Atatürk'ün çok bilinen ama tam olarak anlaşılamayan sözü... Dünyanın adım adım savaş dönemine yürüdüğü bir dönemde Atatürk'ün bu sözü söylemesine neden olan etkenler bugün de geçerlidir.
Türkiye'nin bu söze sıkıca tutunması gerekiyor. Çünkü...
1* Atatürk karakter olarak barış adamıydı. Hayatının hiçbir döneminde İskender gibi Napolyon gibi ihtiraslı liderlerin sahip olduğu yayılmacı arzulara sahip olmadı.
Hatta kendisini Napolyon'a ve İskender'e benzetenlere karşı çıktı. Onlardan farklı olduğunu düşünüyordu.
2* İskender'i memleketini unutup uzak diyarlarda savaştığı için eleştiriyordu. Napolyon'u ise kişisel ihtirasları nedeniyle Avrupa'yı kana bulamakla suçluyordu.
Ona göre savaş bir milletin onu öldürmek isteyenlere karşı ölmemek için başlattığı bir hareket olduğu sürece meşruydu.
3* Atatürk'ün nasıl bir barış adamı olduğunun en açık örneği Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Yunanistan'la sıkı bir dostluğa girişmesiydi.
Tarihsel yaşanmışlıkları ulusal bir kine dönüştürerek Yunanistan'a daima tehditle yaklaşabilirdi. Ama bunu asla yapmadı.
4* Atatürk'ün en temel hassasiyeti, vatanı kurtarıp onu geliştirmek için çabalamaktı. Okullar kurulmalı, yollar açılmalı, toplum eğitilmeli, fabrikalar açılmalı, sanayi geliştirilmeli, ülke yaşanır hale gelmeliydi. Bu ancak barışla olabilirdi.
5* Türkiye kurulduğunda toplum Atatürk'e kurtarıcı gözüyle bakıyordu. Millet Atatürk'ün işaret ettiği her yere elinde silahla yürüyebilirdi. Atatürk, adını tarihe başka zaferlerle geçirmek için yeni savaşlar başlatabilir ve milletin kanını bu uğurda akıtabilirdi.
6* Ama bunu yaptığında, millet için yapmış olmayacaktı. Atatürk için yapmış olacaktı. Kendisi için yapmış olacaktı. Ne şanslıyız ki şahsi ihtiraslarından arınmış, tüm odağını millete çevirmiş bir lidere sahiptik.
Atatürk milleti daha ileri seviyelere taşımak için barışı seçti.
7* İlginçtir. İran Şahı Pehlevi'nin Türkiye'yi ziyaret ettiği günlerde yapılan bir gezinti sırasında Atatürk ve Şah'ın gelişi şerefine Çanakkale'de kurban kesmek istediler. Fakat Atatürk kafasını çevirerek kesimin yapılmamasını istedi. Bir hayvanın kesilmesine bakamıyordu.
8* İran Şahı, bu durum karşısında şaşırdı. Ömrü cephelerde geçen birinin bir koyunun kesilmesine nasıl bakamadığını sordu. Atatürk "o başka" dedi. Savaş esnasında cesetlerin üzerinden atlayarak yürümekten bile çekinmeyeceğini anlattı.
9* Bir barış insanı olmakla birlikte Atatürk savaştan çekinen biri değildi. Bir mareşaldi. Gerektiğinde savaşmak onun için gündelik işlerden farksız hale gelebilirdi. Binlerce insanın ölüme yürümesini emredebilirdi.
Çanakkale'nin en zor günlerinde askerlere ölmeyi emretmişti.
10* Dediğim gibi Atatürk, içinde bulunduğu şartlarda Türkiye'nin gelişmesini sağlamaya odaklanmıştı. Ne yapıp edip eğitimi, sanayiyi, tarımı geliştirmeli, ülkeyi ileriye taşımalıydı.
Bunlar savaş varken olmazdı. O yüzden Kurtuluş Savaşı'nı bitirdikten sonra maceraya atılmadı.
11* İhtiyacı olan şey uzun bir barış dönemiydi. Ancak bu şekilde Türkiye tüm motivasyonunu ve enerjisini gelişmeye yoğunlaştırabilirdi. Fakat sadece Türkiye'nin barış içerisinde olması bunun için yeterli olmazdı. Dünyanın da barış içerisinde olması gerekiyordu.
12* 1930'lardan itibaren dünya hızlı şekilde savaşa doğru sürüklenmeye başladı. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan barış o kadar kötü dizayn edilmişti ki hesap kapanmamıştı. Pek çok devlet eski defterleri açmak niyetindeydi.
13* Dünyada bu devletlere "revisyonist" devletler deniyordu. İtalya ve Almanya bu ülkelerin başında geliyordu. Faşist diktatörler Mussolini ve Hitler büyümek ve yeni yerler işgal etmek eğilimi içindeydi.
Ve savaş bir kez başladığında herkes pastadan pay kapmak isterdi.
14* O dönem Türkiye'nin de revizyonistlere katılabileceğinden şüphe duyuluyordu. Yunanistan'a haddini bildirmek ve Ortadoğu'da kaybettiği toprakları geri almak dağılan bir imparatorluğun kapanmayan hesabı olabilirdi. Ve Atatürk iyi bir savaşçıydı. Arzu etmemesi için neden yoktu.
15* Fakat dediğim gibi... Atatürk adını tarihe büyük savaşlarla geçirmek uğruna milletini kan ve ölüme gönderecek biri değildi. Tüm motivasyonu memleketi kendine yeten tam bağımsız bir sanayi devleti yapmaktı. Ancak bununla mutlu olabilirdi.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Herkesin gözü önünde ama kimseye fark ettirmeden çok ilginç bir hadise yaşandı. Size tüm partilerin Türkiye'yi ilgilendiren ÇOK önemli bir konuda "aynı çizgiye" geldiğini söylesem inanır mısınız?
Kafa açan bir bilgisel geliyor. Şaşıracaksınız. Gelin anlatayım.
1* Ukrayna savaşının hızlı gündeminin gölgesinde 6 parti bir araya gelerek Türkiye'nin geleceğine yönelik kritik bir mutabakat metni ilan etti. Metnin bir paragrafı hepsinin önüne geçerek tam da anlaşılmayan türden kafa karışıklığı yarattı.
1921 Anayasası...
2* Metin, Türkiye'de çoğulcu demokrasinin hiçbir zaman gerçekçi anlamda olmadığını ifade ettikten sonra 1921 Anayasası'nı ayrı yere koyarak altını çiziyor.
1921 Anayasası çoğulcu demokrasi açısından daha kapsayıcı ama sonrakiler dar kalıplı... İlginç.
Yüz yıl önce Milli Eğitim'i ABD'ye verebilmek için önce ortada Milli Eğitim olması lazım. Bu palavraları bir kenara bırakalım. Size gerçekleri yazayım.
Eğitim Bakanlığı'nın 1893 tarihli raporuna göre o tarihte Osmanlı genelinde 4572 MİSYONER okulu bulunuyor.
1* Osmanlı Devleti 1830'lardan itibaren adeta MİSYONER pazarı haline geldi. İngiltere ve Fransız misyoner teşkilatları ülke genelinde okullar üzerinden adeta işgal başlattı.
1893'e gelindiğinde toplam okul sayısı 4572 oldu. Belgesini de vereyim. Sonra lafı edilmesin.
2* Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nin Yıldız Perakende Maârif Nezareti Maruzatı'ndaki 3 numaralı dosyasının 31 numaralı gömleğinde yer bu araştırmaya ilişkin rapor yazılı.
1900 yılında ABD'nin sadece Anadolu'da 417 okulu ve 17556 öğrencisi vardı. Ve bunlar sıradan okullar değil.
ABD, iki ay önceye kadar Rusya'ya karşı pozisyon almakta tereddüt eden AB'yi pek çok yaptırıma ortak ederek Moskova karşısında konumlandırmayı başardı.
Ama asıl mesele Rusya'ya enerji yaptırımı uygulamak ve Rusya'ya destek vermesi halinde Çin'e ikincil yaptırım uygulamak. Zor.
ABD-AB olur da vites artırarak, Rusya'ya enerji yaptırım uygulasa bile Çin, Rusya'nın alıcısı olmayı (elbette AB'nin ödediğinden daha düşük bir bedel üzerinden) kabul edebilir.
Bu durumda ABD-AB'nin vitesi yeniden artırması ve Çin'e de ikincil yaptırım uygulaması gerekecek.
Fakat şimdilik bu ihtimaller çok düşük. Çünkü böyle bir durumda AB'nin tam olarak resesyona gireceği konuşuluyor. Çarşıyı ciddi halde karıştıracak ihtimaller bunlar.
Ama Ukrayna direnmeyi başarır ve Putin Kiev'i Halep'e çevirirse o zaman neler olabilir meçhul.
Rusya, Ukrayna Savaşı'nda nasıl başarısız oldu? Çin pozisyon mu değiştiriyor? Hindistan ve Türkiye'yi bekleyen tehlike ne? Savaşta şimdiye kadar neler oldu ve şimdi ne olacak? Büyük bir yıkım yaklaşıyor.
Gelin anlatayım.
1* Rusya sürecin en başında, diplomasi masasının kilitleneceğini ve sahaya ineceğini tahmin ediyordu. Bu nedenle tüm stratejisini Donbas'ı tanımak ve akabinde Zelenski'yi devirip Rus yanlısı bir hükümet getirmek üzerine kurmuştu.
2* Süreç tam da beklendiği gibi gerçekleşti. Rusya, Ukrayna ordusunu devre dışı bırakacak türden hava taarruzu ve siber saldırı başlatıp kilit şehirlere yüklendi.
Hesaplamalara göre 5-7 gün içerisinde kilit şehirler düşecek ve hükümet devrilecekti.
Rıfat Börekçi çok mert, çok şahsiyetli ama bir o kadar da talihsiz biri. Atatürk'e karşı olmadığı için dini çevreler tarafından adı anılmıyor. Atatürkçü çevreler de niyeyse onun kıymetini anlayabilmiş değil. Haliyle adı tarihe karışıyor. Öne çıkarılmıyor.
Bugün ölüm yıl dönümü.
Rıfat Efendi Atatürk'ün Ankara'ya geldiği dönemde ona destek veriyor. Topladığı parayı maddi sıkıntı yaşayan Milli Mücadele grubuna bağışlıyor. İdam fetvasına karşı Ankara Fetvası'nı yayınlatarak karşı duruyor.
Parayı bağışladığı anı da çok ilgi çekicidir.
Atatürk, paranın mali işlere bakan Mazhar Müfit Bey'e teslim edilmesini istiyor. Rıfat Efendi teslim için gittiğinde Müfit Bey'in çekmecesinde sadece iki şeker kalmıştır.
Müfit Bey bu nedenle "sanırsam kahve sevmezsiniz" diye latife yapıyor.
Sene 1937.. O dönem, Hitler Almanyası, Çekoslovakya'nın Südet bölgesine göz koymuş durumda. Prag ise direniyor. Tüm Avrupa, krizin savaşa neden olmasından tedirgin. En çok da savaşın başlamasıyla yutulacağının farkında olan Romanya..
O günlerde Romanya kralı Atatürk'e geliyor.
Romanya Kralı Karol, Atatürk'le görüşmesinde Südet krizinden bahsediyor ve bir ricada bulunuyor: Çekoslovak lider Beneş'le görüşmesini ve Südet'i Almanlara bırakmasını nasihat etmesini istiyor.
Böylece kriz çözülecek, savaş riski dağılacak ve Romanya tehditten kurtulacaktır.
Esasen bir kralın, uluslararası bir sorunu çözebilmek için Atatürk'ten yardım talep etmesi, Atatürk'ün o dönem için nasıl itibar sahibi olduğunu yansıtmak açısından önemlidir.
Fskat Atatürk bu ricayı duyduğunda şaşırıyor. Şöyle söylüyor: