Alman filozof Karl Jaspers, “Auschwitz’den sonra Goethe’nin bize söyleyeceği hiçbir şey yoktur.” dese de şairin şiirleri Nazi kamplarında yüksek sesle okunur.
👇
Beethoven’ın “saray şairi” olarak eleştirdiği Goethe siyaset, edebiyat, sanat, tiyatro tıp alanlarında yetenekli büyük bir yaşam ustası olarak tamamlayacağı hayatına Frankfurt’ta burjuva bir ailenin çocuğu olarak başladı.
Babası tüm dil (İtalyanca, Fransızca, İbranice) ve ilahiyat bilgisini çocuklarına aktarırken Goethe annesinden dans ve müzik öğreniyordu. Şairin annesi munis, merhametli, hayat neşesi dolu bir kadın; babası ise hırslı ve oğlunun aristokrat olmasını isteyen bir hukuk müşaviridir.
Goethe daha14 yaşındayken girdiği “Erdemliler” topluluğunda güçlü ve zayıf yanları sorulduğunda şöyle cevap verir: “Tez canlı, kendinden emin, ömür boyu öğrenci çabuk sinirlenen ama kin tutmayan , yaşıtlarına emir vermeyi seven ve kendi dehasının farkında bir gencim.”
15 binin üzerinde mektubu bulunan şair, en uzun ve en çok mektubu annesine yazmasına rağmen ailesine hep mesafeli durdu. Onları uzak aralıklarla ziyaret ediyor, aynı şehirde yaşama fikrinden hoşlanmıyordu.
Hukuk okumak için babasının isteğiyle Leibzig’e giden Goethe burada bohem hayata karışıyor okuldan çok bara gidiyor ve çok içiyordu. Hukuktan ziyade tıp, doğa bilimleri, şiirler, kadınlarla felsefe ve şiirle ilgiliydi.
Şair bu hayat tarzı nedeniyle tüberküloza yakalanacak ve eve geri dönecektir. Ancak bir yıl sonra babası hukuk öğrenimini tamamlamak için şairi Strasburg’a gönderir. Goethe burada öğrenimini tamamlar ve Frankfurt’a geri döner.
Bu dönem şairin “Kasırga ve Bora" akımına kapıldığı isyankar çağlarıdır. Goethe, doğayla uyum içinde yaşamayı sever. Yüzüne pudra sürmekten, peruk takmaktan haz etmemektedir.
O dönem ancak seyyahlar için hoş görülebilecek bir kılıkla şehirde gezinmektedir: Mavi yelek ve deri pantolon, dizlere kadar çizme ve dağınık saçlar.
Şair duygularını ve hayatını bir esere dönüştürmeye başlamıştır. Kendisini terk eden sevgilisinin yaşattığı aşk acısı nişanlısının terk ettiği aşık arkadaşının hikayesiyle çakışır ve Genç Werther’in romanını yazmaya başlar. Kitabı dört haftada bitirir.
Yorgun ruhunu eserlerinde dinlendiren Goethe, Werther için şu satırları yazar: “Kendimi günah çıkarmış gibi hür ve yeni bir hayata başlamış gibi neşeli hissediyorum.”
Romanın kahramanı Werther’i tıpkı kendisi gibi giydirir. Eser kısa sürede tüm Avrupa'da yayılır. Goethe 25 yaşında artık herkesin tanıdığı bir yazar ve şairdir . Avrupa’da yeni bir moda akımı da başlatır. Artık gençler Genç Werther yani Goethe gibi giyinmektedir.
Avrupalı gençler genç Werther'in sadece giyimini değil aşk acısından kurtulma yolunu da taklide başlar. Tüm Avrupa'da artan intiharlar nedeniyle kitap yasaklanır.
Goethe bu durumdan rahatsızdır. İntiharları engellemek için kitabın ikinci baskısına kahramanının dilinden bir not ekler: “Gerçek bir erkek gibi davran! Ve benim izimden gitme!”
Bu dönem, hayatının kalanında da rastlanacak bir aşık rolüne girer. Çok sever, terk edilir veya sessizce sevgililerini terk eder. Hayatın sevimsiz ve karanlık yüzünden ömür boyu kaçacaktır. Trajedilerin değil tatlı dramların, harmoninin, dengenin yahut hülyaların adamıdır.
Gündelik kaygılar bu “dehaya” göre değildir. Benmerkezci bir hayat süren Goethe çocuklarının ne ölümünde ne de doğumlarında yanlarındadır.
Karısı 51 yaşında acı içinde hasta yatağında kıvranırken şair karısından kaçar. Karısının ölümünü günlüğüne “Karım bu gece acı ve işkence dolu öldü” olarak kaydetmekle yetinir. Cenazesine de katılmaz.
Goethe yaşamı seviyordu. Sadece sıcak çikolataya ve kitaplara değil, şaraba kadınlara ve aşka da bağlıydı. Dünyevi ve ilahi olanı, aşk ve aklı barıştırmak isteyen şair, “Ah ben şu göğsümde iki ruh taşıyorum.” diyerek insan tabiatındaki bu ikiliğe işaret etmiştir.
Hayatını Mısır piramitlerindeki gibi inşa etmek istediğini söyleyen Goethe yavaş yavaş tüm alanlarda zirveye ulaşmak ister. Eserleri kadar kişilik ve mizacında da mükemmeli hedefler.
Baş dönmelerinden kurtulmak için şehrin en yüksek kulesine çıkar; gürültüden duyduğu rahatsızlığı bertaraf etmek için yanında trampet çaldırır.
Goethe hayatı süzerek yaşıyor, nihayetinde ona eserlerinde son şeklini veriyordu. Yaşamdan her şeyi almak görmek duymak istemiyordu. Hayatın çirkin ve acı veren yönlerini tanıyor ancak onlara teslim olmuyor onlarda kalmıyordu.
Çok aşık oluyor ancak acı çekeceğini anlayınca aynı hızla sevgililerini terk ediyor yahut terk ediliyordu.
1774’te Frankfurt’ta Weimer Dükü Karl August'la tanışır. August siyasi gücünü ikame etmek için ülkenin dehalarını Weimar’da toplar. Şair de dükün daveti üzerine Weimar’a gider.August Goethe'deki dehaya hayrandır. Onu asillerin arasına alır. Artık o Wolfgang değil, von Goethedir.
Goethe insanı bir “fert” halinde tahayyül ediyor, başkalarıyla değişimi mümkün olmayan bir şahsiyet yaratmayı hedefliyordu. Her fert yaradılışının ve yeteneklerinin sınırlarına varmalı ve bu tastamam fert toplum hizmetinde çalışmalıdır.
Goethe yazarkenki coşkulu mizacının aksine insan ilişkilerinde mesafelidir. O, falanı filanı değil, “insanı” tanımak hevesindedir.
Goethe ömrünü yonta yonta hayatından bir şaheser yaratmak hevesindeydi. Karakterinin ve yaradılışta kendisine lütfedilen tüm yetenek ve istidatlarının sınırlarına varmak ve onları görmek istiyordu.
Goethe sadece kendisini geliştirecek işlere talip oldu veya bunları kabul etti. Goethe'nin sorusu: “Kendimden ne yapacağım?”dı.
Goethe, Weimar’da Maliye ve Kültür bakanlıklarından, müşavirliğe, yöneticilikten askerliğe çeşitli alanlarda rüştünü ispat eder.
Sanatçı kişiliği nedeniyle onu yadırgayan saray çevrelerine siyasi ve yönetici dehasını da ispat eder. Başarılı bir devlet adamıdır. Genç Goethe spontane ve hercaidir. Ama Weimar’da üstlendiği devlet işleri ona bir disiplin kazandırır.
Modernizme geçiş döneminin o buhranlı ikliminde Goethe intihar etmeyen nadir dehalardandır. O, yaşamından bir sanat eseri yaratmış, diğerleri gibi Nihilizmin kucağında can vermemiş kadınlar, sanat, deha, bilim ve görev aşkıyla hayata adeta kök salmıştır.
Weimar’da sadece şiirde değil, tiyatro alanında da çığır açar. Şairin Doğa ve fen bilimlerine olan ilgisi onu Jena’da anatomi araştırmalarına ve derslerine katılmaya iter. Renklerin oluşumuyla, kimyayla ve tıpla uğraşır. İnsan yüzündeki ara çene kemiğini keşfeder.
Goethe Weimar’da bir bürokratın karısı olan kendinden 7 yaş büyük Charlotte von Stein’la aşk yaşar.Bu platonik aşk Goethe'yi esir alır.Ancak Charlotte’nin sınırları keskin ve serttir.Sarayı iyi bilen kadın Goethe’ye sarayda kariyerin ve başarının sırlarını ve entrikaları öğretir.
Von Stein, entelektüel, bilge bir ruhtur ama şaire karşı soğuktur. Ona sadece aklıyla eşlik etmek ister. Goethe kendisini Weimar’a bağlayan bu kadının bedenini teslim alamaz. Goethe “insan”ı değil kadını aradığı bu dönemde Stein’ı bırakır.
Ancak şair yorulmuştur. Bir yandan devlet işleri diğer yandan Charlotte'nin platonik aşkı, hayatında defalarca olduğu gibi şairi yeni bir kaçışa zorlar.
Bu hür ruh, masonların üyelik teklifini reddettiği gibi saraya haber vermeden de İtalya’ya kaçmıştır. Şair tek bir mekanda ve insanda bağlı kalmanın dehasını ve ruhunu zincire vurmasından korkmaktadır.
Ancak artık Goethe sadece Almanya’da değil, tüm Avrupa’da da ünlü bir şairdir. Tanınmamak için Philipp Möller adını alan Goethe İtalya’da Rönesans ve Yunan mitolojisini yeniden keşfeder. Karakalem portreler çizer.
“Bu 1,5 yıllık yalnızlık içinde kendimi yeniden buldum. Hangi kendimi: Sanatçıyı.”
1788’de Weimar’a geri döner. Dükün takdiriyle siyasi görevlerle uğraşmayacak; artık sadece sanat ve bilimle ilgilenecektir. Tiyatro idaresini, Resim okulu yöneticiliğini ve Jena üniversitesini kontrolüne eline alır.
Weimar’a dönüşünde von Stein'la tekrar dost olmak istese de eski sevgilisi habersiz gidişinden ötürü dargındır.Goethe’nin bedeni arzuları galebe çalar. Charlotte’nin aksine avamdan, okumamış ama ona bir evin tüm rahatını sunacak bir kadınla -Christiane Vulpius’la- ilişki yaşar.
Schiller başta olmak üzere Goethe'nin asil ve entelektüel çevresi kabul etmekte zorlansa da şair kimseye aldırış etmeden sevgilisini evine alır ve evlenmeden 18 yıl birlikte yaşarlar. Oğulları Augustin doğunca evlenirler.
Fransa’nın Avusturya’ya açtığı savaşta Prusya cephesinde savaşa giden Dük Agustin ile gider. Savaşta asiller yenilir, şair geri döner. Savaşı sevmemiştir. Goethe Napolyon’la Erfurt’da görüşür. Napolyon Faust’u defalarca okumuş ve çok etkilenmiştir. Goethe’ye onur nişanı verir.
Beethoven Goethe’yi prenslerin ve sarayın kölesi ve devrim karşıtı bir anti demokrat olmakla suçlamıştır. Gerçekten de Goethe devrim karşıtıdır. Bugünkü manasında demokrasiye de inanmaz. Ona göre hakikat “oylanamaz”. Onu “tartmak” gerekir.
Goethe nihayetinde aristokrasinin ve monarşinin şairidir. Ancak o döneme göre hukuk devletini de savunmuştur. Edebiyat eleştirmeni Rüdiger Safranski’ye göre Goethe bir Reformaristokrattır.
Savaştan döndüğünde Schiller'le tanışır. Aralarında derin bir dostluk başlar. Schiller’in Goethe’ye yeni eşi Christiane'le birlikteliği yakıştıramaz. Bu hariç her meselede anlaşırlar. Schiller 1800’de Goethe’ye "Yüzyılın bitişini sizinle kutlamak güzeldi" diye yazar.
Ancak yeni yüzyıl Goethe için iyi başlamaz.
Hastalanmıştır. Hayati tehlikesi vardır. Daha da kötüsü en yakın dostu Schiller’in ölüm haberi gelir. Oğlunun, karısının ve nihayetin de en yakın arkadaşının ölümüyle sarsılan şair bir anlam krizine girer. Artık “yaratamamaktadır.”
Goethe yaşlanmıştır ama bunu kabulde zorlanır. O yaşın ötesinde bir şey aramaktadır. Yeniden “yaratmak” için aşkın peşine düşer.
İhtiyarlıktan kaçan şair genç bir bedende gençliği bulmayı umar. 19 yaşındaki Ulrike’ye asık olur. Ama bu genç kız ne Goethe'yi sevmemiştir. Şair bu reddedilişle sarsılır.
Goethe'nin genç ve meraklı dimağı sürekli öğrenmek istiyor, tek bir konuda kalmaktan çabucak sıkılıyordu. Bir Alman deyimiyle Goethe “Alan Ahmakı” (Fachidiot) değil faklı alanlarda rüşt kazanmış bir “allame” (Universalgelehrter) idi.
Goethe mükemmeliyetçi mizaçtadır. Kolay beğenmez. Örneğin Goetz Dramı’nı tam 3 kez yeniden yazdırır. Nitekim onu Yusuf Destanı, Serseri Yahudi, Faust ve Muhammed isimli ve diğer bazı çalışmaları da yarım kalmıştır.
Goethe varlıklı bir ailenin içinde iyi bir Hristiyan olarak yetiştirildi ama o daha 19 yaşında Hristiyanlıkla bilhassa da teslis inancı ve Mesih’le vedalaştı. İlahı olanı hayatın içinde ve doğada aradı. Doğayı kendine en büyük rehber ve hoca olarak kabul etti.
“Şu teslise nasıl inanılabilir? Kilise büyüklerinin ileri sürdükleri kanıtlar ne bayağı ne aşağı şeylerdir.”
Onu imana çağıran Papaz Lavater’e cevabı, “Ben Hristiyan değilim” olur.
Goethe çağdaşı pek çok şair ve edebiyatçı gibi Aydınlanmacı paradigmanın etkisiyle diğer kültürlere, dinlere hususi bir merak ve açıklıkla yaklaşmıştır.
Goethe'nin ömrü “Doğuya karşı alakanın gittikçe arttığı bir çağa” denk düşmüştür. Akıl yoluyla teslis inancını reddederken, vahdet fikrini ve neşeyi bulduğu İslam’la ilgilenmiştir. Aklın soğuk yüzünden Şark’a kaçanlardandır.
Şairin Kuran'a ilgisi yalnız romantik değil, tutku hatta fazlasıdır. Ciddi emek vermiş, Batı dillerindeki mealleri incelemiş, 1771 tarihli Arapçası zayıf ve Peygamberi sözde “deccal” olarak resmeden Megerl'in “Türk İncili” isimli tercümesi için "Bu zavallı bir eser” demiştir.
Goethe tastamam bir muvahhiddir. Kur’an'ın tevhid çağrısını hemen duymuştur. Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu reddetmiş onu Tanrı bilenlere “ruhaniyetini incitiyorsunuz” demiştir.
Goethe’nin maneviyatında Herder’in etkisi büyüktür.
Şair, Herder’e mektubunda çokça alıntılanan şu duayı eder:
"Mûsâ’nın Kur’an’da dua ettiği gibi dua etmek istiyorum: Rabbim! Göğsümü genişlet.!"
Goethe’nin Kuran’ı konu ettiği bazı şiirleri şairin pek çok ilmi tartışmadan, örneğin Kuran’ın ezeli mi yoksa sonradan yaratılmış bir kelam mı olduğuna dair teolojik tartışmalardan haberdar olduğunu gösterir:
>>>
“Kur’an ezeli midir?
Sormuyorum!
Kur’an mahluk mudur?
Bilmiyorum!
Ama kitapların kitabı olduğuna
Müslümanlık gereği iman ediyorum.”
Goethe'nin Doğuya ilgisi Hz. İsa ve Eski Ahit ve İncil’le başlamış; Hz. Muhammed ve Kuran’la devam etmiştir. Çağının Doğu’ya ilgisine rağmen İslam’a karşı önyargılar düşünüldüğünde Hz. Muhammed'e duyduğu muhabbet ve yakın alaka bir cesaret örneği sayılabilir.
Goethe İslam’da “Yüksek bir kültür imkanı yaratma kudretini” görmüştür.
Şair yetenekli, abartılı eğitimli, yanlış eğitilmiş muğlak bir toplum dediği Batını karşısında tüm sadeliği ve estetiğiyle Şark dünyasını koyar.
Her şeyde bir güzellik ve anlam bulan bu dünya görüşünü kurmak için “sadece sevgi değil zeka da gereklidir”.
Goethe Hz. İsa, Sokrates ve Hz. Muhammed gibi büyük şahsiyetleri kutsal metinlerin ve dogmaları içinden çıkartarak yaşatmak istedi. Daha 23 yaşında Hz. Muhammed hakkında bir eser yazmayı planladı ve bunu kısmen gerçekleştirdi.
Peygamberin Allah’ı arayışı, Hz. Ali ve Fatıma ve sütninesi Halime ile konuşmalarını not etti.
İslam Peygamberine yazdığı “Mohammeds Gesang” (Muhammedin Şarkısı” isimli eseri en bilinenidir.
Goethe, 1814’de Hafız Divanı’yla tanışır. Hafızda kendi mizacını bulur. Zevk ve ıstırapta ikiz kardeştirler. Goethe Doğu-Batı Divanı ve diğer şiirleriyle ilgili olarak: "Hafız'ı okudum, bu heybet ve yücelik karşısında öylece duramazdım, ben de bir şeyler yapmalıydım," der.
Güzel, güzeli mayalar. Goethe Hafız’dan aldığı ilhamla 250 şiir yazar.
Dünya edebiyatı kavramının mucididir. İslam alimlerinin şiire ve şaraptan aşktan bahseden Hafız’a gösterdiği tahammül ve genişlik, kilise ve Hristiyan softalarından bunalan şairi cezbeder. Fetvalarıyla Hafız’a destek veren Ebussud Efendi’ye divanında bir şiirle teşekkür eder.
“Şiirin vatanını tanımak isteyen Doğu’ya gitsin. diyen Goethe gidemese de Şark’a ha hayali seferler düzenlemiştir. Goethe İstanbul, Bağdat kelimelerinin yer aldığı Arapça hat denemelerinde bulunmuştur.
Goethe’nin Kuran’a gönülden yönelişi Müslüman mıydı değil miydi? sorusunu her zaman sordurmuştur. Ancak bu hem giderilemez hem de lüzumsuz bir merak olarak kalmaya mahkum bir sorudur. Onun yolu Hafız’ınki gibi aşk yoludur. Ne onu çağıran pazarlara, ne de diplomalara itibar eder.
“Pazarlar alışverişe çağırıyor seni
Ve bilgi büyütür benliğini
Ama kalbiyle etrafı temaşa eden bilecek
Aşktır, insanı yeniden inşa edecek!”
Goethe’nin diğer kültürler ve İslam’la ilişkisi Katerina Mommsenn’in kaleminden okunmalıdır. Hasan Ali Yücel’in zevkli bir Türkçeyle kaleme aldığı “Goethe: Bir Dehanın Romanı” Goethe’yi tanımak için muhakkak okunması gerekenler arasındadır.
Goethe’yi çağının diğer dehalarıyla kıyas ederek resmeden Stefan Zweig imzalı “Kendiyle Savaşanlar“ kitabı da okunmaya değerdir.
Ayrıca Eckermann’ın kaleminden “Goethe ile Konuşmalar” kitabının yanı sıra bu büyük dehanın hayatının izleri İngilizce ve Almanca olarak şu linklerden dinlenebilir:
Alman sosyolojisinin erken dönem isimlerinden ve sosyolojinin kurucu isimleri arasında zikredilen Georg Simmel’in toplumsal düşüncesinin en önemli eserlerinden bir tanesi “Paranın Felsefesi” başlıklı kitabıdır. Simmel paraya dair nasıl bir felsefe geliştirmiş birlikte bakalım.💵
“Paranın Felsefesi”, fragmanlar şeklinde yazan Simmel’in en sistematik ve bütünlük arz eden eseridir. 1900 yılında yayımlanmışsa da bu eseri müjdeleyen bir ders ve ders notlarından yola çıkarak hazırlanan bir makale 1889 tarihini taşımaktadır: “Paranın Psikolojisi”.
Kitap iki ana bölüme ayrılmıştır: analitik ve sentetik. Analitik bölümde, “Değer ve Para”, “Bir Töz Olarak Paranın Değeri”, “Amaçlar Sıralamasında Para”; Sentetik bölümde ise, “Bireysel Özgürlük”, “Kişisel Değerlerin Para Eşdeğeri” ve “Hayat Tarzı” altbölümleri yer almaktadır.
Edebi metinleri sosyolojik gözle nasıl okuruz? Sosyoloji, edebiyata düşündüğümüzden daha yakın olabilir mi? Yazar ne söyler, okur ne anlar, metnin asıl anlamı nedir?
Edebiyat ve sosyolojinin kesişiminde, Türkçede hangi kaynaklar mevcut?👇
Edebiyat ve sosyoloji, birbirine düşünüldüğünden daha da yakın iki alan belki de. Yazarın tarihsel toplumsal koşullarda yeniden anlam kazanması, değişen okur pratikleri, kitabın üretim-tüketim zincirindeki yeri vb. konular edebiyat kadar sosyolojide de önemli bir yer kaplıyor.
Bu ve benzeri konulara ilgi duyanlar için hem edebiyat sosyolojisinin hem de kültürel çalışmalar gibi disiplinler arası alanların sınırlarına girecek pek çok kaynak mevcut Türkçe literatürde. Bunlardan birkaçını birlikte hatırlayalım.
Okumaya Giriş 101: Kitapların sonsuzluğu karşısında sınırlı insan ömrü nasıl örgütlenmeli?📚
İşte "Kitapları nasıl seçmeli?", "Nasıl okumalı?" ve "Okuma deneyimini nasıl zenginleştirmeli?" sorularına cevap veren, Türkçede yayımlanmış eserler.😎
"Okuma bir dostluk biçimidir. Ama en azından dostluğun samimi bir biçimidir. Bir ölüye, olmayan birine yönelik olması ona çıkarsız, neredeyse dokunaklı bir hava verir."
📍Marcel Proust'un kişisel okuma deneyimlerini ve okumaktan duyduğu hazzı anlattığı "Okuma Üzerine".
"Nereden başlayacağız? Bu devasa kaosu nasıl düzene sokup okuduğumuz şeyden alabileceğimiz en derin ve geniş hazzı alacağız?"
📍Virginia Woolf, 1926 yılında Britanya'daki bir okulda sunmak üzere kaleme aldığı "How Should One Read a Book?" yazısında bu sorunun peşine düşüyor.
“Sanayi sonrası toplum”, “ideolojilerin sonu” gibi kavramları sosyal teoriye kazandıran, kendisini “ekonomide sosyalist, siyasette liberal ve kültürde muhafazakâr” olarak tanımlayan Daniel Bell’i yakından tanıyalım.
Daniel Bell 10 Mayıs 1919’da New York şehrinin doğu yakasında dünyaya gelir. Ailesinin büyük çoğunluğu fasılalarla Polonya-Belarus sınırındaki Bialystok şehrinden göç etmiştir. Yahudi kökenli aile, askeri hizmetten kaçmak için Bolotsky soyadını kullanmaktadır.
Babası, Daniel henüz 8 aylıkken ölür ve çocukluğunun geri kalanını annesi ve kardeşleri ile birlikte akrabaları yanında geçirir. 11 yaşından itibaren yasal vasisi amcası Samuel Bolotsky olacaktır.
📝🔎
“İnsanoğlunun yaptığı her şey, var olan her şey, insan ruhunun bir parçasını içerir. Bu soylu ruh, bilimde ve her şeyden çok sanatta yaşar. Ve bu ruh en açık, en belirgin ve en güzel biçimde yalnızca kitaplar aracılığıyla konuşur.”
Maksim Gorki
(28 Mart 1868-18 Haziran 1936)
Aleksey Maksimoviç Peşkov, bilinen adıyla Maksim Gorki, 1868’de doğar. Annesi Varvara Kaşirin, gençliğinde çok çalışıp yaşlılığında rahata eren esnaf Vasili Kaşirin’in kızıdır. Varvara, babasının bütün telkinlerine rağmen alt gelir grubundan Savatiyeviç Peşkov ile evlenir.
Gorki’nin babası Savatiyeviç Peşkov, nakliyecilikle uğraşan bir adamdır. Ölü doğan üç çocuğun ardından gelen Aleksey Maksimoviç, babasının işi sebebiyle bulundukları Astrahan’da koleraya yakalanır. Kendisi kurtulsa da bulaştırdığı hastalık babasını hayatından eder.
Uzaklar yakınlaştı, hem saha teknikleri hem de taşıdığı malzemenin zenginliğiyle antropoloji sosyal bilimlerin her alanında kaçınılmaz bir başvuru kaynağı haline geldi.🏹
🪶İşte sosyal (kültürel) antropolojiyle ilgilenmek isteyenler için Türkçede yayımlanmış başlangıç kitapları!
1-Conrad P. Kottak'ın oldukça kapsamlı "Antropoloji: İnsan Çeşitliliğinin Önemi" kitabı; uygulamalı antropoloji, biyolojik antropoloji, arkeoloji, kültürel çeşitlilik ve dünya sistemi başlıklarında disiplinin görüş alanına giren bütün konuları ayrı ayrı ele alıyor. @BilgiYay
2-Thomas Hylland Eriksen ve Finn Sivert Nielsen'in "Antropoloji Tarihi" ise disiplinin ortaya çıkışından 2000'li yıllara kadar olan serüvenini genel hatlarıyla anlatan temel bir kaynak.