Gerçekte yaşayıp yaşamadıkları, yaşadılar ise de nerede bulundukları kesin olarak bilinmiyor.
Yapılan kültür araştırmaları ve rivayetlere göre Bursa'da Ulucami'nin imalatı esnasında çalışan 2 işçi oldukları belirtiliyor.
(Kambur Bali Çelebi) Karagöz, demirci ustası,
(Halil Hacı İvaz ) Hacivat ise duvarcı ustası.
Gölge oyunu tekniğinin Türk toplumunda ne zaman kullanılmaya başlandığı hakkında kesin bir bilgi yoktur.
Bir görüşe göre Çinlilerden Moğollara onlardan da Türklere geçmiştir.
Daha sonra da Türk akınlarının istikametine paralel olarak batıya geçmiştir.
Bu tekniğin Türk halk kültüründe ortaya çıkışı ve ne zaman Karagöz ve Hacivat olarak biçimlendiği hakkında değişik görüşler vardır.
Bunlardan en yaygın olanı Ulucami’nin inşaatı sırasında Bursa’da geçmiştir. Cami inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bali Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacivat) arasında geçen nükteli konuşmaları
dinlemek isteyen işçiler işi gücü bırakıp onların etrafında toplanır, bu yüzden de inşaat yavaş ilerlermiş. Bu durumu öğrenen padişah her ikisini de idam ettirmiş.
Daha sonra çok pişman olan padişahı teselli etmek isteyen Şeyh Küşteri başından beyaz sarığını çıkarıp germiş ve
arkasına bir şema (ışık) yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile de Karagöz ve Hacivat’ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını tekrar etmiş. O tarihten sonra da Karagöz oyunları değişik mekanlarda oynanır olmuş.
Günümüzde de Karagöz perdesine Şeyh Küşteri meydanı denir ve Şeyh Küşteri, Karagözcülüğün piri kabul edilir.
Evliya Çelebi'nin rivayetine göre 1623 yılında yapılan şenliklerde Karagöz ve Hacivat oyunları sergilenmiş, hatta sultan IV. Murad'ta izlemiştir.
17. yüzyılda bugünkü halini alan Karagöz ve Hacivat oyunları, Sultan Abdülhamid döneminde siyasi mizah olduğu için sansürlenmiştir.
Karagöz, deve veya manda derisinden yapılan insan, hayvan veya eşya şekillerinin (tasvir) çubuklara takılıp arkadan verilen ışıkla
beyaz perde üzerinde hareket ettirilmesi esasına dayanan bir gölge oyunudur. Karagöz oynatan sanatçıya “hayali” adı verilir. Hayaliler, oyunun yaratıcısıdır ve gösteri sırasında seyircinin özelliklerine göre oyunda değişiklikler yapar,
sahnelerin yerlerini değiştirip, konuyu günceller. Karagöz oyununda konular, komik öğeler öne çıkarılarak işlenmekte, çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü ögeleri olarak yer almaktadır.
Karagöz, oyununun başrol oyuncusudur.
Okumamış, cesur, tepkilerini açıkça gösteren, çabuk öfkelenip kavga eden, yalancılığa ve ikiyüzlülüğe tahammül edemeyen gerçekçi bir halk adamıdır.
Hacivat, Karagöz’ün tam tersi bir tiptir.
Eğitim görmüş, iyi konuşan, bilgili, kişisel çıkarlarını önde tutan, kurulu düzeni kabul etmiş, içten pazarlıklı, nabza göre şerbet veren, tüm mahallelinin akıl danıştığı, yardım istediği kurnaz bir tiptir.
Esnek yapısı itibariyle doğaçlamaya ve güncel olayların işlenmesine son derece açık olan Karagöz perdesi, zamanının en önemli toplumsal yergi vasıtasıydı.
Halkın beğenmediği hükümet kararlarını eleştirdiği ve kamuoyunu temsil ettiği dönemler vardır.
Osmanlı’nın son dönemlerinde Karagöz sanatçıları devlet ileri gelenlerinden bazılarının hırsızlığını, rüşvetçiliğini vs. perdede canlandırdıkları için bu taşlamalar çok keskin bulunmuş, oyunlar yasaklanmış, devlet ileri gelenlerinin perdeye yansıtılmaları ağır cezalara bağlanmış.
Karagöz ve Hacivat gölge oyunu bir çerçeveye gerilmiş patiska arkasında bir ışık kaynağından faydalanılarak oynatılır. Perdeye "Ayna" denir.
Perdenin iç tarafında perdenin altında tahtadan bir raf bulunur.
Buna da "peş tahtası" denir. Oyunun araç ve gereçleri bu rafta bulunur.
Oyunun araç ve gereçleri zil, tef, kamış, düdük (nareke) perdeyi aydınlatacak kandil veya ampuldür. Ayrıca Y şeklinde çubuklar vardır. Bunlar birden fazla tasviri tutmaya yarar. Tasvir, perde üzerindeki görüntüdür.
Karagöz ve Hacivat kuklaları 32 ya da 40 cm boyutunda olup deve, sığır, ya da manda derisinden yapılır.
Karagöz ve Hacivat oyunları 4 bölümden meydana gelir. Giriş (Mukaddime), Diyalog(Muhavere), oyun(Fasıl),
Bitiş (Etilog)
Karagöz ve Hacivat hakkında ikinci söylenti şu şekildedir: Hacivat Mekke'den Bursa'ya gidip gelen tanınmış biridir. Karagöz ise İstanbul Tekfuru Konstantin'in seyisidir. Tekfur onu yılda bir defa sultanına gönderir. Karagöz de bu ziyaretlerde Hacivat ile sohbet ederdi.
Onların söyleşmeleri gölge oyunu olarak oynatılır.
Daha az bilinen bir söylenti ise Filibeli Mithat Bey'in Bursa Belediye Başkanı Muhittin Bey'e yazdığı mektupta şöyle geçer: Karagöz Orhaneli Karakeçili aşiretinden Kara Oğuz adlı bir köylüdür.
Adı Kara Öküz'e çevrilir ve arkadaşı Hacı Ahvad ile düzenledikleri oyun Şeyh Küşteri'nin ilgisini çeker.
en az 4 yüzyıl boyunca ramazanlarda, bayramlarda, sünnetlerde, kahve toplantılarında geçerli olan Karagöz, içinde bulunduğu toplumun bir çeşit ibret aynası olur ve
tiyatro, sinema, televizyon öncesi dönemlerin temsil gereksinimini karşılar.
Her sanatçı kendi döneminde, Karagöz ve Hacivat gölge oyununa yeni konular eklemiştir. Sanatçılar dönemin şartlarına göre konuları şekillendirirdi.
Hacivat: Hasretinle beni koyup gidenin, hoş geldin.
Karagöz: Hasta iken turşu suyu içenim, boş geldin
Hacivat: Gel Karagöz, gidelim Göksu’ya yiyelim dolma.
Karagöz: Sümüklü burnumu ye de, namerde muhtaç olma..
Günümüzde hala Karagöz ve Hacivat'ın gerçek kişiler olup olmadığı netleşmiş değildir, tartışmalar devam etmektedir.
Artık sadece bir avuç gönüllü tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır….
22 Mayıs 1895’te İstanbul’da, konak yaşamının hüküm sürdüğü bir atmosferde dünyaya gelir.
Babası Hasan Sırrı Bey, eğitim alanında bakanlıkta çalışmış olması bir yana Shakespeare’den iki de oyun çevirir.
Annesi Melek Hanım emekli asker İbrahim Paşa’nın kızıdır.
Erken Cumhuriyet döneminin kendine has yazarlarındandır Nahid Sırrı Örik.
Henüz dört yaşındayken anne babasının ayrılmasıysa, üvey anne ve babanın yanında geçireceği bir çocukluğa neden olur.
Nahid Sırrı Örik, ilk eğitim macerasına evde, özel hocalarla başlar ve Fransız ekolü ile yetiştirilir. Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak okusa da öğrenimini tamamlayamadan buradan ayrılır. 1915 ile 1928 yılları arasında Avrupa’da bulunur.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yani herkesin daha aşina olduğu ismiyle Sovyet Rusya’nın yıkılmasının üzerinden yıllar geçti.
Döneminin adeta bir kapalı kutusu olan Sovyetler Birliği döneminin en büyük miraslarından bir tanesi de
Kızıl Ordu Korosu’dur.
Koro 1928 yılında dönemin Sovyetler Savunma Bakanı Kliment Voroshilov’un isteği üzerine Alexander Alexandrov tarafından Moskova Merkez Ordu Kulübü’nde kurulmuştur.
Koro ilk kurulduğu zaman 12 asker, bir vokal ve bir akordeon sanatçısına eşlik eden iki dansçıdan oluşmaktaydı. Koro ilk resmi konserini ise kurulduktan yaklaşık bir sene sonra 1929 yılında Sovyetlerin Doğu topraklarında demiryolu inşaatında çalışan askerler için vermiştir.
Oyunlarının temalarını güncel sorunlara dayandırdığı için ‘tiyatro karikatürcüsü’, ‘toplumsal ajitatör’ ve ‘radikal palyaço’ olarak nitelendiriliyordu. Aykırı solcu kimliğiyle siyaset dünyasına sert göndermelerinden ötürü, ‘koronun dışında kalan solun adamı,
bayraksız militan’ olarak da anılıyordu.
İtalyan halk tiyatrosu geleneğinin son temsilcisi oyuncu, yazar ve yönetmen Dario Fo .
Sanatçı kimliğinin yanı sıra muhalif tavrıyla da öne çıkan büyük usta dünyadaki politik olaylara duyarlı olması ve
iktidar ve otoritelere sözünü esirgemeden konuşmasıyla da tanınıyordu.
24 Mart 1926'da İtalya'nın kuzeyindeki Sangiano kasabasında dünyaya gelen Dario Fo, sosyalist fikirlerle anne-babası aracılığıyla tanıştı. Demiryolu istasyon şefi olarak çalışan, amatör aktörlük de yapan
Evliya Çelebi hakkında şöyle yazar:
“İstanbulun izdiham ve güzide yerinde Ali Osmanın hazinei azimi bir bezazistandır ki güya Kal’ai Kahkaha’dır”
Herhangi bir alışveriş kültüründen çok daha fazlasını barındırır Yüzyıllardır popülaritesini yitirmemesinin nedeni de aslında budur
Kapalıçarşı sadece İstanbul’un değil, dünyanın da en büyük ve en eski çarşılarından biri.
Kapalıçarşı’nın inşası için ilk çalışmalar 1455-56 yılı kışına, yani Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan hemen sonrasına dayanıyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Kapalı Çarşı, üzeri kubbelerle örtülü bir alışveriş pazarıdır. Geçmişteki adı “Çarşu-yı Kebir” olarak ta bilinen bu tarihi alanın ana omurgasını iki bedesten oluşturur.
Dünyanın delisi. Dünya onu ilk böyle tanıdı. Deli bir adam. Kafasına göre yaşayan, kavga etmekten çekinmeyen, sözünü esirgemeyen, bu yüzden hapsi boylayan, sonrasında on yıl sürgün cezası alıp İtalya, Napoli’ye giden, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Haçlı Seferleri başladığında
hiç düşünmeden gidip adını orduya yazdıran, İnebahtı Deniz Muharebesi’nde İmparatorluk askerlerine esir düşüp köle olarak çalıştırılan; bütün bunlara rağmen yine de mücadele eden, yine de kavga eden, korkularına yenik düşmeyen bir deli adam..
Miguel De Cervantes yoksul olduğu rivayet edilen, bazı kaynaklarda sağlık memuru, bazı kaynaklarda eczacı olarak geçen bir babanın yedi çocuğundan biri.
1547’de Madrid’in Alcala de Henares bölgesinde doğdu.
1991 yılında bir çiftçi, Vietnam’daki Phon Nha-Ke Bang Milli Parkı’nda daha önce keşfedilmemiş bir mağara olduğunu fark eder.
Mağaranın girişinden garip bir su sesi geliyordu.
Çiftçi bu gürültüden korkunca, mağaranın içine girmekten vazgeçer.
Khanh geri döndüğünde mağaranın yolunu bulamayınca bu doğal güzellik 18 yıl daha saklı kalmış. İşin ilginci ormanda yiyecek ararken kaybettiği girişi gören çiftçi mağarayı tekrar bulan kişi de olmuş.
Bu tarihten sonra İngiliz Mağara Arama Organizasyonu BCRA araştırmaları başlamış
Hang Son Doong 2010 yılında ara kesitine göre dünyanın en büyük mağarası unvanını almış.
5 kilometre uzunluğunda ve 200 metre yüksekliğindeki ana mağaraya 40 katlı bir bloğu sığdırmak mümkün.