Bir daha, tane tane anlatalım...
Kimsenin “rezervler yok oldu” dediği yok.
“Rezerv yakmak” ya da “buharlaştırmak” piyasada çok kullanılan ifadelerdir. Anlamı da “gereksiz yere harcamak”tır.
Kuru baskılamak için rezerv harcanır ama kur 5’ten 8,50’ye çıkarsa “buharlaşmış” olur.
Merkez Bankası rezerv satmaz mı? Satar elbette. Geçmişte de sattı. Dalgalı kur rejiminde iki amaçla rezerv satılır:
*Piyasadaki aşırı oynaklığı azaltmak
*Döviz likiditesi olağanüstü nedenle (Küresel Kriz gibi) tamamen kurumuşsa sisteme ödemeleri için gerek duyduğu dövizi sağlamak
Birinci durumda doğrudan müdahale, ikinci durumda ihale yöntemi ya da döviz deposu (bankalara döviz mevduatı) tercih edilir.
Ama her ikisinde de işlem piyasaya ve kamuoyuna duyurulur. Miktarı, koşulları şeffaf olur. Herkese eşit davranılır.
Gözetilen makro finansal istikrardır.
Dalgalı kur rejiminde kurun düzeyine müdahale edilmez. Sermaye hareketi serbestken yerli paranın değer kaybetmesini önlemek isterseniz faizi siz belirleyemezsiniz. Faizi belirliyorsanız, o zaman kurun düzeyine müdahale edemezsiniz.
Giriş düzeyinde temel iktisat bilgisidir bu.
Merkez Bankası 2019 Mart-2020 Kasım arasında döviz sattığı duyurusunda bulundu mu?
Döviz müdahalesi, ihale, döviz deposu açıklaması yaptı mı?
Ne kadar dövizi hangi yollarla, hangi koşullarla, kaça, kimlere sattığını kamuoyu biliyor mu?
Paranın sahibi olan halka hesap verildi mi?
Merkez Bankasının dolaylı yoldan rezerv sattığı ortaya çıkarılınca, 2019 Nisan Enflasyon Raporu tanıtım toplantısından itibaren her toplantıda bu soru o dönemin Başkanına soruldu. Hiç cevap duyan oldu mu?
Satılan tutar 130 milyar dolara yakın. Bu ölçüde bir işlemin gerekçesi ne?
Sistemde döviz likiditesi sorunu olduğu iddia edilemez. Satılan döviz bankaların getirdiği mevduat ya da swaplar. Ayrıca sert kambiyo kontrolü de uygulanmıyor. Merkez Bankasının ya da Hükümetin, kurun düzeyine ilişkin bir taahhütleri de yok.
Bu kadar rezerv neden ‘yakıldı’ ?
Zamanında sorumlu konumda olanları hem de çok sevdikleri, yakın oldukları ülkelerden somut örnekler vererek uyardık.
2014’te $400 milyar rezervi olan Rusya 90 milyar sattı.
2015’te Çin $800 milyar sattı.
Sonuç alınmadı.
Bakın kayıtlar burada.
“Türkiye, döviz işlemlerini kişiye ve kuruluşa özel ve kapalı devre yapmıyor. Her şey şeffaf ortamda cereyan ediyor.” sözleri gerçekleri yansıtmıyor.
“Para akışının izi sürülebilir” demekle sorun çözülmüş olmaz. Şeffaf yapılmayan, açıklanmayan her işlem sorumluluk getirir.
2001 Krizinde, TCMB dalgalı kur rejimine geçip kuru serbest bırakmadan önce sadece $5,4 milyar satıldı. Aslında sabit kur rejimi hâlâ yürürlükteydi ve satış teorik olarak o dönemin düzenlemelerine uygundu.
Sonucun ne olduğu TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu zabıtlarındadır.
Biri de “sahibinin sesi” olarak kırk katır mı kırk satır mı senaryoları yazmış. Yazının gerçek sahibi belli ama biz “fitne ateşi yakıp bu ateşe odun atmayalım.” 😂
“Ya IMF’ye gidilecekti, ya şok faiz artışı yapılacaktı, ya döviz satılacaktı” denmiş. Kılıf bulma çabasından ibaret
Çabalama kaptan, ben gidemem!.
Ekonomiyi bu açmaza kim soktu?
2019’a kadar aynı Hükümet, aynı Cumhurbaşkanı varken söz konusu olmayan “ölümlerden ölüm beğen” formülü durduk yere başımıza mı düştü?
2018’de ‘şok faiz artırımı’ yapıldığında aynı ekonomi yönetimi görevde değil miydi?
Covid’i bahane etmeyin boşuna.
TCMB 1.200 puan faiz indirir, yurt dışı TL piyasası keyfi biçimde dağıtılır, telefon talimatlarıyla sektörde terör estirilir, enflasyon altında faiz dayatılır, yasaklar ve akıl dışı politikalarla sermaye çıkışı tetiklenirken küresel salgın mı vardı?
Mahkemenin, davanın, yani hukukun bu vesileyle gündeme gelmesi iyi olmuş.
Demek parayla tutulmuş tetikçiler tarafından mesnetsiz iftiralarla mağdur edilenlerin de yargıya başvurma hakkı doğdu.
Tazminat davası hukuk mahkemesinde görülsün şimdilik.
Bir de ceza mahkemeleri olacaktı.
En çok da haysiyetsiz ve kifayetsiz muhterislerin jurnalleri, ispiyonları yüzünden, banka yönetimleri üzerinde yasa dışı baskı oluşturulmak suretiyle işinden edilen ehliyet ve liyakat sahibi, dürüst insanlar sevinmiştir hukukun, tazminatın, cezanın hatırlatılmasına...
Tanzim satış sadece patates-soğanda olmadı. #USDTRY 5,60 seviyesinden başladı. Ağustos başında önce geleneksel fiyat ihalesi yöntemi ve geç likidite penceresi kullanılarak örtülü, ardından 24 Eylül’de PPK kararı ile açık faiz artırımı yapmak zorunda kalındı. #usd 7,66.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Önceden uyarayım...
Bir Pazar paylaşımı için ağır sayılabilir. Twitter diline uygun değil ve sosyal medya için uzun.
Kendi kendime konuşur gibi, dertleşir gibi, hesaplaşır gibi bir yazı. Hemdert olanlar için...
İnsanlık tarihi; geçmişte yaşama saplantısına kapılanlar ile geleceğin ufuklarına açılmaya hazır olanların mücadelesiyle geçti.
Değişimden korkanlar, her farklılığı tehdit görenler, insanlığı kendi kafalarındaki önyargıların zindanına hapsetmeye çalıştı yüzyıllardır...
Körü körüne, sorgulamadan inanmayı erdem diye göstermeye çalışanlar birinci gruptur. Hep öfkelidirler. Farklı olanlar düşmandır. Sorulardan, kuşkudan, yani düşünmekten (Descartes’i analım) nefretlerinin sebebi kendilerini güvende hissettikleri ‘geçmiş’i yitirme korkusundandır.
Geçen gün hukuk devleti ilkelerine ve hukukun üstünlüğüne uygunluk konusunda ülkeleri değerlendiren uluslararası bir endeksten alıntı yapmıştım.
Türkiye’nin sıralamadaki yerine itiraz edenler olmuştu. Buyurun; gözlem ve değerlendirme yapmak için iki fırsat çıktı.
Anayasa Mahkemesi; hakkında önceden hak ihlali kararı verdiği Enis Berberoğlu lehine, kararın gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine hükmeden YENİ bir ihlal kararı verdi.
Karar oy birliğiyle alındı. Yazılacak gerekçede, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idare makamları, gerçek ve tüzel kişiler açısından bağlayıcı olduğu vurgusu GÜÇLÜ şekilde yapılacak.
Neden gerek duyulduysa? Anayasada apaçık yazıyor zaten
Covid-19 sonrası küresel ölçekte bir yeniden yapılanma geliyor.
Gerektiğinde vatandaşlarının can güvenliğini koruyabilen, olağanüstü durumlarda ekonomik destek sağlayabilen, etkili ama aynı zamanda şeffaf, hesap veren kamu yönetimi anlayışı yükselişte.
Bu dalganın siyasal yansımaları ABD başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde görülmeye başladı.
Salgın döneminde gelişmiş ekonomilerin ve Çin’in izlediği ekonomi politikalarının da etkileri oldu.
Ekonomik-finansal yapıda ve politika söylemlerinde de aynı yönde değişim yaşanıyor
Bu süreçten Türkiye’nin de etkilenmesi kaçınılmaz.
Geçmişteki parametrelerin hâlâ geçerli olabileceğini sanan ve dahası bu dinamikleri kavrayacak kapasitesi olmayan kadrolar için doğal seçilimin şaşmaz yasası işleyecektir. Zira toplumlar da canlı organizmalar gibi davranır.
2018-2019’da Fed para politikasını son derece yavaş ve aşamalı bir biçimde normalleştirme girişiminde bulundu. Normalleşmeden kastımız da geçmişteki düzeylerle karşılaştırılamayacak, sadece görece bir sıkılaştırmaydı.
Piyasa tepkisi enflasyonun hedefin altına düşmesine yol açtı.
Şimdi ekonomide bu kadar büyük bir çıktı açığı oluşmuş ve zincirlenmiş hacim endeksine göre hesaplanan çıktının, Coronavirus şoku öncesi eğilimine ulaşmasının en iyi durumda bile 3 yıldan fazla süreceği beklenirken erken hareket etmektense geç kalmayı yeğlemesi anlaşılabilir.
Fed getiri eğrisinin kısa tarafını kontrol altında tutsa bile, yeni maliye politikasının ve parasal genişlemenin birlikte yaratacağı etki uzun vadeli faizler üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturmayı sürdürecek.
Bu, Fed’in yapmadığı sıkılaştırmayı piyasanın yapması sonucunu verir
Dijital teknoloji yaşamımızı giderek daha fazla şekillendiriyor. Bugünlerde İnternet üzerinden mesajlaşma ve görüşme olanağı sağlayan ücretsiz uygulamaların veri güvenliği protokolleri üzerinden bir tartışma yürüyor. O platformdan buna geçenler, dijital faşizm tartışmaları gırla.
Yapay zekanın ve makinelerin hakim olduğu distopik geleceği anlatan bilim-kurgu filmleri, içinde yaşadığımız gerçeğin yanında masum kaldı sayılır. İnsan davranışlarına ilişkin veriler ticari olarak da güvenlik açısından da çok değerli. Sermaye ve devletler bu verilerin peşinde.
Büyük veri işleyerek insanların düşünceleri, duygular, yapacakları tercihler tahmin edilebiliyor, hatta yönlendirilebiliyor. Ama sorun o platformdan bu platforma geçerek çözülebilecek bir şey değil. Gerçeği görmek gerekir. Başını gömüp saklandığını sanan devekuşu gibi olmayalım.
İktidar bütün sistemlerde var, demokrasinin ayırt edici özelliği muhalefetin de bulunmasıdır.
Seçilmiş kişi, ilahi lütuf, hükmetme hakkı kutsanmış kurtarıcı olmaz bu sistemde.
Özgür demokratik seçimlerde seçmen desteklediği sürece anayasa ve hukuk çerçevesinde meşru hükümetsiniz.
Her muhalefet edeni millet düşmanı görmekten, demokratik yollarla anayasal haklarını talep edenleri terörist ilan etmekten vazgeçin artık. Kendinizi ülkeyle özdeşleştirdiğiniz için sizin gibi düşünmeyen herkes size göre Türkiye karşıtı.
Böyle demokratik yönetim olmaz !
Terör; zor kullanarak, baskı ve tehditle topluma korku salmak, şiddet yoluyla insanları dehşete düşürerek amacına ulaşmak demektir. Anayasal demokratik muhalefete “görüldüğü yerde başı ezilecek düşman” gibi davranmak, hukukun dışına çıkan şiddet kullanmak, bu tanıma tam da uyar.