitapta inançsızlığın/ateizmin yeni bir tarihsel olgu olduğunu öne sürdü. Eserin önemi, Rabelais’nin romanları ve Avrupa sosyal dünyası üzerinden bu sorunu çözmeye çalışmasında yatıyordu. Bu da aranan işbirliğinin temel örneklerindendi.
Bir diğer çalışma ise Annales’in diğer kurucu ismi Marc Bloch’un 1939 tarihli “La société féodale/Feodal Toplum” adlı devasa Ortaçağ çalışmasıydı. Başlığından da anlaşılacağı gibi bu kitap bir Ortaçağ “toplum” tarihi çalışmasıydı.
Tabii ki Bloch Ortaçağ dönemi ve feodal sisteme de yüzlerce sayfa ayırmıştı fakat öncellerinden farklı olarak, sorularını ve temel problematiklerini Ortaçağ toplumu üzerine yöneltiyordu.
Feodal Toplum’da aile, kan bağı, toprak, adalet, gelenek, aristokrasi, din ve toplumsal tipler gibi birçok sosyolojik başlık bulunmaktadır. Bloch bütün bu başlıkları, tarih, ekonomi ve sosyoloji gibi alanların “alet çantası” ile yorumlamıştı.
1924 yılında yayınlanan “Les Rois thaumaturges/Mucizevi Krallar” adlı kitabında da yönetim ve toplum arasındaki gerilimi, kralın kamusal alanda halka dokunuşuyla sarıca hastalıklarını ortadan kaldırma efsanesi üzerinden işlemişti.
Annales’in Bloch ve Febvre’den sonraki kuşağın lideri Fernand Braudel de erken eserlerinde sosyolojik analizlere fazla yer ayırmamış olsa da tarih ve sosyal bilimler arasında sürekli bir alışveriş olması gerektiğini savunmuştur.
Braudel 1958 yılında Georges Gurvitch’in derlediği Traité de Sociologie adlı kitapta “Tarih ve Sosyoloji” başlıklı uzun bir makale yayınlar. Bu makalede tarihin ve tarihçiliğin tanımlamalarını yaptıktan sonra birlikteliği savunmuştu.
Biraz üstü kapalı bir üslupla “Sosyoloji ve tarihin aynı zihinsel macera olduklarını, aynı kumaşın tersi ve yüzü değil de, bu kumaşın ipliklerinin kalınlığı itibariyle bizzat kendisi” olduğunu yazar Braudel.
Braudel daha sonra yayınlanan devasa “Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm” adlı üç ciltlik kitabında, daha sonra ortaya çıkacak devasa tarihsel sosyoloji çalışmalarına öncülük etmiştir.
Kapitalizmin doğuşunda zihniyetlerin, emtianın, kentlerin, politikanın, toplumun, zaman mefhumunun nasıl dönüştüğünün peşine düşer Braudel.
Özellikle “Gündelik Hayatın Yapıları/Les Structures Du Quotidien” başlıklı cilt başlı başına tarihsel sosyolojinin çalışma konularından birisi haline gelir.
Braudel’den sonra gündelik hayat sosyolojisi üzerine Henri Lefebvre ve Michel de Certeau farklı eserler ortaya koymuşlardı. Kamusal/özel, zaman/mekân, zihniyet gibi birçok konunu gündelik hayat sosyolojisi içerisine konulmuştu.
Fransa’da tarihsel sosyoloji pratiği böylelikle -biraz çalkantılı da olsa- akademide sağlam bir yer edinmiş ve devamlılık sağlamıştı. Immanuel Wallerstein’le birlikte başlayacak “Modern Dünya Sistemi” modelleri de bu tartışmalardan devam edecekti.
Fransa’dan Amerika’ya geçmeden önce, biraz geriye gidip, tarihsel sosyolojinin kanonik eserlerinden birisi olan Norbert Elias’ın Uygarlaşma Süreci adlı eserinin merkezi önemine değinelim.
Norbert Elias’ın hak ettiği itibarı geç kazanan Uygarlaşma Süreci adlı eseri tarihsel sosyoloji disiplininin ve genel olarak sosyal bilimlerin en temel eserlerinden birisidir. Bu eserde Elias modern toplumun kökenlerini yeniçağda arar.
Uygarlık ve Kültür kavramlarının oluşumu, adabımuaşeret, ulus-devletleşme sürecini genel başlıkta bir Uygarlaşma Süreci olarak değerlendirir. Elias’a göre bu süreç Kıta Avrupa’sında gelişigüzel gerçekleşmemiştir.
Almanya ve Fransa’da Kültür ve Uygarlık kavramları toplumun şekillenmesinde, uluslaşmasında temel rol oynamıştır. Özellikle ilk ciltte Elias, artık fazlasıyla kompleks olan Uygarlık-Kültür kavramlarının adabımuaşeretle başlayan kökenine iner.
Uygarlaşma Süreci’nin “Saray Toplumu” başlıklı ikinci cildinde ise Ortaçağ sonundan klasik çağ Avrupa’sına kadar devlet-ulus-toplum grubunun sosyo-tarihsel temellerini irdeler.
İki ciltte de Elias, Fransa’da Uygarlık, Almanya’da Kültür kavramlarının yüzyıllar içinde şekillenen dinamiklerini ortaya koyarak toplumun “inşa ediliş” öyküsünü tarihsel sosyolojinin imkânlarını genişleterek inceler.
Elias’la birlikte tarihsel sosyoloji disiplininin temel konularından birisi de modern devletin toplumsal kökenleri haline gelmiştir. Elias’ın metinleri üzerine makalesinde John Mandalios, Elias’ın metinlerinin birçok farklı disiplini içerdiği ve öncelediğini öne sürer.
Mandalios’a göre Elias, kavramlar tarihi, tarihsel sosyoloji, yapısal işlevselcilik, sosyal antropoloji gibi birçok alanı ve yöntemi içerisinde barındırır. Bu yöntemlerin birçoğu da Elias eserini yazarken henüz sosyal bilimlerde ortaya çıkmış değillerdi.
Elias’ın modern devletin kökenlerini Uygarlık-Kültür ikilemi üzerinden Kıta Avrupa’sında aradığı çalışmasından sonra tarihsel sosyolojinin temel metinlerinden birisi olan Shmuel Noah Eisenstadt’ın İmparatorlukların Politik Sistemleri vardır.
John Mandalios makalesinde, Elias’la birlikte Eisenstadt’ı merkeze koyar. Eisenstadt, eserinde Elias’ın Kıta Avrupa’sı analiz merceğini küresel boyuta genişleterek bir imparatorluk sistemi analizinde bulunur.
Eisenstadt bu analizde eksenel çağ/axial-age dönemlendirmesinde bulunarak uygarlık projesinin yeniçağda fakat uygarlıkların eskiçağlardan beri mevcut olduğunu öne sürer. Böylelikle tarihsel sosyolojinin tarihsel merceği de genişler.
Pierre Bourdieu College de France’da verdiği Devlet Üzerine adlı dersinde Eisenstadt’ın, Elias’ın ve birçok meslekten tarihçinin eserinden yola çıkarak tüm bu çalışmaların bir sentezini ve kendi öznel analizlerini ortaya koyar.
Fransa’da Annales çevresiyle başlayan tarih-sosyoloji diyaloğu Bourdieu ve Roger Chartier arasında gerçekleşen “Sosyolog ve Tarihçi” söyleşisinde tekrar tartışılır. Tarih ve sosyoloji işbirliğinin artık “kaçınılmaz bir kanun” olduğunda ittifak edilir.
İngiltere’de E.P. Thompson bir tarihsel sosyoloji disiplininden ziyade “Kültürel Çalışmalar”la ilişkili tarihçi olarak “aşağıdan tarih”i icad etmişti. Marksist tarih analizlerinin en gelişmiş örneklerini ortaya koymuştu.
Bir sonraki nesilden Perry Anderson da geçiş tartışmalarına bir temellendirme ve cevap olarak iki ciltlik eserini 1974 yılında yayınlamıştı.
C. Wright Mills 1959 yılında yayınlanan kanonik Sosyolojik Tahayyül kitabının bir bölümünü “Tarihten Yararlanma Biçimleri” başlığına ayırmıştı. Mills başlı başına bir tarihsel sosyoloji modeli sunmasa da tarih ve sosyoloji birlikteliğini savunmuştu.
Tüm bu serüven sonrasında artık “tarihsel sosyoloji” adında bir disiplin ortaya çıktı. Philip Abrams’ın Historical Sociology 1983 yılında yayınlandığında alanın bir manifestosu haline geldi.
Abrams sosyolojinin temel tartışmalarının, tarihin ampirik havuzundan yararlanıldığında ancak yeterli bir kanun olabileceğini savundu. İki disiplinin birleşip ortak bir disiplin ortaya çıkmasını artık doğal bir gereksinim olarak gördü.
Abrams bir tarihsel sosyoloji disiplini metodolojisi sayılabilecek kitabında, ortak modelleri ve konuları özetliyordu. Tarihsel Sosyoloji kitabında “anomi, sınıf çatışması, işlevselci tarihsel sosyoloji, birey-toplum ve devlet” konularını işliyordu.
Tarihi 19.yüzyılın sonlarından 1980’lere kadar süren Tarihsel Sosyoloji’nin kürsüleşmesi böyle bir serüvene dayanıyor. Amerika’da tarihsel sosyoloji pratiği disiplinleşme dönemi olarak adlandırılabilecek 70’lerde büyük bir patlama yaşadı.
Immanuel Wallerstein, Samir Amin, Andre Gunder Frank, Kenneth Pomeranz, Giovanni Arrighi gibi isimler döneminin “geri-kalmışlık, az-gelişmişlik, feodalizmden kapitalizme geçiş” gibi birçok konuyu tarihsel sosyoloji perspektifiyle değerlendirdiler.
Wallerstein’in dünya çapında yankı bulan Dünya-Sistemleri Analizi tarihsel sosyoloji disiplininde en çok bilinen sosyo-tarihsel modellerden birisi oldu.
Wallerstein’e göre kapitalizm sanıldığının aksine 19. yüzyılda değil, geç 15. ve 16. yüzyılda Avrupa’da gelişti. Wallerstein’in Merkez-Periferi-Yarı Periferi modellemesi özellikle “az-gelişmişlik ve geçiş” tartışmaları için yeni bir bakış sunuyordu.
Wallerstein eserinde geliştirdiği “ekonomi-dünya/dünya-ekonomi” gibi birçok tarihsel ve ekonomik kavramı, Fernand Braudel’in çalışmalarından yola çıkarak kullanıyordu.
Şunu da belirtmek gerekir; Wallerstein, Braudel’in çalışmalarından etkilenmiştir, Hatta Binghamton University’de Fernand Braudel Merkezini kurmuştur. Braudel de Wallerstein’in çalışmalarını takip etmiş, analizlerini kullanmıştır.
Wallerstein’den farklı olarak Andre Gunder Frank da kapitalizmin ortaya çıkışında Asya’nın merkezi önemini vurgulayarak dünya-sisteminin tekil değil çoğul olduğunu ve 16. yüzyıldan yüzyıllar önce ortaya çıktığını savunuyordu.
Samir Amin kapitalizmden ziyade “haraççılık” ekonomisi üzerinden bir kapitalizm ve az-gelişmişlik anlatısı; Giovanni Arrighi de Çin’in önemini ortaya koyuyordu.
Kenneth Pomeranz da The Great Divergence/Büyük Ayrılma adlı eserinde “Batı”nın doğuyu geride bırakmasını 19. yüzyılla temellendiriyordu. O döneme kadar en büyük ekonominin Avrupa’da değil Çin’de bulunduğunu yazıyordu.
Bu tartışmalar sürerken tarihsel sosyolojinin bir diğer ismi olan Michael Mann 1986’da The Sources of Social Power/Toplumsal İktidarın Kökenleri (Türkçe: İktidarın Tarihi) kitabının ilk cildini yayınlamıştı.
Michael Mann, İktidarın Tarihi’nde Antik uygarlıklardan 2. Dünya Savaşına kadar iktidar yapılarının ve tarzlarının devamlılığı ve dönüşümünü, toplum ve devlet arasındaki ilişkiyi 3 cilt boyunca işliyordu.
Bir diğer önemli isim olan Charles Tilly de yıllarca devrimler, uluslar, modern İngiltere ve birçok tarihsel sosyoloji metni yazdıktan sonra başyapıtı “Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu”nu 1990-92 yılında yayınladı.
Tilly 10. yüzyıldan 20. yüzyıl sonuna kadar Avrupa ve çevresinin şehir ve devlet ikileminde sermaye ve zor/güç yoğunlaşmasıyla şekillendiğini ve her türlü sosyo-tarihsel analizin bu iki çapraz ilişkiyi içermesi gerektiğini öne sürdü.
M.S. 990/2’dan 1990/2’a kadar bin yıllık tarihsel serüveni sermayenin ve zorun devlet ve şehirlerde yoğunlaştığı. Şehir-devletlerin hem sermaye hem zorun ortak bir yoğunlaşmayla ortaya çıktığını ampirik verileri de kullanarak açıklamaya çalıştı.
Tilly’nin eseriyle birlikte Tarihsel Sosyolojinin kuramsal tabanına da katkıda bulunan Theda Skocpol’ü de zikretmek gerekir.
1979 yılında yayınladığı “States and Social Revolutions/Devletler ve Toplumsal Devrimler” adlı eseriyle Tilly’nin devlet-sermaye analizlerine benzer şekilde Asya’yı da ele alarak yeni bir devrim modeli ortaya koyuyordu.
Devrimleri ve devletleri açıklarken kullandığı “dünya-tarihsel bağlam” analizi bölgesel temellendirmeden ziyade küresel açıklama yöntemleri güderek, olay ve olguları birbirleriyle ustaca ilişkilendiriyordu.
Fransız, Rus ve Çin devrimlerinin aynı bağlamın ve bağlantılı gelişmelerin sonucu olduğu görüşü “dünya-tarihsel bağlam” analizi olarak adlandırılıyordu. Tilly, Wallerstein, Mann, Skocpol gibi birçok yazar küreselleşmenin şafağındaydı.
Bu uzun serüven 21. yüzyılda hala devam etmektedir. Çalışmaların sayısı ve ekollerin çoğalması, sosyal bilimlerin alışverişlerinin zirveye çıkması eski “sağırlar diyaloğu”nu çoktan ortadan kaldırmıştır.
Tarihsel Sosyolojinin gelişim sürecine baktığımızda ana başlıkların aslında “devlet, sermaye, uzun vadeli tarihsel bağlamlar, iktidar-toplum ilişkileri, geçiş, gelişmişlik ve az-gelişmişlik” gibi temel konular üzerine kurulduğunu görüyoruz.
Hala Theda Skocpol, Peter Burke, Richard Lachmann, Lynn Hunt gibi akademisyenler tarihsel sosyolojinin temel konularını genişletmek ve 21. yüzyılda güncellemek için eserler vermektedir.
Tarihsel Sosyolojinin böyle uzun ve renkli bir serüveni var. Sosyal Bilimlerin birbirlerine karşı direnç göstermesinin, içerdiği tüm disiplinleri geri bıraktığı gerçeği Tarihsel Sosyolojinin serüveninde daha da anlaşılır hale geldi.
Böylelikle uzun bir zamandır disiplinlerin birbiriyle ilişkili olması değil, birbirine kapalı olması sorgulanır hale geldi. Sosyolojinin ve Tarihin birbirlerini açıklama gücü, ileriye dönük olarak da devam edecektir.
Burke ve Skocpol gibi çok iyi bilinen isimlerin dışında onlarca önemli tarihsel sosyoloji uzmanı ve akademide onlarca Tarihsel Sosyoloji kürsüsü bulunmaktadır. Bütün bu kürsüler kapanmayıp, araştırmacılar yılmadıkça, bu serüven bitmeyecektir.
Charles Tilly, Tarihsel Sosyolojinin yeni konularının ve neler ile baş etmesi gerektiğini anlatıyor:
Michael Mann, Tarihsel Sosyoloji uzmanı olmak üzerine kendi hayatından örneklerle konuşuyor:
Tarihsel Sosyolojinin ne olduğuna dair basit bir giriş videosu:
Tarih - Sosyoloji işbirliği, Tarihsel Sosyoloji paylaşımını Oğuzhan DURU @oguzhan_duru arkadaşımız hazırladı.

Çok teşekkür ediyoruz.

Oğuzhan DURU arkadaşımızın sayfamıza bu vadide katkıları sürecek.
Tarih, tarihsel sosyoloji, sosyoloji, sinema ile ilgili iseniz sağlam bir okur ve bir o kadar da çalışkan arkadaşımızı, Oğuzhan DURU @oguzhan_duru yu takip etmenizi öneriyoruz.

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with İstanbul Sosyoloji

İstanbul Sosyoloji Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @iuefsosyoloji

12 Feb
Kemal Tahir paylaşımlarımıza bu kez de yazar ile ilgili yayımlanan dosyalar, özel sayı dergiler ve kitaplarla devam ediyoruz. Kemal Tahir’i konu edinen özel sayı dergilere ve kitaplara birlikte bakalım... 🔍📚 Image
21 Nisan 1973 tarihinde, vefatının ardından Cumhuriyet gazetesinden Ortadoğu gazetesine kadar düşünsel ve siyasi yelpazenin hemen her tarafından gazetede Kemal Tahir ile ilgili yazılar yayımlanır. ImageImage
İlk "özel dosya", Yeni Ortam'da 23 Nisan 1973'te başlayıp birkaç gün süren; D. Hızlan, M. Öneş, Ö. Faruk Toprak, Tarık Dursun K., Füruzan, M. Cevdet Anday, Rauf Mutluay, S. Hilav, A. Özyalçıner, H. Asılyazıcı, Naci Çelik'in katıldığı “Kemal Tahir İçin Ne Dediler?” dosyasıdır. Image
Read 50 tweets
23 Jan
“Sol[cu]lar bana salaud [aşağılık, pislik] diyorlar, sağcılar Necip Fazıl’ın iddia ettiği gibi dostluklarımın tesirinde görüyorlar. (…) Hâlbuki ben sadece eserimi, şahsen yapabileceğim şeyi yapmak istiyorum.”

✏️ Ahmet Hamdi Tanpınar (23 Haziran 1901 – 24 Ocak 1962)
Ahmet Hamdi Tanpınar, ölümünden yaklaşık 2 hafta önce, 11 Ocak 1962 günü, Türkiye’deki entelektüel cemaatler arasındaki konumunu böyle tarif etmişti günlüğüne düştüğü notlarda. Aynı satırlar arasında belki de en çarpıcı olanlar şunlardı:
“Gariptir ki eserimi sathî okuyorlar ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyorlar. Sağcılara göre ben angajmanlarım -Huzur ve Beş Şehir- hilâfında sola kayıyorum, solu tutuyorum. >>>
Read 123 tweets
22 Jan
Thomas Bernhard / 9 Şubat 1931 – 12 Şubat 1989
🔎📚
1949 yılı, Salzburg. Thomas’ın ciddi solunum yolları rahatsızlıkları var. Bir türlü iyileşemiyor. Ocak ayında acilen bir hastaneye kaldırılıyor. “Ölecek” deniyor; çocuk ve ergenlerin bulunduğu bir yatakhaneye yerleştiriliyor.
Ölümü bekleyen, sürekli kan kusup öksürüklere boğulan yetişkinlerle, çocukların koğuşu arasında yalnızca demir parmaklıklar var. Yakalandıkları ölümcül hastalıktan kurtulma ümidi besleyen çocukları ve hiçbir ümidi kalmamış hastaları demir parmaklıklar ardından seyrediyor.
Read 68 tweets
21 Jan
Türkiye’de ve geç sanayileşen pek çok ülkede iktisat düşüncesi yazınında Milli İktisat doktriniyle kendine önemli bir yer açan karamsar bir Almanı, George Friedrich List’i (1789-1846) birlikte tanıyalım. 🔎
“…Oysa İngiltere dünyanın kalanına hükmediyor ve oyunun kurallarını kendi lehine göre değiştirebiliyordu. Yeni bir arayıştan çok daha fazlasına, yeni bir ekonomi yorumuna ihtiyacımız var. Bizler ‘vatan ve insanlık için’ bir şeyler yapmalıyız.”
Friedrich List 6 Ağustos 1789 tarihinde Baden-Württemberg sınırları içinde yer alan, Reutlingen’de siyasi ve ticari hayatta aktif olan bir ailenin ferdi olarak dünyaya geldi. Württemberg o dönemde Alman coğrafyasında yer alan en liberal eyaletlerden biriydi.
Read 63 tweets
19 Jan
Cumhuriyet döneminin ve İstanbul Üniversitesi’nin ilk rektörü, eğitim reformcusu ve düşünce adamı İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nu (28 Şubat 1886 – 1 Nisan 1978) daha yakından tanıyalım… ✏️ Image
1886’da Cihangir’de doğan Baltacıoğlu’nun babası Mucurlu Baltacıoğlu İbrâhim Edhem, annesi Düzceli Hamdûne Hanım’dır. Büyük babası Abdurrahman Efendinin Cihangir’deki evinde mutlu bir çocukluk dönemi geçirir. 1899’da sona erecek ilkokul eğitimine henüz 4,5 yaşındayken başlar. ImageImageImage
Sonrasında Fevziye Rüşdiyesini ve Vefa İdadisini bitirir (1903). Henüz bu yaşlarda J. J. Rousseau’nun “Emile”i onun üzerinde ciddi etki bırakır. 1908’de Darülfünun’un Tabiiye bölümünden mezun olur. Daha öğrenci iken Divan-ı Hümayun Defteri Kaleminde çırak olarak çalışır. ImageImage
Read 40 tweets
19 Jan
Türkiye'de siyaset sosyolojisi çalışmalarının öncü ismi Prof. Dr. Nur Vergin'i (21 Eylül 1941-18 Ocak 2021) kaybettik.🍂

Nur Vergin'in hayatına, akademik kariyerine ve çalışmalarına ilişkin bazı notlar...
@iu_siyasetsosyo
Nur Vergin, 21 Eylül 1941'de İstanbul'da dünyaya gelir. Babası, Atatürk'ün yakın arkadaşı olan Nuri Conker'in oğlu Mahmut Conker, annesi ise Müşerref Hanım'dır.
Beş yaşındayken anne ve babası boşanır. Bir süre sonra annesi Türkiye'nin ilk Vatikan Büyükelçisi olan Nureddin Vergin ile evlenir. Vergin, ömrünün sonuna kadar asıl soyadı olan Conker'i değil, gerçek bir baba kabul ettiği Vergin'in soyadını kullanır.
Read 20 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!