Ukrayna krizi konusunda çok yazdık, konuştuk ama yeni bir aşamaya geçildiği bugün bir toparlama yapmakta fayda var: Öncelikle Rusyanın ayrılıkçı bölgelerin bağımsızlığını tanıma hamlesi tanıdık bir sürecin başlangıcı.
Bölgede Rus hakimiyeti kabul edilir ve Batı'nın ekonomik yaptırımları dışından doğrudan askeri bir karşılık verilmezse -örneğin Ukrayna güç kullanarak bu bölgeleri yeniden topraklarına katmaya çalışmazsa- şimdilik kaydıyla bu kiriz böyle atlatılmış olur.
Ukrayna'nın askeri karşılık vermesinin doğrudan Rus birliklerinin Ukrayna içlerine doğru ilerlemesine neden olacağına kimsenin pek kuşkusu yok. Öte yandan, karşılık vermemek de uzun vadede Ukrayna'nın kalan topraklarının bütünlüğünü bugünden garanti etmeyecektir.
Kriz bundan sonra ne yöne evrilirse evrilsin, 1991 ve sonrasında oluşturulmaya çalışılan uluslararası sistem bir darbe daha aldı. Bu uluslararası hukukun ya da uluslararası ilişkilerin ana prensiplerinden "devletlerin toprak bütünlüğüne saygı" ilkesinin ilk ihlali değil.
Fakat bir tarafta Rusyanın artık iyice yerleşen ve adımlarının önceden tahmin edilebildiği bir uygulamaya, diğer tarafta güç kullanılarak durdurulmadığı sürece Rusyanın bu yöntemle eski topraklarını geri kazanma çabasına devam edeceğine işaret ediyor.
Bu süreç bir kere daha gösterdi ki, NATO ülkelerinin kendi toprakları doğrudan tehdit edilmedikçe ortaklarını korumak için Rusya ile çatışmaya girme arzusu yok. Bu durum aynı zamanda ittifakın yakın çevresindeki caydırıcılığını ortadan kaldırıyor ve gücü olanlara alan açıyor.
Ayrıca NATO içinde üyeler arası dayanışmanın zayıfladığı, ittifak bütünlüğünün kaybolduğu, ABD'nin primus inter pares (eşitler arasında birinci) konumunun başta kendi politikaları ve tercihleri nedeniyle zayıfladığı, başta Almanya ve Fransa olmak üzere bazı AB üyelerinin +
+küresel stratejik dengeleri gözardı eden, dar ulusal-ekonomik çıkar perspektifini öne çıkarttıkları görülüyor. İttifak bütünlüğünü zedeleyen bu durum NATO'nun caydırıcılığını zayıflatıyor, üyeler arası karşılıklı suçlamaları gündeme getiriyor.
Kriz bir kere daha ABD'nin özellikle müttefikleri arasındaki moral etkinliği ile sistem oluşturucu/koruyucu gücünü kaybettiğini gösterdi. Mevcut Biden yönetimin uluslararası alanda etkin politika izleme ihtimali zayıfladı; bunun yaklaşan Kongre ara seçimlerinde yansıması olacak.
Bunların net sonucu Rusyaya sahada sonuç alıcı karşılık verilememesi ve bugüne kadar kimseyi caydırmamış olan ekonomik yaptırımlarla yetinilmesidir. Tabii NATO-Batı dışı ülkelerin de bağımsız bir ülkenin toprak bütünlüğünün ihlaline büyük ölçüde sessiz kaldıkları unutulmamalıdır.
Uluslararası toplumun Ukraynanın toprak bütünlüğünü bu kadar kolay ve sinik şekilde gözden çıkartmış olmasının ciddi yansımaları olacağı açıktır. Verilen-alınan mesaj açıktır: “Güçlüler güçleriyle istediklerini yapar, zayıflar katlanmak zorunda olduklarına katlanır”- Thycydides.
Bu ortamda Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın "Rusya'nın söz konusu kararını kabul edilmez buluyoruz ve reddediyoruz" açıklaması sanırım kimseyi şaşırtmamıştır. Nitekim konunun uzmanlarının (1 gazeteci, 1 kamuoyu araştırmacısı, 1 ressam) ortak beklentisi/tavsiyesi de bu yöndeydi.
1/ Milli Savunma Bakanı Akar, bir süredir dile getirdiği S-400'ler için "Girit Modeli" konusunu yeniden gündeme getirmiş. Yunanistan'ın S-300'leri ile Türkiye'nin S-400'leri medyada çok karşılaştırıldığı için süreci takip etmeyenlere kısa bir bilgisel yapalım.
2/ Sözü edilen S-300 füzeleri, Kıbrıs Rum Yönetimi'nce Türkiye'ye karşı hava savunma zaafiyetini gidermek üzere 1997'de satın alındı. Türkiye'nin ön alıcı vuruş, adaya abluka uygulama & Maraş'ı yerleşime açma tehditleri ile adaya gelen gemileri durdurmaya başlaması üzerine, +
3/ ABD & İngiltere'nin önerisiyle kullanmamak kaydıyla Aralık 1998'de depolanmak üzere Girit'e gönderildi. Rum tarafında kararı alan Glafcos Clerides hükümeti düştü. Rumlar bir kaç kere füzeleri adaya geri getirmeyi düşündülerse de, Türkiye'nin tepkisiden çekinerek yapmadılar.
1/ Uİ dergisi 2020 çalışma raporu yayınlandı. Katkı sunan ve ilgi gösteren herkese teşekkür ederiz. Önümüzdeki yılların hedefi derginin etki değerini yükseltmetir. Bu sadece dergi ekibinin değil, tüm Türkiye #Uluslararasıİlişkiler camiasının ortak çalışması gereken bir konudur.
2/ Derginin bu noktaya gelmesinde çok kişinin emeği var. Bugüne kadar dergide 37 editör, yayın kurulunda 20 ve uluslararası danışma kurulunda 40'ın üzerinde farklı akademisyen ile onlarca yardımcı personel ve asistan arkadaşımızla birlikte çalıştık.
3/ Gelinen noktada yaşanan en önemli sorun, özellikle Türkçe yayımlanan makalelerin uluslararası alanda gerektiği kadar atıf almamasıdır. TRIP araştırmaları da göstermektedir ki, TR kökenli yazarlar İngilizce yayımladıkları yazılarında Türkçe makalelere atıf vermemektedirler.
1/ 2020'de #covid19 kapanmalarının da katkısıyla farklı alanlarda güzel kitaplar okudum.
Bunlardan bir grubu, Türkiye tarih yazınında pek ele alınmayan, Osmanlı Devletinin jeopolitik boyutu ve küresel güç mücadelesindeki sınır/ötesi bölgelere yönelik politikaları hakkındaydı.
2/ Aynı konunun devamı sayılabilecek, Osmanlı'nın Orta Avrupa ve Akdeniz'de güç mücadelesine giriştiği Habsburglar'la ilişkisinin askeri-stratejik boyutlarına da bakma fırsatı buldum bu yıl.
3/ Uzunca bir süredir Bizans'a bakmak istiyordum; tamamen farklı bir makale ("Turkey's Grand Strategy") için çalışırken denk geldiğim Luttwak'ın kitabı esas ilgilendiğim savaş, strateji ve diplomasi konularında. Henüz okumadığım diğer iki kitapla şimdilik bu alanı kapatacağım.
1/ #Uluslararasıİlişkiler'in #güvenlikleştirme yaklaşımını bilmeyenler S400 alımı gibi konuları "egemenlik" çerçevesinde ele alarak, hükümete her istediği konuyu "milli güvenlik" veya "egemenlik" konusu gibi sunma imkanı verdiklerini elbette fark edemezler. +
2/ Bu olduğunda orta-uzun vadede hükümet politikalarını eleştiremez hale geldiklerini/geleceklerini de fark edemezler. Tabii ortaya çıkacak "ulusal güvenlik devleti" yapısının siyasetin alanını daraltarak eleştiri ve tartışma ortamını boğacağını da öngöremezler.
3/ Gerçekten konuyla ilgilenenler #Güvenlikleştirme konusunda @guvenlikportali2nda yayımlanan @sinemacikmese'den şu kısa videoyu izleyebilirler:
1/ Türkiye'ye yönelebilecek #CAATSA yaptırımlarıyla ilgili olarak 10 Temmuz 2019'da hazırladığım bilgiseli, yaptırım direktifinin dün ABD Başkanı tarafından imzalanması üzerine yeniden aşağıda dikkatinize sunuyorum. Ek düşüncelerimi ayrıca ekleyeceğim.
2/ Temmuz 2019 bilgiselinin 4, 5, 6. maddelerinde belirtilen yaptırım türleri seçilerek uygulanmıştır. Bunların tek seferde açıklanmış olmaları "tek yaptırım olduğu ve 5 tamamlanıncaya kadar devamının geleceği" şeklinde yorumlanamaz. Başkan seçmesi gereken yaptırımları seçmiştir.
3/ Elbette bu Başkanın "yaptırımların yeterli olmadığını veya dikkate alınmadığını" düşünmesi halinde yeni yaptırımlar yürürlüğe koymasına engel değil. Güncel durumda örneğin Rusya'dan 2. grup S-400 bataryası ya da farklı silah sistemleri alımı bunu gündeme getirebilir.
1/ Gerçek çevrimiçi (online) eğitim ile şu anda tüm üniversitelerin ve diğer eğitim kurumlarının yapmaya çalıştıkları "acil uzaktan ders verme" arasındaki farkları gayet iyi anlatmış.👇
2/ Yıllar içinde gelişen farklı uzaktan eğitim modelleri (distance learning, distributed learning, blended learning, online learning, mobile learning, vb) ile şu anda eğitim kurumlarının acil durum nedeniyle geliştirmek zorunda kaldıkları çözümlerin birbiriyle pek alakası yok.
3/ #koronavirüs gibi ne zaman sona ereceği belli olmayan mevcut acil durum öğretim personelini ve akademik kurum yöneticilerini standart çözümler dışında yaratıcı ama kaçınılmaz olarak ideal olmayan eğitim modelleri bulmaya zorluyor. Bunu çevrimiçi eğitimle karıştırmamak lazım.