Kesesini dolduran ama bununla millete hiçbir faydası dokunmayan, 1 tane işe yarar kütüphane açmayan, 1 tane yayınevi kurmayan, 1 tane enstitü açmayan maskeli beşleri konuşsak.
Mantar gibi üniversite açtıran ama üniversite kütüphanesi için yeter şartları asgaride tutan yönetimi hicvetsek?
Reklama harcadığı para kütüphaneye harcadığının katlarcası olan vakıf kârhânelerini konuşsak.
#kitapfiyatları
İşte bi yayınevi yazmış problemleri. Üniversite kütüphaneleri yıllık reklama ayırdığı bütçenin içinden biraz daha kitaba yatırsa yayınevleri bu kadar zor durumda olur muydu?
Kitaplarımı seviyorum, hemen her birinin bir hikâyesi var. Elime aldığımda aldığım mekanı, zamanı, o anki ruh halimi hatırlıyorum. Belki sayıca çok olmamalarındandır bu hatırlayış 😅
Sonra aklıma sahaftan aldığım kütüphane damgalı kitaplar geliyor.
Ya birisi çalmış ya kaybetmiş ya da kütüphane kitapları elden çıkarmış.
Sonra cimriliğime kılıf bulma gayretime kızıyorum.
Bir de bazı kitaplar var ki, evet onlar gerçekten duvar süsü. Okudum, bitti. Muhtemelen bir daha raftan indirmeyeceğim bile. Bu sınıfı romanlar ve verim alamadığım araştırma kitapları oluşturuyor.
Elbette bazı romanlar var ki döner döner okursun. Klasikleşme yolundaki kitaplardır ya da klasiklerdir bunlar. Ama bir daha ne zaman okuyacağım belli değil. Belki yarın belki 5 sene sonra. Biriktirip üstüne oturmaya gerek var mı?
E sevdiğim kitaplar var ama sevme sebebim genelde onlara dönüp dönüp bakıyor oluşum. Sözlük mesela. Seviyorum kendilerini.
Ya da bazı kitaplar var ki, dönüp referans vermem gerekiyor. Alıntı yapıyorum, tekrar faydalanıyorum.
Ama tarihi meçhul. Belki bugün, belki 5 ay sonra
"Benim verim almadığım başkasının da almayacağı anlamına gelmez ki" desem ayet bükmüş olur muyum? Yoksa sadece dilimi mi bükmüş olurum?
Kütüphaneye rafımdaki kitabı kitapçıdan satın alıp bağışlasam? Kurtarır mı?
Parayı mı daha çok seviyorsun kitabı mı?
Bugün borsada %50 zarar yazayım, kitabıma çay dökülmesinden daha çok koymaz herhalde.
He tercih et desen ikincisini tercih ederim elbette, dökülsün derim çay. Ama önemli olan aklî olan değil refleks üzre verdiğim tepki sanıyorum.
Hem ayette sevdiğiniz şeylerden demiş, sevdiğin şeylerin denginden dememiş. Belli ki bir terbiye metodu bu. Dengini, maddi ederini verirsin ama aslını, kendini (seni değil, kıymet verdiğin şeyin kendini) verebilir misin?
Peki yemin kefaretiyle ilgili ayette ifadenin "sofranızda yedirin" şeklinde değil de "ailenize yedirdiğinizin denginden yedirin" şeklinde geçmesi, kitabın dengini, maddi ederini vermeme bahane sayılabilir mi?
Adamın birisi bir şey diyor, bir bağlamda evet dediği şey gayet mantıklı ve makul lâkin başka bir bağlamda o denilen şey çelişki oluşturuyor.
Bu durumda bu uzlaşmazlık nasıl çözülecek?
İhtimaller arasında bocalayıp duruyoruz...
Örnek verelim.
Adam diyor ki, hapse düşen kişi yıllarca eşiyle beraber olamıyor. Oysa cinsellik en temel insan ihtiyacı ve hakkıdır. Bu durumda hem hapsedilen kişinin hem de hapsedilenin eşinin hakkının ihlâli söz konusudur.
İlk okuyuşta, evet mantıklı geliyor.
Ama biraz düşününce başka sorunlar ortaya çıkıyor.
Yazarın gerideki ve ilerideki satırlarında deği gibi, eşler sükûnet bulalım diye var edildi, eyvallah. Ama hocam sükûnetin tek boyutu cinsellik mi Allah aşkına? Eşlerin birbirine karşı tek vazifesi bu mu?
Pek çok ayette kullanılan dil ve üslup sayesinde sahne kişinin zihninde canlanıyor, görselleşiyor. Elbette yukarıdaki gibi değil ama demek istediğim anlaşıldı sanıyorum
Son zamanlarda fark ettiğim bir şey üzerine konuşmak istiyorum. Bir süredir düşünüyorum bunu, kısa da olsa yazma zamanı geldi diye düşünüyorum.
Ön bilgi: Bu gözlemim yalnızca ilahiyat yayınlarıyla sınırlı –devam eden satırlarda da görüleceği üzere aslında eleştireceğim +++
temel nokta benim de yaptığım bu şeydir- o sebepten vereceğim farazi örnekler sadece bu alandan olacak. Yani maksadım herhangi bir grubu hedef almak yahut göstermek değil.
Fark ettiğim şey şudur ki, araştırmacıların yayınlarında başka yayınlara yaptığı atıflar +++
tek perspektiften yazılmış eserlere. Düzgün ifade edemedim, mecbur örnekleyeceğim,
Olay şu ki, “Kur’an’da X konusu” başlıklı bir araştırma yapan araştırmacı X konusuyla ilgili doğrudan ya da dolaylı olarak yazılmış eserlere de değinmek zorundadır, bu hepimizin malumudur. +++
"İnsan bilmediğine ya hayran ya düşman olur" diye bi söz vardı. Bu sözün pek çok yanlış içerdiği âşikâr lâkin tecrübe ettiğimiz bir şeydir ki müşahede ettiğimiz pek çok hayranlık ve düşmanlığın altında bilgisizlik yatmaktadır.
Elbette tercihimiz bilgi üzerine temellenmiş tavırdır
Ne alaka?
Bir anım aklıma geldi, paylaşmak istedim.
Aylar evvel bir programı izliyorum youtube'dan. Moderatör kişisi dil üzerine bir şeyler söylüyor. Devamında aşağı yukarı şuna benzer bir şeyler demişti: "Onların Wittgenstein'ı varsa bizim de Zemahşerî'miz var. +++
Ama maalesef bize Zemahşerî anlatılmadı, gençlik yıllarımızda kendi kültürümüz ve geleneğimizden habersiz, Wittgenstein gibi batılılara özendik ve onlara hayran olduk. Oysa Keşşaf'ı okuduğumda gördüm ki orada öyle ince izahlar, öyle derin tahliller var ki +++
▪︎fotoğraflar da olmalı. Hilalin anlatıldığı ayetlere ayette de tarif edildiği üzere, hurma dalı fotosu koyulsa güzel olmaz mı?
▪︎diyaloglar, diyalog halinde verilmeli
▪︎ayette sıra halinde verilen şeyler maddelenerek sıralanmalı
▪︎metinde başka bir konuya geçildiğinde meal metninde bu ayrıca belirtilmeli. Eğer konu geçişi tamamen alakasızsa ayraç koyulmalı. Eğer örneklemek için değişim olduysa ve bu konu değişimi sanılıyorsa, bütünlük devam ediyorsa dipnotla durum izah edilmeli.
▪︎surelerin sonunda özet mahiyetinde konuları toparlayıcı bilgiler verilmeli. Bir önceki tweette bahsi geçen "ayraç" olayına atıf yapılmalı.
▪︎okuyucu konuyla doğrudan ilişkili ayetlere dipnotlarla yönlendirilmeli
İlk okuyuşta "Küller ve kemikler" ibaresindeki "küll"ü "küllî, bütün" olarak anlamış, "kemikler" ibaresinden maksadın da "detaylar, tekiller" olduğunu sanıp "kemik" kelimesinin seçilme sebebini üzerine düşünüyordum.