Çok heyecanlı bir dönem geliyor. Sağlam değişmez alışkanlıkları olanlar, herşeyi ille de kaba bilimselliğe bağlamaya meraklı olanlar, akrabalarıyla/arkadaşlarıyla/vd. Kooperasyon içinde değil, rekabet halinde yaşamayı benimsemiş olanları oldukça zor zamanlar bekliyor... >>
Yeni bir tür kamusal karşılıklı yararlananlar ekonomisi geliyor. İnsanlarla aynı göz hizasında konuşamayan, başkalarına ya yukarıdan bakıp ya da önünde ezilenler çok zorlanacaklar. En acınacak duruma düşecek olanlar, galiba kaba "Bilimsellik" takıntısı olanlar olacak gibi...
Bilimciler daha şimdiden krize girdiklerini hissediyorlar. Gelecek perspektifleri çok sınırlı ve bu yüzden fena halde karamsar. Gelecekte insanlar, bilimcilerin sayılarına DA bakacaklar elbette, ama esasen bilimsel sayılara göre karar vermeyecekler gibi. Onlar için hazmı güç...
Bu konuda, yani (30 yıl süreceğini tahmin ettiğim) pratik Postkapitalist dönemin olası ana hatları kakkında -güncellenmiş versiyonunu yeniden yayımlamayı düşündüğüm- kitabım için kapsamlı bir yazı/bölüm hazırladığımdan şimdilik burada noktalıyorum... << #KonstantiniyeNotları
EK:
Tabii bütün bu yeniliklerin belli nedenleri var ve o nedenlerden bahsetmek bölümü uzatabilir, -ama mümkün olduğunca kısa tutmayı tercih ederim...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
2022 Yılı tahminleri oldukça ürkütücü, (tabii bu tahminleri kimlerin yaptığı büyük önem arzediyor) ama bütün bunlar, 2022 yılının, 2021-2024 arasında yaşanmakta olan son mental dönüşümün en önemli yılı olabileceği ihtimalini değiştirmiyor... >> #KonstantiniyeNotları
Türkiye'de günlük hayata hakim muazzam bir karamsarlığın yanısıra, dikkatli ürkek ve henüz pek yüksek sesle konuşmayan bir iyimserlik mevcut. Bu durumun, sadece "olgular"la değil, insanların hayata bakışıyla ilgili bir durum olduğunu kitabımda anlatmaya çalışacağım... >
Dünya çapında muazzam bir -eski Dünyanın para/mal- KRİZİ geliyor. Bu kriz, sayılarla "büyüme"yle ve hesaptaki sayılara yeni sıfırlar eklemekle ilgili olanlar içi tam bir kâbus olacağa benziyor, -özellikle o sayıları amca/dayı/yandaşlık ile "yapmış" olanlar için...
Son yıllarda "Kamuoyu araştırmaları" moda. YouTube yorumlarını bırakmamın nedenlerinden biri de bunlar, zira bir toplumu böyle basit (hatta ilkel) sorulara verilen yanıtlarla okumak pek mümkün olmasa gerek, -mesela şu "Dindar Seçmen Araştırması"... >> #KonstantiniyeNotları
Bu tip araştırmaların en zayıf yanlarından biri, mesela trendin asıl istikametini temsil eden kesimlerin -ki daima azınlıktır- çarpan etkisine hiç bakmamaktır. Yani 1923'de sorsanız, halkın yüzde sekseni Hilafet'ten ve Padişah'tan yanadır, sadece %10'u için "hain"dir ama sonuç? >
1923'de Cumhuriyete karşı olanlar biriki yerel isyan dışında varlık gösteremediler. Azınlığın da azınlığının dediği oldu ve bu devasa değişim halk tarafından kabul gördü, öyle kabul gördü ki, "Kemalistler gidince halk bu parantezi kapatır" fikrine yatırım yapanlar aldandı...
Bu mecrada arada, "Nasıl berbat insanlarla karşılaştığını, hatta bazen günün tamamında terslikler görüp yaşadığını" anlatanları okuyorum, benim deneyimlerim öyle değil, burada kısaca Türkler (ve tabii Kürtler vd. yani tüm T.C. Vatandaşları) nasıl insanlar, ondan sözedeceğim... >>
Türkiye'yi/Türkleri iyi tanıyan yabancı dostlarım, kendi ülkelerindeki insanları benden daha iyi tanıdıkları ve Türklerle kıyasladıkları için, onların fikrini esas alacağım (zira ben de onlardan pek farklı düşünmüyorum).
Türkler gerçekten harikalar... #KonstantiniyeNotları
Yurtdışından gelip uçakla İstanbul'a inince dikkatinizi önce muazzam bir canlılık çeker. İnsanlar sevecendir ve daha seslidir ve birbiriyle ilgilidir, mesela biri düşünce hemen çok sayıda kişi yardımına koşar, kimse beklemez. Türkler kibar ve yardımseverdir...
Türkiye'nin "Yeniden Osmanlı olmak" gibi "idea"sıyla hareket etmek -bunu resmen de ilan etmek- yanlışından mecburen dönüşü, aslında çok önemli ibretlik uzun bir dönemin, yani "Birilerini örnek alan, ergenlik" döneminin sona ermekte olduğunu gösteriyor... >> #KonstantiniyeNotları
Türkiye Cumhuriyeti doğarken, modern Avrupa'yı örnek aldı. O dönemde yani emperyalist/kolonyalist kapitalizmin -fikirsel ve kültürel anlamda da- dünya hakimiyeti kurduğu dönemde, Avrupa zirvesinden adım adım iniş döneminin başındayken, başka türlüsü de pek mümkün değildi...
Japonya, bu dönemde, "Kara Gemiler"le kapısına dayanan Amerikalıları örnek alırken, 1911'de Kuomintang lideri Sun Yat-sen tarafından ilan edilen Çin Cumhuriyeti Japonya'yı ve ülkede bulunan Avrupalı işgalcileri örnek alıyordu. Önceden modernleşmiş ulusdevletler "örnek" idiler...
Birçok "bildik alışıldık doğru"yu değiştirmeye aday iki önemli kriz var Dünyada, bunlardan biri Ukrayna, diğeri Tayvan.
Dün, bu iki krizin bir tür eşiğe benzediği ve o eşikten geçildikten sonra yolun nereye çıkacağının belirsiz olduğundan bahsetmiştim... >> #KonstantiniyeNorları
Dünya basını bu konuda fena halde ısınmış durumda. "Tartışmalar" had safhada, Türkiye'nin tavrının ne olacağı aşağı yukarı tahmin ediliyor, muhtemelen Batılı ülkelerin safında yer alacak, ama Türkiye de kendi eşiğine doğru ilerliyor, o eşiğin adı "Seçim". Sonrası, Allah kerim!..
Hollanda'nın çeğrek milyon tirajlı "de Volkskrant" gazetesi, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal tehdidi karşısında ciddileşen NATO'nun hiçbir şey yapmayacağını/yapamayacağını, bilemedin silah yardımında bulunabileceğini yazıyor.
İlginç olan konu, "Post-Amerikan Çağı"ndan bahsetmesi...
Yakın zamana kadar özellikle YouTube'daki alternatif medyada her lafın başında "Gazetecilik dersi" veriliyor ve "gerçek" gazeteciliğin ne olduğu konu ediliyordu. Bu "âdet"in terkedilmeye başlanması iyi bir gelişme. Ama gazeteciliğin aslı da pek matah bir şey sayılmaz... >>
Umberto Eco, gazeteciliğe karşı zehir zemberekti ve İtalya'dan yola çıkarak gazeteciliği "domuz tüccarlığı" ilan etmişliği bile vardı ve "Basın özgürlüğü diye bir şey yoktur, hiç de olmamıştır" demiştir. Tabii bunu şerh koymadan kabul etmek pek mümkün değil, -hele günümüzde...
Her fırsatta "Gazetecilik bu mudur Allah aşkına" diye ünleyenleri anlamakla birlikte, gazeteciliğin ne olduğu konusunda, büyük yazar Jonathan Franzen'ın "Purity" (Almancası: "Unschuld") adlı romanında yaptığı tarife yakın durduğumu söylemeliyim... >