AYDINLANMANIN TEK ARACININ KİTAP OLDUĞUNU ANLATAN ATATÜRK!
Mustafa Kemal Atatürk, seyahatlerinde okumak istediği kitapları da yanında götürürdü...
Ankara’da, İstanbul yolculuğuna hazırlanırken, kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun taşınmaları için kitaplarını koyduğu kutuları beğenmez... Ve kütüphaneden dışarı çıkarak, elinde bir mermi sandığıyla geri gelir...
Kendisine şaşkınlıkla bakan Nuri Ulusu’ya şunları söyler:”Savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zaman çocuktun, bilemezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir.
Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; İşte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini artık kitaplar alsın”...
Bugün, Hitler’in kitapları meydanlarda yaktırışının 86. yıldönümü... Kitapların yakıldığı bu kara günün yıldönümünde bir paylaşım yapmıştım... O paylaşımın altına olumsuz çağrışımlarla yazılan sözümona tenkitleri okuyun...
Nedense bu arkadaşların aklına, kendi gibi düşünmeyenlere tahammülü olmayan, kitap düşmanı Hitler’in, kitapları yaktırdığı aynı dönemdeki Atatürk’ün bu asil davranışı gelmiyor, gelemiyor...
Bu paylaşımımda görmüş olduğunuz, işte o dönemin mermi sandıklarından biri... Atatürk’ün kitaplarını taşıttığı böyle bir mermi sandığı olsa gerek...
Bu sandık, Sirkeci’deki İş Bankası Müzesi’nde yer alan “İstiklal” sergisinden... 29 Aralık gününe kadar orada duracak... Kitapseverlerin sandığa bir de bu gözle bakmasını isterim...
Yakılan kitapların ışığı kitap düşmanlarının yüzünü aydınlatmaya devam ediyor...
SUNAY AKIN.🇹🇷
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
‘Benim naçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır! Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!’
Böyle demişti. Çevresine ve tüm vatana sızmış solucanların O’nun ölümünden sonra hızla faaliyete devam edeceklerini biliyordu.. Aynı zamanda bu milletin azmine ve İRADESİNE sonuna kadar inanıyordu.
Bugünküne çok benzer şartların içinden geçmiş, hıyanetin her çeşidiyle yüzyüze gelmişti..
Anadolu fiilen işgâl edilirken, aynı zamanda çeşitli ‘cemiyetler’ vasıtasıyla içten çökertme operasyonu da devreye girmişti.
ATATÜRK'ÜN KENDİ EL YAZISIYLA HÜRRİYET ve İNSAN TANIMI - (27.1.1930 Pazar ertesi)
"Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini başka birinin tesir ve müdahelesi olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır.
İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar.
Çünkü malümdur ki insan tabiatın mahlukudur. Tabiatın kendisi dahi mutlak hür değildir, kainatın kanunlarına tabidir.
Bir sebeple insan ilk önce tabiat içinde, tabiatın kanunlarına, şartlarına, sebeplerine, amillerine bağlıdır.
Mesela dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır ve değildir.
Liderler vardır, çağlarının eğilimlerini sezerler, toplumların o dönemdeki arzularının gerçekleşmesi için toplumla bütünleşirler. Gayretleri ufuklarda görülebilen hedefler içindir.
Liderler vardır, nazarları ufukların çok ötesine taşar. Görülebilenle, olabilenle yetinmezler. Olması gerekeni sezerler. Toplumları kişiliklerinden kaynaklanan cazibe ile ufukların çok ötesindeki hedeflere doğru koştururlar.
Etkileri milletleri, çağları aşar, bütün insanlığı içine alan coğrafi ve tarihî bir genişlik ve derinlik kazanır.
Atatürk ikinci tip bir devlet adamı idi.
Çoklarının herşeyin bittiğini sandığı, ümitsizlik selinde boğulmak üzere olduğu bir dönemde o, çağları aşan bir sezişle,
Mustafa Kemal Atatürk çocukluğundan itibaren temizliğe ve iyi giyinmeye meraklıydı; bazı sıcak günlerde iki, üç defa banyo yaptığı olurdu. Harp esnasında en sıkışık cephelerde bile ne yapıp yapmış, mutlaka her gün banyo yapabilecek bir yer sağlamıştır.(1)
Hatıralarında Şemsi Efendi Okulunda giyilen şalvar ve bele sarılan kuşağın onu çok sinir ettiğini söylemiş, askerî üniforma giymenin hayatının dönüm noktası olduğunu ifade etmiştir. (2)
Mustafa Kemal Paşa’nın, askerlik tarihimizin en önemli emri olan “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz. İleri!” emrinin yazılı olmadığını, sözlü olarak verdiğini düşünürüz.
Paşa bu emrini, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Meydan Muharebesi sonucunda kazanılan büyük zaferin ardından, 1 Eylül 1922 günü yazılı olarak vermiştir.
Yazılı emrin gecikme ile ulaşabileceği düşüncesiyle bu emir, ayrıca tüm birliklere sahra telefonları ile de ulaştırılmıştı.