📌Merhaba arkadaşlar. Bildiğiniz üzere #Pride2021 geldi ve ben de #OnurHaftası'nda insanlara hayat olanağı bile tanımayan zihniyete karşı tarihteki oğlancılıktan bahsedeceğim. "Osmanlı'da oğlancıların buluşma yerleri ve toplumsal bakış" Keyifli okumalar.
Erkek egemen zihniyetin baskın olduğu toplumlarda kadın-erkek ilişkilerine çok sıkı yasalar getirilir. Fakat bu oğlanlarla konuşma ve görüşme olanağını büyük ölçüde arttırmış görünüyor. Oğlancıların kullandığı alanların başında pek de şaşırmayacağınız gibi hamamlar bulunuyor.
Hamamlardaki özel odalar burada önemli bir yere sahip. Dellakname-i Dilküşa (Gönül Açan Tellaklar) adlı risalede Osmanlı hamamlarının iç yüzü büyük ölçüde aydınlatılmıştır. Bu tür risalelere ve şiirlere hammammiye adı verilirdi. Hammamiyelerde anlatılan güzellerin tümü oğlandır.
Yukarıda adını andığımız edebi tür Osmanlı dönemi edebiyatına özgü bir parçadır. Kaplıcalar da hubanların götürüldüğü mekanlardandır. Huban büyük ölçüde güzel oğlan, anlamında kullanılır. Kılsız, tüysüz, ince, genellikle pasif.
Emine Tuğcu şöyle aktarıyor: "İshak Çelebi'nin şehrengizinde de güzeller cennette bulunduğuna inanılan Kevser suyundan daha güzel bir suyu olan havuzda, yine bedensel özellikleriyle ön plana çıkartılarak tasvir edilir.
Gül endamlı güzeller suya atladıklarında ise bulutun arkasına suya atladıklarında ise bulutun arkasına gizlenmiş bir aya benzemektedirler..."
Hepimizin bildiği Evliya Çelebi de 400 yıl kadar önce seyahatnamesinde oğlancılıktan bahseder. Bursa'daki Yeni Kaplıca'nın özelliklerini anlatırken buraya gelenlerin nasıl zaman geçirdiklerinden de bahseder...
"Bu ılıcalarda herkes dilberanıyla sinebersine kuc kucag olup bir bucağa gitmek taze çağlıkdır ve ayb yağlık değildir. Aşık maşuka sürer şadmani sağlıktır. Hususan köhne baharda cümle aşıkan saf ve cavk cavk olup şeb-i yeldalarda bu kaplıcaları güna-gun şem-i kafuriler ile...
çerağan edüp herkes yaranlarıyla havuz içre girip kimi perri-i tavusi ve kimi kebuter taklası atup kimi gavvas-var dalup bir dilberin huzuruna çukup selam verir."
İşte görüldüğü gibi Çelebi'nin çok açık şekilde aktardığına göre, Osmanlı'da oğlancılar yanlarına sevdikleri parlak oğlanları alıp özellikle Aralık ayında Bursa'da kaplıcaya giderler ve sıcak suyun içinde yumuşayan vücutlarıyla keyif ederlermiş...
Toplum da bunu ayıp saymıyormuş ve hatta bu insanı canlandırmak ve gençleştirmek için iyi kabul ediliyormuş. Oğlancıların kaplıcayı rengarenk parlak mumlarla aydınlattıkları, herkesin sevgilisiyle bir havuza girdiği anlatılıyor.
bunlardan kimisinin tavus kimisinin güvercin taklasıyla havuza atladığı sonra da bir oğlanın karşısına çıkıp selam verdiği olağan bir eğlence ve mutluluk veren anal ilişki gibi aktarılmaktadır.
Çalıkzade Mehmed Mani'nin şehrengizinde tasavvufu çağrıştıracak kelimeler kullanılmış olsa da, yapılan göndermelerle kaplıcalarda oğlanlarla yaşanılan dünyevi aşka gönderme yapılır:
Girürler havza her zaba efendi
Görince Arslanagızı sulandı
Açılur füta şimşekler güzeller
Buluddan zahir olan berke benzer
Şair burada havuza giren parlak, tüysüz genç oğlanları görünce havuza su akıtan aslanağzının bile sulandığını söylüyor. Çeşmeden su gelmesinin de değişik cinsel çağrışımları kastettiği ortada. Erekte organın ıslanması gibi...
Herkesin ağzını sulandıran bu oğlanlar peştamallarını açınca şimşeğin çakması gibi göz kamaştırırlar, buluttan çıkan yıldırıma benzerlermiş... Osmanlı da güzel laf yapıyor cidden sorsan eşcinsellik yoktu, yahu edebiyatın en güzel örneklere erkeğe olan aşka yazışmış😁😁
Her neyse.. Esnafın bulunduğu çarşılar, bu çarşılardaki dükkanlar da homoseksüel ilişkide kullanılmıştır. Osmanlı çarşılarını hemen hemen tümünde dükkanların hem dükkan sahibi hem de onun arkadaşları tarafından oğlanlarla ilişki için kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Meslek sahibi oğlanlar bu dükkanlarda çalışmaktadırlar. Dokumacı atölyesinden, berber dükkanına kadar bütün esnaf arasından oğlancılık yaygınlaşmış. Berberde yapılan değdirme şakalarının öylesine mi olduğunu mu sanıyordunuz, kültürel hafızadır bu ah benim masum dostlarım :)))
Olağan hale gelen oğlancılık, güzellerin buralardaki görünür işlerini de genellikle bir kamuflaj olarak sürmesi anlamına gelirmiş. Bahar ve yaz aylarında Haliç boyunca uzanan mesire yerlerine de oğlanların götürüldüğü, buralarda içirilip sarhoş edildikten sonra kullanıldıkları...
anlaşılmaktadır. Eski Haliç boyları, Göksu ve benzeri İstanbul'un eski mesire alanlarının maddi durumu yüksek olmayan oğlancıların iş bağlama ve bitirme alanı olarak kullanıldığını daha sonra şiirlerle örneklendiririm...
Osmanlı zenginlerinin bahçelerinde düzenlenen içkili eğlencelere oğlanlar da katılırdı. Ev sahibinin kölesi durumundaki bu oğlanlar, yemeğin pişirilmesi, getirilmesi, sunulması işlerini yürütmüşlerdir.
Bu eğlencelere hizmet eden oğlanlara sahibinden başkasının bakması büyük kıskançlıklara hatta cinayetlere yol açmıştır. Gelibolulu Ali'nin eserine yansıyan bilgiler bu göz koyma ve ayartma yüzünden sahiplerinin köle konumundaki oğlanları öldürdüklerini anlamamızı sağlıyor.
Devlet yöneticilerinin kadılar da dahil din adamlarının üst düzey hocaların, alim sayılanlardan zengin olanların, tüccarların evlerinde içoğlanı olarak çalıştırılan bu tip parlak pasif oğlanların, ev sahibi erkek tarafından cinsel amaçla kullanıldığı bilinen bir gerçektir.
Burada ayıplanan şey, oğlanı kullanmak değil, bu işi yaparken bir şekilde görülmek, dile düşmektir. Lakin bu yergi gibi görülen dedikodular bile oğlancılar için yapılmış gizli övgü olarak algılanmıştır.
Aslında oğlancılık o çok sevmediğimiz Batı'nın yasaklarıyla ayıp sayılmaya başlandı. XIX. asrın büyük álimi ve devletin resmi tarihçisi Cevdet Paşa, "Máruzát" isimli eserinde bu anlayış değişikliğini apaçık, şöyle anlatır: "Kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı..
Oğlancılık sanki yere battı. İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. Sultan Üçüncü Ahmed zamanından beri devam eden Káğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. Gerek orada, gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı...
Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur Kámil ve Áli Paşalar (o devrin sadrazamları, yani başbakanları) ile onlara mensup olanlar kalmadı. Áli Paşa, yabancıların eleştirisinden çekinerek kulamparalığını gizlemeye çalışırdı." ("Máruzát", Türk Tarih Kurumu Yayını)
Şöyle bir video ile bitirelim🎥
Sürçü lisan ettiysek affola. Herkese birbirine saygılı ve sevgili olmaya davet ediyorum. Tarihle kalın👩🏼💻🌺
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Günaydın arkadaşlar. Bugün sizlere Eski Türklerin güzellik ilahesi Ayızıt’tan ve İslam Öncesi Türk toplumundaki kadının sosyal konumundan bahsedeceğim💙🤍
Türk mitolojisinde iyi huyun, güzelliğin, zerafetin ve inceliğin tanrıçası Ayızıt, genellikle aşkın ve güzelliğin sembolü olarak betimlenir. Bir kuğu kadar naiftir. Kuğuların kutsal sayılmasının ve onlara dokunulmamasının sebebi de budur.
Gümüş tüylü bir kısrak kılığına girebilir ve gökten bu şekilde iner. Kısrağın kuyruğu ve yeleleri ise kuğu kanadı biçimindedir. Ormanlarda dolaşır ve beyaz bir kalpağı vardır. Aynı zamanda omuzlarını açık bırakan bir şal giyer.
📌BİLGİSEL: Filistin meselesinin tarihsel arka planını en başından seride topluyorum. İlgililere duyurulur...
Şimdi 3600 yıl önceye gidiyoruz. Yahudilerin ataları günümüzden yaklaşık 3700-3600 yıl önce bugünkü İsrail topraklarına gelmişlerdir...⤵️
Burada Aşkenazlar yaşamaktadırlar. Göç edenler ise Sami Yahudileridir. Samiler Arapların da atalarıdır ve bu bakımdan Araplarla Yahudiler amca çocuklarıdır. Şimdi buraya kadar her şey tamam. Peki Filistinliler mesele olunca Arap dünyası neden ses çıkarmıyor sizce?
Geçmişte henüz Türkiye kuvvetlenme aşamasındayken Yunanistan, İsrail’e karşı Filistin’in hamisi rolünü üslenir gibi açıklamalar yapıyordu. 50 – 60 yıl öncesinden bahsediyorum. Sonraki meseleleri biliyorsunuz Kıbrıs Sorunu ve ilişkilerin, çıkarların bozulmasıyla
İyi günler değerli okurlar. Öncelikle dün tanıttığım kitaplarla ilgili attığınız mesajlardan dolayı ilginize teşekkür ederim. Sorulan soruları ve geri dönüşleri olabildiğince yanıtlamaya çalıştım. Öncelikle tavsiyelerim aslında genel Osmanlı Tarihi ve
Cumhuriyet Tarihi bilgisine sahip olanlar içindir. Bu genel havayı öğrenmek için İlber Ortaylı’nın "İmparatorlugun En Uzun Yüzyılı" kitabı hocanın akademik çalışması olduğu için kesin tavsiyemdir. Akademik olmayan söyleşi eserleri önermediğimi daha önce söylemiştim.
Bizim için önemli olan detaylı araştırmalardır. Şimdi sırasıyla bu elzem konularla ilgili birkaç kitap tanıtacağım...
📌Bilgisel: İskandinav Mitolojisinde Dünyanın Sonu ~ Ragnarok
Tarih sayfası olarak şimdiye kadar hep geçmiş yılların hikayesini anlattım. Bugün size gelecekten bahseceğim. Her şeyin sonundan. Dev kurt Fenrir'den, Midgard Yılanı Jormungand'dan... Ölülerin tanrıçası Hel'den...
Zamanın sonunun yaklaştığını nasıl bileceğimizin hikayesi bu. Biz insanlığın zamanında yaşanacak olan tüm bu olaylar tanrıların çağının çok uzağında. Her şeyi gören Heimdall hariç... her şey tanrılar uykudayken başlayacak, o tüm kıyameti izleyecek ama engelleyecek gücü olmayacak.
Kış ile başlayacak her şeyin sonu. Büyük bir kış. Game of Thrones'dan hatırlarsınız o şanlı ölüler ordusunu. İşte buradan ilham aldılar. Hel'in ölüler ordusundan. Ölenlerin uyandığı gün, büyük kışın ilk günüydü.
Bilgisel: Bugün sizlere Ortaçağ'daki cadılardan bahsedeceğim... Neden lanetlendiler? Nasıl yakıldılar? Büyü gerçekten var mı? Dilimizdeki "Cadı Avı" terimi nedir? Hepsinin üzerinde duralım ve güzel bir seri olsun... Şimdiden keyifli okumalar.
Şimdi hemen hemen herkesin aklına Tatlı Cadı gelir. Peki bizim bu cadılar gerçekten tatlılar mıdır yoksa sivri burunlu garip şapkalı yaşlı kadınlar mıdır? Şeytanla seks yapıyorlarsa Lucifer seçici değil midir?...
Tarihte cadılar elbette vardır, bizim kültürümüzde onların karşılığı büyücülerdir. Cadı denilince akla hemen kötü amaçla sihir yapan kadınlar gelir. Süpürgesiyle uçar, siyah pelerini vardır, tiz sesleriyle çığlık atarlar vesaire +
Dün birçok sayfa ve kişi ölüm yıldönümünde meşhur Kaplumbağa Terbiyecisinin ressamı Osman Hamdi Beyi andı. Ancak onun hikayesi aslında pek de bize öğretilen gibi parlak değil ve sanat tarihimizin yüz karalıklarıyla dolu...
Örneğin kendisi Pensilvanya Üniversitesi'nden fahri doktora aldıktan hemen sonra Assos eserlerinin Boston ABD'ye gönderilmesine izin verir... Kendisi 1881~1910 arasında eserleri korumakla görevliydi. '84 yılında yürürlüğe giren Eser Yasası tarihi mirasın çalınmasını engelliyordu.
Yasanın uygulayıcısı konumunda bizim Osman Hamdi Bey bulunuyordu. Tabi Fransızlara tablolarını binlerce franka sattığında yasayı uygulamayı pek istemiyordu. Onlarca eser onun gözetiminde taşındı ve bu durumdan gayet memnundu ki itiraz sesi hiç çıkmadı.