Sene 1936... Ağustos ayında yapılan dil kurultayından sonra Florya Köşkü'nde sofra kuruluyor.
Sofrada ilk olarak etimolojiden bahsediliyor. Atatürk, "tonalite" kelimesinin kökenini soruyor. Sofradakiler "Fransızca" cevabını verince, özel kalem müdürü Süreyya Bey Fransızca lügat getiriyor.
Kelimenin latinceden geldiği, oraya da yunancadan geçtiği anlaşılıyor.
Atatürk bu defa Yunanca lügat getirilmesini istiyor. Lügate bakıldığında ton kelimesinin yer aldığı fakat kelimenin kökeninin Yunanca olmadığı, bir Asya dilinden geçtiği görülüyor.
Atatürk bu defa "Yakutça lügat" getirilmesini emrediyor. Lügat açılıyor ve ton kelimesi bulunuyor. Ses anlamında kullanıldığı okunuyor.
Atatürk, Fransızca ton kelimesinin Yakutça kökenli olduğunu göstermiş oluyor.
İşte, Cihat amiralin bahsettiği Yakutça lügatın bir anısı...
Sözün özü... Atatürk'ün sofrası içki değil, ilim masasıdır. Fransızca bilinen bir kelimenin aslında adını pek duymadığımız Yakutların sözlüğünün içinde saklı olduğunu tartışan, tespit eden, ortaya çıkaran bir masadır.
Saygılar.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Osmanlı döneminde bankamatik memurları, okuma-yazma bilmeyen kaymakam, rakam tanımayan muhasebeci ve "hemencük" dağdan gelmiş hödük Türk...
Az sonra okuyacaklarınıza inanamayacaksınız. Ve bir devletin nasıl dağıldığını çok daha iyi anlayacaksınız.
1* Böcüzade Süleyman Sami, Osmanlı dönemi bürokratıydı. Daha sonra meclise girdi. Abdülhamit, meşrutiyet, dünya savaşı, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerini yaşadı.
Yıllar sonra gördüklerini kaleme aldı.
2* Onun tanık olduğu olaylar, Osmanlı'nın dağılma döneminde ne halde olduğunu ortaya koyuyor. En önemlisi, Cumhuriyet'in kattıklarını daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Ukrayna'da yaşanan savaş tehlikesi ile Montrö Bildirisi arasında ilgi çekici bir bağ olabilir. Hemen kuzeyimizde felaketle sonuçlanabilecek bir kasırga patlamak üzere. Ve Türkiye kendini Rusya'nın karşısında bulabilir.
Bu durumda Montrö'nün her kelimesini ezberlemek zorundayız.
1* Dünya üzerinde pek çok askeri gerilim yaşanmasına karşın Ukrayna gerilimi tamamından kritiktir. Çünkü ABD ve Rusya'nın gerilim konusunda aynı anda kırmızı çizgileri var.
Rusya, Ukrayna'nın NATO üyesi olmasını, ABD ise Rusya'nın Ukrayna'yı ilhakını kabul edilemez buluyor.
2* Ukrayna'nın NATO üyesi olması, Rusya'nın düşman tarafından tamamen çevrilmesi manası taşıyacağından, Rusya, bunun olmaması için çatışmayı göze alıyor.
Rusya'nın Ukrayna'yı ilhakı ise Avrupa üzerinde ciddi bir Neo-Sovyet tehdidi oluşturacağından, ABD için kabul edilemezdir.
İdlib'de 33 askerimiz şehit olduktan sonra orduyu zan altında bırakan bir iddiayı çürütmek için bu tweetleri attım.
Attığım tweet nedeniyle eve polisler geldi. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle suçlanıp ifade verdim.
Savcı dava açmaya lüzum görmemiş.
Burada birkaç yüz bin insana hitap etme imkanım var.
Bu imkanımı, ordu hakkında ortaya atılan çirkin bir iddiayı çürütmek için kullandım. Kendimce, güzel bir şey yaptığımı düşünüyordum ama bu nedenle suçlandım.
Suçlanmama sebep olan şey de bir cimer şikayetiymiş. Şikayet metnini de okudum.
Algı, provokasyon vb gibi kelimelerden oluşan, bana hakaret eden ve bolca yazım yanlışı barındıran bir şikayetti.
Bu şikayet üzerine halkı tahrik etmekle suçlanmışım.
İktidar göreve ilk başladığında ağırlığı Erbakan ekolünden gelen, uzun yıllar kafasına laiklik balyozu inmiş, partileri defalarca kapatılmış, mücadele vermiş, verdikçe pişmiş, belli bir olgunluğa ulaşmış jenerasyon vardı.
Fakat bu kadrolar zamanla ya emekli oldu ya da koptu.
Kurucu jenerasyon sahayı terk ettikçe yerini iktidarın ilk yıllarında ittifak kurulan merkez sağcı, liberal, gülenci tiplemeler aldı.
2011'den itibaren liberallerle, az zaman sonra Gülencilerle yollar ayrılınca iktidarda ciddi bir kadro boşluğu oluştu.
Montrö'den çıkma konusu gündeme gelince "Montrö'den çıkarsak ABD'nin işine gelir, Karadeniz'e girerler" gibi yorumlar yapıldı. Bu cidden büyük bir sorun... Fakat tek sorun bu değil.
Montrö'den çıkmak, sanıldığından çok daha ciddi bir tehdit. Anlatayım...
1* Montrö Sözleşmesi, tek başına ele alınabilecek konu değildir. Bu, 1774 yılından Osmanlı'nın Ruslara mağlup olmasıyla başlayan Boğazlar sorunudur. Montrö, 247 yıllık sorunun son çözümüdür.
Montrö'nün ne kadar kritik olduğunu anlamak için 247 yıldır yaşanan sorunu bilmek gerek
2* Boğazlar, 1774'e kadar tamamen Osmanlı hakimiyeti altındaydı. Fakat 1774'te savaş kaybedilince, boğazlar konusunda Ruslara tavizler verildi.