İktidar göreve ilk başladığında ağırlığı Erbakan ekolünden gelen, uzun yıllar kafasına laiklik balyozu inmiş, partileri defalarca kapatılmış, mücadele vermiş, verdikçe pişmiş, belli bir olgunluğa ulaşmış jenerasyon vardı.
Fakat bu kadrolar zamanla ya emekli oldu ya da koptu.
Kurucu jenerasyon sahayı terk ettikçe yerini iktidarın ilk yıllarında ittifak kurulan merkez sağcı, liberal, gülenci tiplemeler aldı.
2011'den itibaren liberallerle, az zaman sonra Gülencilerle yollar ayrılınca iktidarda ciddi bir kadro boşluğu oluştu.
İktidar özlemiyle geçen zorlu yıllarda (kendilerine göre doğru yolda) pişen bu kadroların yerini zamanla iktidarlı yıllarda yetişen, rahat, güce mücadelesiz şekilde ulaşan tipler aldı.
Bugün bu rahat ortamda yetişen, arkasında devlet gücünü, bütçeyi, propaganda rahatlığını bulan kadrolar bir tür şımarıklık yaşıyor.
Slogan atmanın, iktidar politikalarını koşulsuz şekilde desteklemenin bir tür vatanseverlik olduğunu düşünüyorlar.
Bunun yanında, iktidar, muhalefete karşı öyle bir savunma mekanizması yerleştirdi ki bu mekanizma içeride muazzam bir denetimsizlik ortamı yeşertti.
Yeni kadrolar, bu denetimsizliğin içinde maddi ve manevi "yolunu bulma" fırsatı yakaladı.
Olan, özetle böyledir.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Montrö'den çıkma konusu gündeme gelince "Montrö'den çıkarsak ABD'nin işine gelir, Karadeniz'e girerler" gibi yorumlar yapıldı. Bu cidden büyük bir sorun... Fakat tek sorun bu değil.
Montrö'den çıkmak, sanıldığından çok daha ciddi bir tehdit. Anlatayım...
1* Montrö Sözleşmesi, tek başına ele alınabilecek konu değildir. Bu, 1774 yılından Osmanlı'nın Ruslara mağlup olmasıyla başlayan Boğazlar sorunudur. Montrö, 247 yıllık sorunun son çözümüdür.
Montrö'nün ne kadar kritik olduğunu anlamak için 247 yıldır yaşanan sorunu bilmek gerek
2* Boğazlar, 1774'e kadar tamamen Osmanlı hakimiyeti altındaydı. Fakat 1774'te savaş kaybedilince, boğazlar konusunda Ruslara tavizler verildi.
Sürekli "kadın cinayetleri" vurgusu, kadını erkeğe düşman etmeye çalışan bir sloganik medya propagandasıdır.
Tweetin tamamı buymuş. Yazdığım kısmını paylaşınca algı oluyormuş. Arkadaşlar uyardı. Baktım. Hiç de olmuyor. Eğer olsaydı özür dilerdim.
Sürekli kadın cinayeti vurgusu erkek düşmanlığı değildir. Öncesinde ne söylenirse söylensin saçma, geri kafalı ve ideolojik bir yaklaşım.
Kadın cinayetlerini ideolojik malzeme yapan falanca örgütlerin yaptığı şey ne kadar yanlışsa, bunu genelleyip, kadın cinayetlerine tepki gösterilmesini topyekün karalamak da o kadar yanlıştır.
Bunlar birbirinden beslenen uç ve ideolojik saplantılar.
Alfred Kantorowicz, Hitler'in iktidara gelmesinden sonra toplama kampına gönderilen yüzlerce bilim insanından biriydi. Kampta ölmeyi beklerken mucize gerçekleşti ve serbest bırakıldı. Üstelik ülkeyi terk etmesine izin veriliyordu.
Mucizenin ardında tanımadığı biri vardı: Atatürk
1* Bilim insanı Philipp Schwartz Nazi iktidarı açıkça Yahudileri hedef almaya başladıktan hemen sonra İsviçre'ye geçerek Alman Bilim Adamları Yardım Birliği'ni örgütledi.
Hedefleri, Nazi zulmüne uğrayan bilim insanları kurtarmak ve başka ülkelerde yaşamalarını sağlamaktı.
2* Fakat Nazilerden çekinen pek çok ülke, Yahudi bilim insanlarına kucak açmaya yanaşmıyordu.
Bu sıralarda üniversite reformunu gerçekleştiren Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, Schwartz ile bağlantı kurdu ve ülkeye davet etti.
Geçmişte Apo'nun demokrasi için şans olduğunu, Türk bayrağını tartışmak gerektiğini, Zekeriya Öz'ün heykelinin dikilmesi gerektiğini söylemiş insanların bugün ne söylediğine hiç önem vermiyorum.
Onların bugün söyleyebileceği doğru şeyler olabilir. Ama onların ağzından çıkacak bazı doğru lafları, geçmişi temiz haysiyetli insanlardan öğrenebiliriz.
Bir doğru laf yoktur ki, namuslu insanlar tarafından söylenmemiş olsun.
Bu ülkenin dürüst, geçmişi kirli olmayan gazetecileri doğruları zaten söylüyor. O yüzden, Apo türküsü çığırıp Öz heykeli diken tiplerin bugünkü doğrularına muhtaç değiliz.
Dünya için gidişat çok kötü. 2021 ve devamında dünya genelinde pek çok seçim hilesi, iç karışıklıklar ve askeri müdahaleler görebiliriz.
ABD, 20. asırda otokrasi yanlılarını caydırıcı bir unsur olarak ağırlık merkeziydi. Bu imaj artık kayboluyor. Karmaşa yaklaşıyor.
ABD'nin caydırıcı etkisi darbe heveslilerini (ABD'nin çıkarlarına zarar veren darbeleri kastediyorum) temkinli davranmak zorunda bırakıyordu. Darbeciler uluslararası anlaşmaları koruma ve en kısa sürede demokrasiye geçiş vaadiyle hareket etmek zorunda kalıyordu.
Fakat Trump dönemiyle birlikte ABD'nin (çıkarlarına aykırı olmadığı sürece) güttüğü demokrasi hassasiyeti kayboldu. 6 Ocak'ta Capitol'un basılması bu miti ciddi biçimde yaraladı.
Ve artık otokratik yönetimlerle sorun yaşamayan bir büyük güç yükseliyor: Çin!