28 Kasım 1898’de Mısır’ın Kahire şehrinde doğdu, Mısır’ın ünlü bir mimar ve müteahhiti olan Ahmet Hulusi’nin oğludur. Kemahlı bir asker olan dedesinin Hıdıv maiyetinde görev yapması nedeniyle Mısır’a gelmiş bulunan aile,
I. Dünya Savaşı’nda Kahire İngiliz işgaline uğrayınca İstanbul’a döndü.
İhap Hulusi Görey veya arkadaşlarının taktığı adla Lakabı Şaheser.
İhap Hulusi, ilk ve orta tahsilini Kahire’deki İngiliz okullarında yapmıştı.
1917’de Almanya’da yaşayan bir ressamdan postayla resim dersleri aldı, 1920 yılında resim eğitimi görmek üzere Almanya’ya gitti.
Önce Münih’de Heimann Schule atölyesinde üç yıl çalıştı. 1923’te düzenlenen Galatasaray Sergisi’ne Almanya’da yaptığı çalışmalarıyla katıldı.
Daha sonra tahsilini tamamlayan İhap Hulusi, 1925’te İstanbul’a döndü.
"İstanbul'a döndüğümde afiş sanatı diye bir şey olmadığını gördüm" diyen İhap Hulusi, yaşamını sanatıyla kazanmak arzusundaydı.
Arapça, Almanca, İngilizce ve Fransızca dillerini bilen İhap Hulusi babasının ısrarı ile Dışişleri Bakanlığı’nda memur olarak çalışmaya başladı.
İhap Hulusi’nin memuriyeti kısa sürdü. Memuriyetten istifa eden İhap Hulusi ilk çalışmalarını “Akbaba” dergisine gönderdi.
Akbaba dergisinin yönetici Yusuf Ziya Ortaç, İhap Hulusi’nin eserini "...İçinden bir karikatür çıktı zarfın.
Ama bildiğimiz karikatürlerden değil. Ne resim-karikatür, ne karikatür-resim. Alışmadığımız, görmediğimiz bir sanat işi.
İmza yerinde bir üçgen ve eski harflerle İhap Hulusi, sene 1923..." sözleriyle anlatmıştır. Ortaç’ın adını koyamadığı bu çalışma İhap Hulusi imzasını taşıyan bir grafik çalışması idi.
Akbaba dergisinde Münif Fehim ve Ramiz Gökçe’yle birlikte karikatürist olarak çalıştı.
İhap Hulusi İnci Diş Macunu’ndan ilk afiş siparişini alır.
Birçok gazete ilanı ve afiş siparişi almaya başlayınca 1929’da İstanbul’da ilk atölyesini kurdu.
Afiş siparişini hızla yenileri izlemeye başlar.
Onlardan biri de 1930 yılında Kulüp Rakı için tasarladığı etikettir
İhap Hulusi bu çalışmasını, yakın dostu Fazıl Ahmet Aykaç'la birlikte içki masasında çekilen fotoğrafından foto gerçekçi bir anlayışla tasarlar.
İhap Hulusi’nin çizimleri Mustafa Kemal Atatürk’ün dikkatini çeker.
Atatürk, İhap Hulusi’den bir Alfabe kapağı hazırlamasını ister.
Ülkü ile birlikte bir süre poz da verir.
İhap Hulusi’nin çizdiği Alfabe kapağı 1970’li yıllara dek kullanıldı.
İhap Hulusi, Ziraat Bankası, Zirai Donatım Kurumu, Sümerbank, İş Bankası, Devlet Demir Yolları, Devlet Deniz Yolları, Tekel, Millî Piyango İdaresi vb. kurumların kurumsal kimliklerini oluşturdu.
Yerli mallarına teşvik, mevsimlerin değişikliği, vatandaş afişi gibi pek çok eserle insanları etkilemeyi başardı.
Afiş çalışmalarının yanı sıra hat sanatını modernize ettiği çalışmalarıyla da bilinir.
Türk grafik sanatında öncü isimlerden biriydi.
Tayyare Piyangosu (bugünkü adıyla Milli Piyango) idaresi için 45, Tekel İdaresi için 35 yıl çalıştı.
İhap Hulusi yurtdışında da ün kazandı.
Bayer'in afiş ve etiketleri, Mısır'ın Tekel İdaresi, Devlet Demir Yolları ve şehir hatlarına ait ilanları,
ünlü İngiliz viskisi John Haigh'ın, İtalyanların Cinzano ve Fernet Branca'sının afiş ve etiketleri İhap Hulusi tarafından yapıldı.
Cumhuriyetin 10. yılında yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine Atatürk tarafından kol saati hediye edilir.
1948’de Viyana Uluslararası Afiş Sergisi’nde ‘Bursa ve İzmir’ adlı afişleriyle derece aldı.
İhap Hulusi 1970’lere kadar tam 9 bin afiş hazırladı.
“Çapamarka pirinç unları için bir afiş hazırlamam istemişti.
Yolda yürüyen çarşaflı bir kadınla ve arkasından gelen fesli bir adam çizdim, altına da ‘Peçenin altından ne çıkacağı meçhul, ama bu paketin içinde nefis bir pirinç unu olduğu herkesin malumudur’ yazdım.
Çarşaf propagandası yapıyorsun, diye karakola davet ettiler.
Bir başka sefer, şahlanmış bir at üzerinde kalpaklı bir adam çizmiştim. Bu sefer de ‘Komünizm propagandası yapıyorsun’ ithamıyla karşılaştım.”
1978’de Grafikerler Meslek Kuruluşu onur üyeliğine seçildi.
En bilinen ve günümüzde hala kullanılan eseri Kurukahveci Mehmet Efendi logosudur.
İhap Hulusi Görey, ömrünün son yıllarında çizim yeteneğini yitirdi, tanıtımını yaptığı hiçbir kurum tarafından sigortalanmamış olduğu için son yıllarını
büyük maddi zorluklar içinde geçirdi.
Çevresindekilere mektup yazdıysa da sanatçı onuru nedeniyle uzun süre gönderemeyen sanatçıya, Milli Piyango için yaptığı çizimlerden dolayı cüzi bir aylık bağlandıysa da bu parayı kullanmaya ömrü yetmedi ve
27 Mart 1986’da İstanbul’da 88 yaşında yaşamını yitirdi.
Dünyanın gördüğü en büyük savaş dehalarından biri ,
Orta Asya’daki tüm göçebe bozkır kavimlerini tek çatı altında toplamıştı. 12. yüzyılın sonlarında başlattığı ve 13. yüzyılın başlarında büyük başarılar elde ettiği mücadelesi,
bir uçtan bir uca 4800 km olan bugüne kadar ulaşılan en geniş imparatorluğun doğmasıyla sonuçlanır.
Asıl Adı Temuçin olan Cengiz Han, 1162 yılında, şu an Moğolistan sınırlarında kalan Dülün-Boldok mevkiinde dünyaya geldi.
Cengiz Han’ın babası Yesügey, bir Moğol şefiydi.
Baba Bahadır, Timuçin henüz 10 yaşındayken, Tatarlar tarafından zehirlenerek öldürülür.
Kabilesi onu ve ailesini öldürmek istedi, çok zor günler yaşayan Cengiz ve ailesi sürüldü.
26 yaşındaki bir genç 1935 yılının başlarında Bursa Ziraat Mektebi yakınlarında uçuş denemeleri yapıyordu.
Dört yıl süren geceli gündüzlü bir çalışma sonucunda tamamen kendi emeği ile yaptığı motorsuz tayyare (planör) ile birkaç kez kaza yapıyor ama asla vazgeçmiyordu.
Bir yandan da kardeşi Neşet’in yanında fotoğrafçılık yapan bu genç Emrullah Ali Yıldız’dı.
Emrullah Ali Yıldız, 1909’da Bursa-Orhangazi’de dünyaya geldi.
Vidin’den Bursa’ya göçen Yıldızzade ailesindendi. Babası Ahmet Kadri Yıldız Bursa’nın en eski kitapçılarındandı.
Annesi Kafkas göçmeni Lütfiye Hanım’dı.
17 yaşındayken Türk Tayyare Cemiyeti tarafından açılan Yeşilköy Tayyare Makinist Mektebine girdi.
Makinist yetiştirmek üzere açılan bu Küçük Zabit (Astsubay) okulunu 1927 yılında birincilikle bitirdi.
“arsızlıkla damgalanan
boş kinayelere gülen bendim
kendi varlığımın sesi olayım
istedim yazık ki ‘kadın’dım”
20. yüzyıla damga vuran kısacık yaşamında çok şey yapan bir sanatçı.
Şair, yönetmen, ressam, yazar, oyuncu.
İsmi Farsça ışık anlamına gelen Füruğ Ferruhzad, 5 Ocak 1935’te Tahran’da doğar.
Babası Albay Muhammed Ferruhzad ve annesi Turan Veziri Tebar'ın yedi çocuğundan üçüncüsüydü.
Otoriter ve baskıcı olan babası, çocuklarının eğitiminde kendine özgü bir tarz izleyerek,
onları askeri disiplinle yetiştirmeye çalışıyordu.
Çocukluğundan itibaren toplumun kendisi için biçtiği rolleri bir türlü benimseyemedi Furuğ. .
Mahalle mektebinde 9. sınıfa kadar devam ettikten sonra kız sanat okuluna gitti. Burada resim, dikiş-nakış ve el sanatları öğrendi.
“İşçi sınıfının içinde doğmuştum ve on sekiz yaşımda başladığım noktanın da altındaydım
Toplumun mahzenindeydim, öyle sefil bir düşkünlük içindeydim ki bahsetmek uygun düşmez
Uygarlığımızın çukurunda, uçurumundaydım insan atıklarının, pislik ve kemiklerin toplandığı yerdeydim.”
Hikayelerini barlarda, ucuz otellerde, tren vagonlarında önce aklına yazdı.
Toplumun en aşağısındakilerin, görmezden gelinenlerin, ezilenlerin kalemiydi.
Jack London, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu.
Jack London, yoksulluk içinde beş yaşındayken kendi kendine okuma yazmayı öğrendi.
Sekiz yaşındayken önce gazete sattı, sonra bir çiftlikte çalıştı.
Yaşadığı Oakland'da bulduğu şehir kütüphanesi, tüm hayatını etkiledi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da doğum oranı son derece düşmüş, erkek nüfusu önemli ölçüde azalmıştı. Yasa dışı olmasına rağmen kürtaj yaptırılabiliyordu.
Heinrich Himmler 1935 yılında, amacı “Ari Irk”ın nüfusunu artırmak olan
Nazi SS Irkı ve Yeniden Yerleştirme Ofisi şemsiyesi altında, Lebensborn adlı organizasyonu kurdu.
(Türkçesi Yaşam Kaynağı )
Program üç aşamadan oluşuyordu. Birincisi, “Irk bakımından değerli” olan tüm kadınları, evli olsunlar ya da olmasınlar, mümkün olduğunca çok
çocuk yapmaya teşvik eden yoğun bir halkla ilişkiler kampanyasıydı. Almanya’nın her yerinde, çoğunlukla Yahudilere ait dinlenme tesisleri ve villalara el konularak, kızların hamileliklerinde gidip gizlice ve güvenle doğum yapabilecekleri doğum evleri kurulmuştu.
1916 yılında Belçikalılar Ruanda yönetimini ele geçirdiler ve I. Dünya Savaşı sonrasında Ruanda Belçikalıların mandası haline geldi.
Belçikalılar Ruanda’daki insanları burun yapıları, göz ölçüleri gibi anatomik farklılıklarını göz önünde bulundurarak ve
kimlik kartları oluşturarak toplumu Hutu ve Tutsi ırkları olmak üzere ikiye ayırdılar.
Aslında Tutsiler ve Hutular arasındaki kutuplaşma sömürgecilik dönemlerinden önce başlamıştı.
Tutsi kralı Rwabugiri’nin uyguladığı politikalar Tutsilerle Hutular arasındaki
etnik farklılaşmayı arttırmıştı fakat Belçika’nın uygulamalarıyla bu kutuplaşma daha da arttı.
Tutsiler halkın yüzde dokuzunu oluşturuyordu, kalanı ise Hutu idi. Belçika azınlıkta olan Tutsilerin ari ırktan, Nuh’un soyundan geldiklerini daha yakışıklı daha güzel göründüklerini,