Almanya'nın Eutin kasabasında adı “Damat Meşesi” olan bir ağaç, her yıl birçok ülkeden yazılmış yüzlerce aşk mektubuna ev sahipliği yapıyor. Kendi posta adresi olan dünyadaki tek ağaç olan meşenin şimdiye kadar evlenmelerine aracılık ettiği çift sayısı 200’den fazla...
1890 yılında kasabada yaşayan Minna adındaki genç kız Wilhelm adında bir çikolata üreticisine aşık olur. Ancak Minna'nın babası görüşmelerine izin vermez. Wilhelm bir çözüm düşünür ve ormandaki en büyük ağaç olan meşenin üzerindeki açık bir oyuğa mektupları bırakmaya başlar.
Kız onun mektubunu alırken kendi mektubunu da oyuğa bırakır. Bir süre bu şekilde haberleştikten sonra kızın babası nihayet izin verir ve 1891'de meşenin gölgesinde evlenirler. Çiftin hikayesi kulaktan kulağa yayılınca birçok yerden meşe ağacına mektuplar yazılmaya başlar.
Meşe artık evlenmek isteyen ya da bir hayat arkadaşı arayanların adresi olmuştur. Ağaca o kadar çok mektup yazılır ki, 1927'de Alman posta servisi Deutsche Post, meşeye özel bir posta kodu vererek bir de postacı görevlendirir. Kural basittir, postacı mektupları getirir…
Bir eş ya da sevgili arayanlar merdivene çıkarak oyuktaki mektupları okur, cevaplamak istediğini yanına alır ve kalan mektuplar yeniden oyuğa bırakır. Zamanla meşe sayesinde tanışanların sayısı artmaya başlamıştır.
1984'te başlayıp 20 yıl boyunca postacı olarak meşeye mektup taşıyan 74 yaşındaki Karl-Heinz Martens’in ismi de meşeyle özdeşleşmiş. Martens çalıştığı süre boyunca neredeyse her gün mektup getirdiğini ve şimdiye kadar bir günde en çok 50 mektup bıraktığını hatırlıyor.
Martens yıllar içerisinde evliliklere de şahit olmuş. 1988'de Claudia adlı bir Doğu Alman kızından meşeye mektup gönderilir. Friedrich adlı bir Batı Alman genci mektubu okur ve ona cevap yazar. İkisi Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ilk kez meşenin altında buluşup evlenirler.
Martens ve meşenin bu ünü haberlere de konu olur. 1989'da Alman televizyonu meşeyle ilgili bir yayın yapar ve haberin sonunda o zamanlar bekar olan Martens'e kendisine uygun bir mektup bulup bulamadığını sorar. Martens’in cevabı hayırdır…
Birkaç gün sonra Martens, postaları bırakmak için meşeye tırmanırken Renate adlı bir kadından kendisine yazılmış bir not görür. “Seni televizyonda gördüm, tanışmak isterim” yazıyordur. İkisi hemen tanışırlar. 5 yıl flört ettikten sonra 1994 yılında meşenin altında evlenirler.
Martens ilk başlarda meşeye mektup taşıma işini garip bulsa da kendi evliliğinden sonra onun bir büyüsü olduğuna inanmış. “Tinder yokken meşe vardı” diyor Martens ve ekliyor, “İnternetiniz bir gün gidebilir ama meşe gitmez, her zaman orada sizi bekler.”
2009’da meşe ile Düsseldorf’taki tarihi bir kestane ağacı evlendirildi. Aralarında 503 km olsa da aynı tarih ve saatte ağaçların altında buluşanlar evliliği kutladılar. Ancak evlilikleri 6 yıl sürdü. Kestane artık yaşamıyordu. Dalları budandı ve gövdesine bir kız figürü işlendi.
Martens ve Renate 25 yıl evli kaldılar. Renate 2019’da hayatını kaybetti. Martens hala “en iyi dostum” dediği meşeyi sık sık ziyaret ediyor. Damat Meşesi ise 130 yıldır mektuplara ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Adres: Bräutigamseiche, 23701, Eutin, Deutschland. 🌳
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1972 yılında Berlin’deki Zoo Tren İstasyonu’nda 17 metrekarelik küçük bir dönerci açan Kadir Nurman, yıllar sonra “ekmek arası dönerin mucidi” olarak anılacağını hayal bile edemezdi. Nurman, Almanya’ya 1961 yılında konuk işçi (gastarbeiter) olarak gitmişti...
Önce Stuttgart’ta ardından Berlin’de çeşitli fabrikalarda çalıştıktan sonra 1972’de Berlin’de “City Grill” isimli bir dönerci açmaya karar verdi. Ancak dükkanı açtığı yer, istasyonun çok yakınında olduğu için insanlar genelde ayaküstü atıştırmalıklar tercih ediyordu.
Nurman da geleneksel olarak tabakta servis edilen döneri, buraya uygun olarak ekmek arası olarak satmaya karar verdi. İçerisine biraz marul, soğan ve domates ekleyip 1,50 marktan satmaya başladı. Önce Türk işçiler daha sonra da Almanlar, dönerin bu tarzını çok sevdi.
Hollandalı fotoğrafçı Robert de Hartogh, 1970’li yıllardan itibaren Rotterdam’da yaşayan Türklerin fotoğraflarını çekmeye başladı. Evler, iş yerleri, okullar, kurslar, kermesler ve günlük hayat üzerinden çektiği fotoğraflar bir döneme ışık tutuyor. 🌿
❝1969’un 27 Kasım’ında Münih Tren İstasyonu’nda meraklı bir bekleyiş vardı. Güneydoğu Avrupa’dan Almanya’ya gelecek 1 milyonuncu işçi bekleniyordu. Birkaç gün önce Atina ve İstanbul’dan yola çıkan trenlerden hangisi Münih’e önce varırsa 1 milyonuncu işçi o trenden inecekti...
5 yıl önce 1964 yılında Güney Avrupa’dan gelen 1 milyonuncu işçi Portekizli Armando Rodrigues olmuş, kendisine Zündapp marka bir moped hediye edilmişti. Bu kez peronun ortasında, beyaz örtülü bir sehpanın üzerinde üstten kolçaklı Schaub-Lorenz marka bir televizyon bekliyordu.
İlk gelen haberlere göre Atina treni önden geliyordu. Yunan gazeteciler gülümserken, Türk gazeteciler de Sirkeci treni daha önce gelsin diye dua ediyordu. Sirkeci treninin içerisindeki 800 işçinin ise bütün bu olup bitenlerden hiç haberi yoktu.
Kerstin, Sonja, Elisa ve Annemarie ismindeki dört arkadaş, 1983 yılında Stern Dergisi’nde çıkan yabancı düşmanlığıyla ilgili bir haberden etkilenerek bir sokak deneyi yapmaya karar verirler. Öğretmenlerine giderek fikirlerini paylaşırlar…
Buna göre kılık değiştirerek Türk çocukları gibi görünecek ve Köln sokaklarında gezerek Almanların onlara karşı davranışlarını gözlemleyeceklerdi. Köln-Holweide Gesamtschule’deki öğretmenler, ortaokul öğrencilerinin bu fikrini beğenir ve onlara yardım etmeye karar verir.
Sınıfta 30 öğrenci vardır. Alman öğrencilerin dışında 4 Türk, 1 İtalyan ve 1 Yugoslav öğrenci bulunmaktadır. Öğretmenler deneye katılmak isteyen 8 öğrencinin makyajlarını yapıp saçlarını geçici boyayla boyarlar. Türk öğrenciler de hazırlanmaları için arkadaşlarına yardım eder.
1902 yılında Berlin’de Alman mimar Bruno Möhring tarafından tasarlanan Bülowstraße İstasyonu’nun yıllar sonra “Türksicher Basar” ismiyle bir kapalı çarşıya çevrileceği ve hatta içerisinde Öztürk Serengil ve Neşet Ertaş’ın dükkanlarının bulunacağı kimsenin aklına gelmezdi…
Bülowstraße İstasyonu, Berlin’deki 2 numaralı metro ağının bir durağı olarak Schöneberg semtinde inşa edilir. 2. Dünya Savaşı’nda büyük hasar görse de savaştan sonra onarılarak yeniden işler hale getirilir. Ancak Berlin Duvarı’nın inşasıyla birlikte istasyon hepten kapatılır.
1972 yılında Alman bir iş insanı istasyonu içerisinde mağaza ve dükkanların olduğu alışveriş alanına dönüştürmek ister ancak başarılı olamaz. Bir süre sonra Büyükelçiliğin tavsiyesiyle eski Yeşilçam aktörlerinden olan sonradan Almanya’da ticarete atılan Atalay Özçakır’ı arar.
❝Kanımca bendeki yol severliğin temel geni, inşaat ustası dedemin Trakya’daki köyünden kalkıp işçi olarak Fransa’ya gittiği 1973 kışına dayanır. 81’de anneannemi ve üç dayımı yanına aldırır, okuyup öğretmen olmuş tek kızı yani annem, evlenip Türkiye’de kalır...
İlk kez 1990 yazında, 4 yaşındayken gittim Paris’e. Hayal meyal anımsıyor ya da çok anlatıldığından ve fotoğraflara çok baktığımdan anımsadığımı sanıyorum. Anneannem Corbeil’de 13. kattaki dairesinde bizi bekliyor, kapıyı açınca her yer mis gibi hamur ve yemek kokuyor.
Kim bilir kaç saattir mutfakta… Anneannem besleyerek sevgisini gösterenlerden. Gecenin bir saati torunu istedi diye patates kızartmaktan, oğlunun, kızının canı çekti diye akıtma yapmaktan hiç gocunmaz. Hatta bayılır buna...