Finansal piyasalarda hafta başında başlayan panik ve gözlenen sert hareketler bir ölçüde yatışmaya yüz tuttu.
Olup biteni nasıl okumak gerekir?
Bundan sonra olası senaryolar nedir?
Kur, faiz, enflasyon, borsa nasıl bir seyir izler?
Analitik bir bakış açısıyla irdeleyelim.
Aslına bakacak olursanız Cuma’dan Pazartesi gününe (TCMB başkanı dışında) herhangi bir somut değişim olmamıştı. Yeni başkanın gelecek toplantıda bir indirim yapması olasılığı olsa da şu an itibarıyla TL faizler aynı seviyedeydi. Likidite ve finansal koşullar değişmiş değildi.
Aslına bakılacak olursa eski politika sürdürülse bile piyasa yılın son çeyreğinde faiz indirimleri yapılmasını bekliyordu. Yani başkan değişmese de faiz inecekti. Bazı yabancı yatırım kuruluşları indirim beklentisini 400 puana kadar çıkarıyordu.
Enflasyonun da nefesi kesilmişti.
O zaman piyasada yaşanan çalkantı, finansal piyasalarda sıklıkla gözlenen bir aşırı tepkiden mi ibaretti?
Ne yazık ki hayır...
İki buçuk yıllık Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin üç Merkez Bankası başkanı eskitip dördüncüsüne geçmesi piyasalara verilen çok kötü bir mesaj oldu.
Yeni ekonomi yönetiminin estirdiği olumlu hava ile üstü küllenmiş olan rezerv tartışmasını yeniden alevlendiren Cumhurbaşkanının, TCMB başkanını bir gece yarısı görevden alması, ekonomi politikalarında 4 aydır süren rasyonelleşme ve normalleşmenin sonuna gelindiği şeklinde okundu
TCMB’nin bağımsızlığına, dolayısıyla para politikasına güven kalmadığı bir ortamda ve bu rezerv düzeyinde Türkiye’nin hem stok hem akım olarak yurt dışı finansman ihtiyacını karşılayabileceğine ilişkin kuşkular büyüyünce, zaten ürkek bir kuş misali gelen yabancı çıkmaya başladı.
Gerçi zaten yabancıların ağırlığı hayli düşüktü ama endişe verici olan, hangi maliyetle olursa olsun çıkmak istemeleri.
Daha önce sorunsuz finanse edilebileceği düşünülen cari açık, yüksek oranda çevrilebilecek dış borç artık sorun olarak görülüyor.
Gelişen piyasa ekonomilerinde sık sık görülen, geçmişte Türkiye’de de örnekleri yaşanan kur-faiz sarmalına düşme riski küçümsenmeyecek ölçüde.
Piyasalar kısa vadeli hazine tahvillerini, hükümetin yüksek bulduğu yüzde 19 faizin üzerinde fiyatlamaya başladı bile.
Normal şartlarda kurun seyrini belirleyecek soru şu olurdu: “Her ay gereken finansmanı bulmanın önümüzdeki ay için maliyeti ne kadardır?” Bu maliyet tahminini ve faiz oranlarını kullanarak (isteğe bağlı olarak teknik analiz ve enflasyon da dâhil edilerek) kur tahmini yapılabilir.
Oysa mevcut olağan dışı şartlarda maalesef piyasa katılımcılarının çoğunun sorduğu soru; “Türkiye önümüzdeki ay, ihtiyaç duyduğu yabancı para finansmanın ne kadarını bulabilecek?” Bu durumda maliyetimiz mevcut ihtiyacı, karşılanabilecek miktara eşitleyecek değer kaybını veriyor.
“Arzı olmayan malın fiyatı olmaz” gerçeği doğrultusunda çok küçük alım kotasyonları bile karşılarında satıcı bulamadıklarında sığ piyasada fiyatın hızla, dengesiz ve ölçüsüz biçimde artmasına yol açabiliyor. Ardından çok küçük satışlarla yine ani ve büyük düşüşlere şahit oluyoruz
Bu ani ve sert hareketler oynaklığı artırıyor ve piyasa algısını iyice bozarak katılımcıların denge fiyatını görmesini neredeyse imkansız hâle geririyor. Böylece kendi kendisini besleyen olumsuz bir döngü oluşuyor, koordinasyon başarısızlığı ve çoklu denge sorunu başgösteriyor.
Kurdaki hareket enflasyon beklentileri, reel getiri talebi, kredi talebi baskısı veya sadece spekülasyon amacıyla bile oluşsa faizleri kullanarak kuru kontrol altında tutmak mümkün olur. Faizi artırmak, spekülatif saldırıları ve açığa satış gibi davranışların etkilerini de önler.
Faizi artırmak dövize dayalı türev sözleşmelerin belli hedef seviyelere ulaşılmasından veya algoritmik işlemlerden kaynaklanan hareketlerin etkisini de yumuşatabilir. Ancak sorun fiyat değil miktar olduğunda ne yazık ki faizin kur üzerindeki etkisi sınırlı kalabilir.
Zira faiz artırımı o anki bütün spekülatif talebi süpürse bile ithalatçı firmaların veya vadesi gelen ve alacaklının yenilemeye yanaşmadığı yabancı para yükümlülüğü olan kişilerin talebi faizlerin seviyesinden bağımsız olarak devam edecek,bu talep karşılanmadığında kur artacaktır
Ayrıca gelişen piyasa (EM) ekonomilerine özgü bir sorun olarak, faizlerin artması borç baskınlığı (borç sürdürülebilirliğine ilişkin endişe) açmazını terikleyecek olursa faiz artışı kuru kontrol etmede etkinliğini kaybeder, hatta tersine etki yapabilir.
Bu ay(Mart) Hazinenin önceden duyurduğu borçlanma programının gerisinde kaldığını, ihalelerin yeterli ilgiyi görmediğini, bu yıl toplam iç borç stokunun yaklaşık 1/4’ünün (₺315 milyar) çevrilmesi gerektiğini, bu koşullarda Hazinenin eurobond piyasasında zorlanacağını unutmayalım
Son kur artışı, açık pozisyon taşıyan firmalarda ciddi kambiyo zararına yol açacak. Böyle durumlarda kredilerde temerrüt oranı yükselir. Sonunda merkez bankası parasal sıkılaştırma adımı atsa bile piyasa tarafından “too little and too late” (çok az ve çok geç) olarak görülebilir.
Yerli paradaki değer kaybı temel ekonomik dengeleri sarsacak, enflasyonun kontrolden tamamen çıkmasına yol açacak ve yabancı para cinsinden borç servisini aksatacak boyuta ulaşabilir. Bu aşamada politika yapıcılar doğru önlemleri alırsa durumun kötüleşmesi önlenebilir.
İş işten geçtikten sonra, MB paniğe kapılarak çok güçlü bir parasal sıkılaştırmaya gitmek mecburiyetinde kalır. Faizler hızla aşırı yüksek seviyelere ulaşır. Bu ise banka bilançolarında bozulmaya yol açar. Firmalar bankalara olan yükümlülüklerini yerine getiremez hale düşer.
O aşamadan sonra alınması gereken önlemlerin ölçeği ve kapsamı da maliyeti de artık çok yüksek olur. Milli gelirde kayıp yaşanır. Böyle sorunlar yaşayan ülkeler piyasalardan borçlanamaz, uluslararası finansal kuruluşlardan özel anlaşmalar çerçevesinde kredi bulmak zorunda kalır.
Umarım geçmişte birçok ülkede defalarca yaşanan bu tablonun dinamikleri anlaşılır ve Türkiye böyle zor bir duruma düşmekten kurtulur.
Geri dönüşü olmayacak noktaya gelmeden önce bu gidişi durdurmak için çok kısa bir süre var. Önümüzdeki, son çıkış.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Yaşanan şokun ilk etkileri hâlâ sürüyor. İlk tepkiyi kur, faiz ve borsadaki hisse senedi fiyatları verdi. Bunlar semptomlar gibidir, yani hastalığın belirtileri, dışarıdan gözlenen yansımaları.
Müdahale ile bir süre belirtileri bastırabilir, hissedilen acıyı hafifletebilirsiniz.
Sakatlanmalardan sonraki ilk anlarda nasıl stres hormonları sayesinde ağrı daha az hissediliyorsa burada da durum benzer.
Felaket tellallığı yapmak istemem ama turpun büyüğü heybede.
Piyasalarda yaşanan depremin artçı şokları reel sektöre ve bankacılığa ulaştığında ne olacak?
Sorunun gerçek boyutunu, yaşanan şokun reel sektör üzerindeki ve banka bilançolarındaki sonuçları ortaya çıktığında göreceğiz.
Ayrıca geçen hafta yaşanan siyasal gelişmeleri bir bütün olarak okursak, konunun sadece Merkez Bankası ya da faiz ile sınırlı olmadığını varsayabiliriz.
Son dönemdeki iç karartıcı gelişmelerden, Türkiye’nin boğucu gündeminden, “yarın ne olacak” endişesinden kurtulmak ister misiniz?
Gelin soyut düşüncenin dehlizlerinde kaybolalım.
[DİKKAT: Matematiği ve felsefesini ilginç bulmayanlar sıkılabilir. Ama sonu sürprizli 😉)
Adam Fawer; 2005 yılında yayımlanan ve çok sayıda ödül kazanan romanı ”Olasılıksız”da, kuantum mekaniğine meydan okur. Romanın temeli, Fransız matematikçi Pierre-Simon Laplace’ın 1814'te yayınladığı makalesinde nedensel determinizmi kavramsallaştırdığı “Laplace'ın Şeytanı”dır.
Evrenin şimdiki halini geçmişin sonucu ve geleceğin nedeni olarak gören Laplace, evrendeki her atomun yerini ve hareketini bilen ve bu sayede en büyük varlıklardan en küçük atomlara kadar her şeyi hesaba katarak evrenin geçmişini ve geleceğini bilen hayalî bir varlık kurgular.
Pazartesi piyasalarda ne olacak?..
Herkesin aklındaki soru bu.
Diyelim ki Pazartesi bir şekilde yönetildi (bu arada bu hâlâ mümkün ama doğal olarak maliyeti çok yüksek olacaktır), sonrasında bizi neler bekliyor?
Bir ay, üç ay, yıl sonu?..
İsterseniz yarını bırakalım da geçmişte yaşananları şöyle bir hatırlayalım ya da o günleri yaşamamış olanlara anlatalım.
Hem ne demişti M. Akif;
Tarihi ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
...
Yıl 1993...Özal’ın ani ölümüyle Demirel Cumhurbaşkanı oldu. Kısa süre sonra da Tansu Çiller, (Demirel’in desteklediği adaya karşı yarışı kazanarak) iktidardaki DYP’nin genel başkanı ve Türkiye’nin ilk kadın başbakanı oldu.
Ekonomi politikalarında deneysel bir girişim başlattı.
Beş satırlık bir metinde bu kadar hukuk cinayeti işlemek, yapılan işlemin içeriğine ve ruhuna uygun olmuş doğrusu.
Bir sözleşmenin taraflarından birinin tek taraflı olarak sözleşmeyi feshedebileceği belirtilmemişse söz konusu işlem fesih olmaz. Olsa olsa sözleşmeden çekilme olur.
Sonuçta -çok şükür- bu sözleşme yok olmuş (feshedilmiş) değil.
Anayasa, milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına tabi kılmıştır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmalar kanun hükmündedir.
Bu anlaşmalar normlar hiyerarşisinde iç hukuk hükümlerinin üzerindedir (Anayasa md.90).
Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi (CBKr) çıkarabilir (md.104)
Kanunda açıkça düzenlenen konularda ise CBKr çıkarılamaz.
Kanun hiyerarşide üsttedir
Sn @naci_agbal@Merkez_Bankasi görevi ve konumu gereği cevap vermeye tenezzül etmez.
Bu karar; geçen üç yılda izlenen politikalar yüzünden bir Türkiye’ye eşit milli gelir kaybeden, fakirleşen bütün bir toplum aynı sıkıntıları bir daha yaşamasın diye alındı.
TL kazananlar adına...
Bu ilave sıkılaştırma ekonomi yönetiminin 2018-2020 arasındaki günahlarının bedelini ödemek anlamı taşıyor. Küresel piyasalarda yaşanan çalkantılardan TL’nin belirgin biçimde daha olumsuz etkilendiğini gören @Merkez_Bankasi bütün dünyada yükselen faizlere tepki vermek zorundaydı.
Ekonomiyi bu hale getiren, “gazete” görüntüsü altında yayımlanan yarı-resmî bültenler üzerinden geçmiş yıllarda çekilen “operasyonlar”dı.
128 milyar rezerv şeffaf olmayan yollardan satılır, karşılıksız para basılır, 3 yılda ekonomi sadece %1,8 büyürken susanlardaki cürete bakın!
Ya parti kapatma davası aslında parti kapatma davası değilse?
...
Komplo teorilerinden hiç hoşlanmam ama durum giderek ilginç bir hal alıyor.
Just because you're paranoid doesn't mean they aren't out to get you.
(Paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez)
Şöyle bir senaryo hayal etsek:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı HDP hakkında AYM'de kapatma davası açtı. Bilindiği üzere bir siyasal partinin kapatılması kararı için Anayasa Mahkemesinde üçte iki oy çokluğu şartı var.
Yargılama sonunda bu çoğunluk sağlanamayabilir.
AK Parti ortaklarına dönüp; “bağımsız yargı karar verdi, şeriatın kestiği parmak acımaz” diyebilir. Zaten yüksek düzeyde şimdiye kadar konuya mesafeli bir duruş sergilendi. Bu durumda ulusalcı kanat için ortaklığı bozmak için uygun ortam oluşmuş olmaz mı?