İstanbul'un resmî adı 1930'dan beri "İstanbul" ama o binlerce yıllık kadim bir şehir ve sayısız adı var, onlardan en uzun en çok kullanılanı da Konstantinopel/Konstantiniye. İstanbul, Postkapitalist geleceğin en önemli kültür başkentlerinden biri olacak.. >> #KonstantiniyeNotları
Atatürk Kültür Merkezi'nin yeniden -hem de aynı adla- açılışı, kuşkusuz Modern Türkiye savunucularının yaptığı onca itiraz ve ikazın boşa gitmediğini gösteriyor. Sadece yeni neslin değil, Gezi'yi gerçekleştiren 1990'lıların ve şimdi daha yaşlı kuşakların da istediği oldu...
Bu arada İstanbul'un "Marka değeri"nin artıp eksilmesi gibi konular, hikayeden teranedir, zira İstanbul her haliyle, ufak firma heveslerini ifade eden böyle terimlerin mucidi ikiyüz yıllık kapitalizmin piyasasına ve onun "muhafazakar" yağmacı versiyonuna beş numara büyük gelir...
Tarih ve devran böyle birşeydir, zamanı geldiğinde sanatı günah sayana bile onun yapabildiği kadarını yaptırır. Çok güzel bir bina...
İstanbul'un müteşekkir olduğu açık...
Ama herkesin teslim ettiği gibi şimdi aslolan, sanatın kanatlanıp özgürce yükselmesidir...
Sanat elbette ne politikadan ne de tarihten bağımsızdır ve yükselecek sanat atmosferinde elbette siyasi göndermeler taşlamalar olacaktır, -Atatürk Kültür Merkezi ve yükselecek sanat kültür atmosferinde kenar süsü ve milliyetçi kitsch ile yetinilmeyeceğinden emin olabilirsiniz...
Komplekslerini aşmış Türkiye için, İstanbu'u almak nasıl bir deha ve övülmeye layık idiyse, bir avuç askeriyle sonuna kadar savaşıp ölen son Bizans İmparatorunun kahramanca ölüşü de övülecek, tıpkı Çanakkale'de ölen her yabancı askerin de artık bu ülkenin evladı sayılması gibi...
2003'den beri yazdığımı tekrarlayım:
Postkapitalist yeni dönemde bu diyarın en önemli özelliği inanılmaz kültür birikimi ve Batı ile Doğu'yu birleştirme kapasitesi olacak. Böyle bir şey, kompleksli kasaba aklının sığındığı "siyaset"in hafzalasının alabileceği bir şey değildir...
Kısacası, devran doğru istikamette dönüyor ve bunu engellemek hele durdurmak kesinlikle mümkün görünmüyor (ancak yavaşlatılabilir ama görüldüğü gibi o da bir yere kadar).
Çok güzel günler göreceğiz... <<
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türkiye'de -şimdi kimsenin pek anlamak istemediği- bir Sol dalga geliyor. Bu sadece bir tesbit (istek/arzu falan değil).
Muhalefetin "Muhafazakar" söylem kullanmaya devam etmesi daha şimdiden sırıtmaya başladı ve bu nedenle değişecek gibi... >> #KonstantiniyeNotları
"Tezkere" tartışması, önemli sinyallerden birini vermiş olabilir.
Muhalefet bloğunun milliyetçi-Sağ partisi, iktidar bloğu ile birlikte oy kullanarak "milliyetçi muhafazakar seçmen"in yanında kaldığını düşünmüş gibi. Ama ülke geleceği ne milliyetçilik ne de muhafazakarlık...
Belki kulağa "absürd" gelecektir ama şimdi iktidar bloğunun yanında yer almak bir yana, onunla temas etmek bile bir siyasi hareketin sonu demek olabilir. Buna ben daha önce "Midas faktörü" demiştim, yani iktidara yaklaşan herkes altına dönüşüyor ve aynı zamanda ölmüş oluyor...
İslamcılar devri sonsuza dek sona eriyor ve tabii bunu anlayanlar sadece İslamcılar değil, onlara son çeğrek yüzyıl boyunca alenen payanda olmuş "Liberaller" denen "entelektüel" kesim de -ve tabii eski "popüler" günlerine dönmek istiyorlar..
Bu mümkün mü? >> #KonstantiniyeNotları
"Tekrardan" televizyonlarda saatlerce "Demokraasi" konuşup antidemokratik Kemalistlere bindirmek ve "demokrat" hatta "devrimci" İslamcıları, yani "Müslümanlar"ı savunmak yerine şimdi de Kemalistler yerine İslamcılara bindirerek aynı tonda -kaldığı yerden- devam mümkün mü?
"Liberaller"e karşı dinmek bilmeyen bir kinin biriktiği görülüyor ve bu kesimden "özür niyetine" yazılan yazıları -bunlar genellikle eski usûl Sol soslu alaturka siyaset dedikodusu seviyesini pek aşmıyor- entelektüel anlamda ciddiye almak pek kolay değil... >
Yılmaz Erdoğan'ın yeni filmi "Kin", bir Güney Kore filminin adaptasyonu olmak dışında da bazı zayıf yanları var...
Filmin konusu gayet iyi ve buna hem sevinmiştim hem de hoşuma gitmişti, -ta ki adaptSyon olduğunu öğreninceye kadar... >>
Filmde Yılmaz Erdoğan ve Ahmet Mümtaz Taylan gibi çok iyi oyuncular var ama fondaki hayat silik, üzerine fazla düşünülmemiş gibi, bu da hikayeyi yer yer "teatral" kılıyor -ki hem konuya hem oyunculara haksızlık gibi duruyor...
Filmin ilk yarısında adım adım inşa edilen gerilim çok başarılı, ama ikinci yarısında gerilim, sürprizlerin zayıflığı ve inandırıcılığın eşiğinde gezindiğinden düşüyor.
Katilin kimliği ortaya çıkınca tam sürpriz yaşanıyor ama uzun dialoglar sürprizin etkisini azaltıyor...
Bir dönem sona eriyor, ama sanki bi sonraki dönemde -şimdi adına "siyaset" denen- bu kör döğüşünün bir devamı varmış gibi, aynı şeyin kendisi ve eleştirmenlerinin, o seviyelerini ve 600 kelimelik dillerini alıp gideceklerinin farkında olmamaları çok trajikomik!..
Türkiye'de "Siyaset"den başka birşey yoksa ve televizyonlarda/YouTube'da 600 kelimeyle konuşan kafa baş ağrısı mide bulantısı popüler tiplerden başka birşey yoksa, "ökönomi" düzelse ne olur düzelmese ne olur?!
Asıl tekmeyi, "apolitik/asiyasî" saydıklarından yiyecekler gibi...
Bu dönem sona ermek üzere ve bu dönemi aklınca o 600 kelimesiyle bitireceğini sanan ve kendiliğinden tükenen sistemin sadece "eleştirici kanadı" olmaktan öte bir özelliği olamayanlar, yakın bir gelecekte İslamcılar gibi kasaba bakkallarına çekilirlerse hiç sürpriz olmayacak...
Türkiye muhteşem bir dönemin eşiğinde. Sol kökenli yeni dönemin en az otuz yıl süreceği ve bu süre ve devamında Anadolu ve İstanbul'da islamcı ot bile bitmeyeceğini çok kez yazdım ama bu muhteşem geleceğin bazı şartları olabilir... >> #KonstantiniyeNotları
Türkiye en kötü yönetildiği zamanlarda bile yerel güç olmak yolunda ilerledi. Liyakatli rasyonel devlet aklı, akl-ı selîm ve işinin ehli insanların el takmasıyla bu konunun yeni bir boyut kazanacağı net, ama Türkiye, İslamcılığın başarısına yol açan nedenleri henüz aşmış değil...
İslamcılığın uzun etkisi ve iktidarı Türkiye'ye çok şey öğretti. Bu formatta bir siyasi yapının yeniden iktidar olması, önümüzdeki otuz yıl boyunca çok zor. Ama 'imkansız' olabilmesi için, Türklerin yana yakıla onca onyıllar boyunca neden "Sağ"ı seçtiğini iyi anlamak gerek...
Demokrasinin geleceğe doğru olası evrimi konusu notlarına devam ediyoruz ve gene, "Önümüzdeki dönemin karakteri özgürlük" diyoruz, ama özgürlük boş beleş bir iş değildir, bir ederi vardır. Bu ilke, Yeni Kuşağın özgün mecburî kalitesine de işaret ediyor... >> #KonstantiniyeNotları
Bir ülkenin vatandaşlarının yüksek demokratik kalitelerde yaşayabildikleri özgür hayatlar inşa edebilmeleri ucuz bir şey değildir, çünkü bir takım sosyal mekanizmaların yani "Halkın memuru olarak devlet aparatının" önem kazanacağı aşamada, çok iyi ve şeffaf işlemesi gerekir...
Özellikle Virüs krizi ile keskinleşen sistemsel sorunların hangi istikamete doğru evrildiğini tartışan çok sayıda kitap yayınlanıyor ve bunları izleyerek, değişimin -en azından Batıdan bakınca- nasıl bir görünüm arzettiği görülebiliyor, Doğuda da makaleler yazılıyor vs...