Son yıllarda "Kamuoyu araştırmaları" moda. YouTube yorumlarını bırakmamın nedenlerinden biri de bunlar, zira bir toplumu böyle basit (hatta ilkel) sorulara verilen yanıtlarla okumak pek mümkün olmasa gerek, -mesela şu "Dindar Seçmen Araştırması"... >> #KonstantiniyeNotları
Bu tip araştırmaların en zayıf yanlarından biri, mesela trendin asıl istikametini temsil eden kesimlerin -ki daima azınlıktır- çarpan etkisine hiç bakmamaktır. Yani 1923'de sorsanız, halkın yüzde sekseni Hilafet'ten ve Padişah'tan yanadır, sadece %10'u için "hain"dir ama sonuç? >
1923'de Cumhuriyete karşı olanlar biriki yerel isyan dışında varlık gösteremediler. Azınlığın da azınlığının dediği oldu ve bu devasa değişim halk tarafından kabul gördü, öyle kabul gördü ki, "Kemalistler gidince halk bu parantezi kapatır" fikrine yatırım yapanlar aldandı...
"Dindar Seçman Araştırması" sonuçlarına bakıp bugünkü Eski Türkiye Yenisi'nin, Kal-ü Belâ'dan Kıyamet'e kadar süreceğini "düşünmek" mümkün. Ama çarpan etkisine sahip yeni kuşak Türkiye, bırakalım "yüksek düzey dindarlık" kategorisini, deistlik ile ateistlik arasında salınıyor...
Bazıları, nedense Türklerin din konusundaki tutumlarını ve yeni kuşağın bu konudaki tutumunu ve "Kültür Müslümanlığı" ile "Köktenci/körükürüne inançlılık" olgusunu fena halde birbirine karıştırıyor.
Türkler tarihte DE daima siyaseten "dindar" olmuşlardır...
Bağdat Halifesi'nin bir türlü ikna olamadığından Selçuklu sarayına defalarca ulaklar/elçiler/ulema gönderip onların Müslümanlığını ölçtürdüğü ve bir türlü ikna olamadığı ama sonunda kılıç zoruyla "ikna olmak zorunda kaldığı" malumdur...
Kurucusu inançlı bir Yahudi olan Selçuk Bey (yani, Hz. Musa'yı nehre bırakıp Tanrıya emanet eden annesinin Onu içine koyduğu koruyucu sepetin adı "Salcık" Bey) oğullarına da Musa, İsrail, Mikail, Yunus gibi adlar koyduğuna göre, Halife'nin kuşkulanması abartılı sayılmazdı...
Yahudi Hazar'ların bölgesinden, Müslümanlaşmaya başlayan Maveraünnehr bölgesindeki Türkmenlerin bölgesine inince, Hazar Hanının komutanı Dokak Bey'in inançlı Yahudi oğlu Selçuk Bey de kerhen Müslümanlığı (ölüm döşeğinde) kabul etmiştir ve bu tutum istisna değil kuraldır...
Moğolların büyük Hanı Çingis Han'ın torunu, Ögeday'ın (Oktay'ın) oğlu Kubilay Han, Çin'i fethedip Yüan Hanedanlığını kurduğunda, Moğol İmparatorluğunun da (baş) Kağanı olarak kerhen Budizmi kabul etmişti. İran'ın Anadolu'nun da hakimi Kardeşi Hülegü'nün Müslüman olması gibi...
Kubilay ve Hülegü'nün diğer kardeşi Batu Han, "Altınordu"nun Hanı olarak Ortodoks Hristiyanlık ile Budistlik arasında gidip geliyordu, tıpkı Hülegü gibi. Hepsinin aslı -adına yanlış bir şekilde "şaman" denen- Tengricilik/Kamlık gibi kadim Asya stepleri/tundrası dinindendi...
Moğolları örnek vermemin nedeni, Çingis Han'ın ordusunun önemli bir kısmını bugün "Türk" diye adlandırılan -ve bu dili konuşan- insanların oluşturmasıdır ve bu insanların son birkaç yüzyılda -bugünkü anlamda- Müslüman olması, genel karakterlerinin tamamen değiştiğini göstermez...
Burada Müslümanlık, esasen bir "Kültür Müslümanlığı"dır ve bunun son kanıtı da, son altmış yıldır peyderpey kabul ettiği "İslamcı İslamı"nı -ekonomik nedenlerle falan da olsa- altı ay içinde fark yaratabilecek ölçülerde terkedebilmesidir...
Cumhuriyet'in laik bir temelde, "parantez"le falan açıklanamayacak ölçülerde sağlam bir şekilde sahiplenildiğinin ve asıl parantezin, "Yeniden Osmanlı" olduğunun anlaşılmasından sonra, islamî teolojik politika erbabının bu fenpmeni -nedense- pek sorgulamadığı görülüyor...
Oysa konu, Türk tarihinde sayısız örneği görülen bir vaka: Selçuklu, Maveraünnehr'de nasıl Müslüman olduysa, Kubilay yerleştiği Hanbalık'da (yani Beijing/Pekin'de) nasıl Budist, Batu nasıl Ortodoks Hristiyan olduysa, modern Dünya'da da Cumhuriyetçi Laik olundu...
Bu muazzam değişimlerde halkın, asıl özüne esasen bağlı kaldığı, kendi Kam geleneğini burada Bektaşilik vd. türevleri şeklinde, Çin'de Wu ve Dao geleneği, Gök kültü içinde sürdürdüğü malum. Ve Türklerin dindarlığı Araplarla kıyas kabul etmez... >
Mesela Özbekler (Çingis Han'ın askerleriyle akrabalar) dindardırlar falan ama en sert Votka'ları da onlar içer. Çin'de işçilerin her bakkaldan neredeyse bedavaya satın aldıkları -kibriti çakınca alenen yanan- yüksek oktanlı içkileri kadar olmasa da sert şeyler içerler...
Ürdün'deki dindar Araplara Orta Asya Müslümanlarını anlatsanız, Türkleri -tıpkı eski zamanların Bağdat Halifesi gibi- pek Müslümandan saymadıklarını görürsünüz. Kutsal kitabın tüm Ayetlerini bilmek burada çok farklı bir şeydir.
Türkiye'de dindarlık, yeni bir aşamaya evriliyor...
Türkler kendilerini "dindar" saysa da -Arapların gözünde genellikle hiç değiller- kendileri için kamuoyu araştırmacılarının dayattığı "terim"lerde "düşünülen" dindarlardan olup olmadıkları, pek merak edilmiyor. Sözcükler aynı ama tanımladıkları insanlar bi hayli farklı...
Türkiye, kamuoyu araştırmalarında "dindar" diye tanımlananların değil, onlarla aynı başlık altında bile anılmak istemeyen yeni bir kuşağın belirleyeceği istikamette ilerliyor. Bunun çok somut rasyonel nedenleri var ve istikameti etkilemek konusunda din, artık, bir faktör değil...
Buradan çıkan sonuç, Türklerin dinsizleştiği veya ateistleştiği falan da değil elbette. Ruhanilik, kutsiyet, inanç, bütün bunların sayısız çeşidi ve türevi vardır, Türkler de bunların birinden diğerine geçiş konusunda Dünyanın en tecrübeli halklarından biridir... <<
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Bu mecrada arada, "Nasıl berbat insanlarla karşılaştığını, hatta bazen günün tamamında terslikler görüp yaşadığını" anlatanları okuyorum, benim deneyimlerim öyle değil, burada kısaca Türkler (ve tabii Kürtler vd. yani tüm T.C. Vatandaşları) nasıl insanlar, ondan sözedeceğim... >>
Türkiye'yi/Türkleri iyi tanıyan yabancı dostlarım, kendi ülkelerindeki insanları benden daha iyi tanıdıkları ve Türklerle kıyasladıkları için, onların fikrini esas alacağım (zira ben de onlardan pek farklı düşünmüyorum).
Türkler gerçekten harikalar... #KonstantiniyeNotları
Yurtdışından gelip uçakla İstanbul'a inince dikkatinizi önce muazzam bir canlılık çeker. İnsanlar sevecendir ve daha seslidir ve birbiriyle ilgilidir, mesela biri düşünce hemen çok sayıda kişi yardımına koşar, kimse beklemez. Türkler kibar ve yardımseverdir...
Türkiye'nin "Yeniden Osmanlı olmak" gibi "idea"sıyla hareket etmek -bunu resmen de ilan etmek- yanlışından mecburen dönüşü, aslında çok önemli ibretlik uzun bir dönemin, yani "Birilerini örnek alan, ergenlik" döneminin sona ermekte olduğunu gösteriyor... >> #KonstantiniyeNotları
Türkiye Cumhuriyeti doğarken, modern Avrupa'yı örnek aldı. O dönemde yani emperyalist/kolonyalist kapitalizmin -fikirsel ve kültürel anlamda da- dünya hakimiyeti kurduğu dönemde, Avrupa zirvesinden adım adım iniş döneminin başındayken, başka türlüsü de pek mümkün değildi...
Japonya, bu dönemde, "Kara Gemiler"le kapısına dayanan Amerikalıları örnek alırken, 1911'de Kuomintang lideri Sun Yat-sen tarafından ilan edilen Çin Cumhuriyeti Japonya'yı ve ülkede bulunan Avrupalı işgalcileri örnek alıyordu. Önceden modernleşmiş ulusdevletler "örnek" idiler...
Birçok "bildik alışıldık doğru"yu değiştirmeye aday iki önemli kriz var Dünyada, bunlardan biri Ukrayna, diğeri Tayvan.
Dün, bu iki krizin bir tür eşiğe benzediği ve o eşikten geçildikten sonra yolun nereye çıkacağının belirsiz olduğundan bahsetmiştim... >> #KonstantiniyeNorları
Dünya basını bu konuda fena halde ısınmış durumda. "Tartışmalar" had safhada, Türkiye'nin tavrının ne olacağı aşağı yukarı tahmin ediliyor, muhtemelen Batılı ülkelerin safında yer alacak, ama Türkiye de kendi eşiğine doğru ilerliyor, o eşiğin adı "Seçim". Sonrası, Allah kerim!..
Hollanda'nın çeğrek milyon tirajlı "de Volkskrant" gazetesi, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal tehdidi karşısında ciddileşen NATO'nun hiçbir şey yapmayacağını/yapamayacağını, bilemedin silah yardımında bulunabileceğini yazıyor.
İlginç olan konu, "Post-Amerikan Çağı"ndan bahsetmesi...
Yakın zamana kadar özellikle YouTube'daki alternatif medyada her lafın başında "Gazetecilik dersi" veriliyor ve "gerçek" gazeteciliğin ne olduğu konu ediliyordu. Bu "âdet"in terkedilmeye başlanması iyi bir gelişme. Ama gazeteciliğin aslı da pek matah bir şey sayılmaz... >>
Umberto Eco, gazeteciliğe karşı zehir zemberekti ve İtalya'dan yola çıkarak gazeteciliği "domuz tüccarlığı" ilan etmişliği bile vardı ve "Basın özgürlüğü diye bir şey yoktur, hiç de olmamıştır" demiştir. Tabii bunu şerh koymadan kabul etmek pek mümkün değil, -hele günümüzde...
Her fırsatta "Gazetecilik bu mudur Allah aşkına" diye ünleyenleri anlamakla birlikte, gazeteciliğin ne olduğu konusunda, büyük yazar Jonathan Franzen'ın "Purity" (Almancası: "Unschuld") adlı romanında yaptığı tarife yakın durduğumu söylemeliyim... >
Sadece Türkiye değil, Dünya da bir eşikte gibi. Rusya Ukrayna'yı işgal ederse, II. Dünya Savaşı'nda Polonya'nın Almanya ve SSCB arasında bir süreliğine işgal ve iptaline benzeyecek.
Türkiye ise, adına şimdilik "Seçim" denen bir olaya doğru ilerliyor... >> #KonstantiniyeNotları
Ortada olası "Başlangıçlar" var. Bunları "Eşik" diye nitelemek mümkün, çünkü başı, aşağı yukarı belli ve başta -bilinen türden- belli opsiyonlara/olasılıklara sahip, ama o başlangıçların, Türkiye'yi ve Dünyayı nereye götüreceğini, orada başlayan yolun nereye çıkacağı belirsiz...
Çin'in Tayvan'ı işgali de bir diğer konu. Tayvan'ı koruyacağını söyleyen bir ittifak var, ama koruyabilecek mi, ya Çin'le askeri bir kapışmayı göze alabilecek mi? Bu belirsiz.
Türkiye'nin Değişim/Dönüşüm'ü hangi istikamette olacak belli, ama oraya giden yol nerelerden geçecek?
Türkiye'de -şimdi kimsenin pek anlamak istemediği- bir Sol dalga geliyor. Bu sadece bir tesbit (istek/arzu falan değil).
Muhalefetin "Muhafazakar" söylem kullanmaya devam etmesi daha şimdiden sırıtmaya başladı ve bu nedenle değişecek gibi... >> #KonstantiniyeNotları
"Tezkere" tartışması, önemli sinyallerden birini vermiş olabilir.
Muhalefet bloğunun milliyetçi-Sağ partisi, iktidar bloğu ile birlikte oy kullanarak "milliyetçi muhafazakar seçmen"in yanında kaldığını düşünmüş gibi. Ama ülke geleceği ne milliyetçilik ne de muhafazakarlık...
Belki kulağa "absürd" gelecektir ama şimdi iktidar bloğunun yanında yer almak bir yana, onunla temas etmek bile bir siyasi hareketin sonu demek olabilir. Buna ben daha önce "Midas faktörü" demiştim, yani iktidara yaklaşan herkes altına dönüşüyor ve aynı zamanda ölmüş oluyor...