1) Dün bilim tarihi alanında uzman ve önemli bir akademisyen olan Prof. Dr. John Henry'nin İslam biliminin gelişimine ve Batı'ya etkisine dair bazı tespitlerine değinmiştim. Bu seride Henry'nin İslam biliminin gerileme sebeplerine dair görüşlerini paylaşmak istiyorum:
2)İslam'da iddia edilen bilimsel gerileme çoğunlukla, dinin kafir bilime karşı tepkisine, özellikle de Gazali'nin Tehafutü'l Felasife(FilozoflarınTutarsızlığı) adlı yapıtında İbn Sina'ya yönelik dinsel anlamdaki şiddetli saldırısından sonra gösterilen tepkiye bağlanmaktadır.
3) Diğer yandan, bunu Bağdat'ın 1258'de Moğollar tarafından yıkılmasına bağlayanlar da vardır. Fakat bu iki olay, geçerli neden olamayacak kadar erken tarihlidir; çünkü İslam düşünürleri on altıncı yüzyılda da bilime önemli katkılarda bulunmayı sürdürmüşlerdir.
14) 4) Sonuçta Gazali'nin Filozofların Tutarsızlığı'na tepki olarak İbn Rüşd, Tehafutü't Tehafut (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) eserini yazmıştır. Moğolların İslam İmparatorluğu'nu istilası insani açıdan olduğu kadar düşünsel ilerlemenin ürünü pek çok yapıtın yitirilmesi
5) açısından da tartışmasız bir vahşet olsa da hiçbir biçimde Arap biliminin sonunu ifade etmez. Önde gelen Arap gökbilimcilerden biri olan Nasirüddin Tusi'nin (1201- 1274) Alamut Kalesi'nin çöküşünden sonra canını kurtarmak için buradan kaçıp, daha sonra Cengiz Han'ın torunu
6) Hülagü Han'ın (yakl. 1217-1265) kişisel astroloğu olması ve Hülagü Han'ı Meraga'da kendisine dünyanın en büyük gözlemevini kurmaya ikna etmiş olması, Moğolların bile uzman gökbilimcilere gereksinim duymuş olduğunu göstermektedir.
7) Büyük İslam düşünürlerinin günün din otoriteleriyle sık sık sorun yaşamış olmalarına karşın, İslam felsefe ve biliminin, güçlenen dinsel muhalefet yüzünden gerilemiş olduğunu gösteren bir kanıtın bulunmadığını belirtmek önemli olabilir.
8) Gerileme on altıncı yüzyılda başlamış gibidir; İslam dünyasında birliğin sona ermesiyle üç ayrı İslam imparatorluğunun kurulması bu döneme rastlar: Osmanlılar, Türkiye, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'nın bazı bölgelerini;
9) Safeviler (1502-1736) İran'ı; daha doğuda ise Babürlüler (yakl. 1520- 1 750) Hindistan yarımadasını egemenlikleri altına almışlardır. Bunun, İslam'ın kültürel bütünlüğünde zayıflamaya ve öğrenimin ilerletilmesi girişimlerinde olumsuz etkilere yol açmış olması mümkündür.
10) Böyleyse, başka gelişmeler de etkilemiş olmalıdır, çünkü imparatorluk daha onuncu yüzyılda da benzer parçalanmaları yasamıştı. Abbasilerin 750'de Bağdat'ta Emevileri yıkmasından sonra ayakta kalan Emevi prensi Abdurrahman (731-788) Endülüs'e kaçıp, burada,
11) Batı'nın önemli bir öğrenim ve kültür merkezi olarak Bağdat'la yarışan Kurtuba kentini kurmuştur. Onuncu yüzyılda büyük torunu III. Abdurrahman (889-961) kendini Endülüs halifesi ilan etmiştir.
12) Bundan kısa süre önce, (Hz.) Muhammed'in kızı Fatma'nın soyundan geldiklerini öne süren Fatımiler de Kahire'de halifeliklerini ilan etmişlerdi. Bu parçalanmalar, tam tersine, bilim koruyuculuğu fırsatlarını büyük oranda artırmıştır;
13) dolayısıyla, İslam'da daha geç dönemde görülen parçalanmalar bilimdeki gerilemeye neden olmuşsa kuşkusuz değişen başka bir şeyler vardı. Belki de en önemlisi İslam imparatorluğunun dışındaki bir etmendi. On altıncı yüzyıl, Batı Avrupa'nın
14) Yeni Dünya'yı keşfine ve onu izleyen yeni keşif seferlerine de tanık olan bir dönemdi. Yeni Dünya'nın yeni pazarları, el değmemiş yeni doğal kaynaklarını getirmenin yanı sıra, güney Afrika kıyılarından güney Asya ve Uzak Doğu'ya uzanan yolun keşfedilmesi,
15) Avrupalıların dünyanın diğer bölgeleriyle ticaret yapmak için artık Müslüman topraklarından geçmelerine gerek kalmaması, çevresinden dolaşabilmeleri demekti. Ticari önemini yitiren İslam toprakları, Avrupa'nın zenginliğinin sağlayıcısı yerine tüketicisi durumuna geldi.
16) Benzer biçimde, Avrupa'nın ilerisinde bilgiye sahip oldukları yüzyılların ardından on yedinci yüzyılda İslam düşünürleri, Batı Avrupa'nın güncel
düşüncelerini benimseyerek kendi topraklarında öne çıktılar.
17) Buradaki önemi tartışılamayacak, Batı Avrupa'daki gelişmenin biçimiyle zıtlık oluşturan bir diğer unsur da İslam'da(=müslümanlar arasında) yüksek öğrenimin varlıklı ve güç sahibi bireylerin koruyuculuğuna bağımlılığıdır.
18) Bu tür bir koruyuculuk, doğası gereği ender, güvencesi olmayan bir şey olduğu için İslam filozoflarının ortaya çıkması ve başarısı da böyleydi. Önde gelen İslam bilimi tarihçilerinden George Saliba'nın kısa süre önce yazdığı gibi:
19) 'İslam dünyasında bilimsel üretimi temel olarak bireysel dehalar yönlendiriyordu; fakat ancak bu dehalar onlara destek verecek doğru koruyucuyla rastlantı sonucu karşılaşabildiğinde'...
20) Nedeni ne olursa olsun, on altıncı yüzyıla gelindiğinde bilimin koruyucuları artık giderek azalmış, arada kalmış gibi görünmektedir. Belki, bu da yine İslam topraklarının dışındaki gelişmelerin sonucuydu.
21) On yedinci yüzyılda Batı'nın doğal dünya hakkında gelişmiş bilgiye sahip olduğu göz önüne alındığında, bilimsel öğrenimin olası sahipleri için bu bilginin gereksinimlere göre ithal edilmesi, potansiyeli ne olursa olsun,
22) kendini kanıtlamamış bir düşünürle uzun dönemli bir destek ilişkisine girmekten daha kolay gelmiş olsa gerek. Dahası, bilginin Batı'dan alınması tavır ve beklentilerde giderek daha fazla kaymaya neden olmuş;
23) eski dinamizmini ve özgüvenini yitirmekte olan bir kültür için, Avrupa'dan gelen bilgiye dayanmak kuşkusuz yapılacak en uygun şey gibi görünmüş olmalıdır. (John Henry, Bilimsel Düşüncenin Kısa Tarihi, 53-56)
24) Henry Gazzali'nin felsefescileri eleştirmesini veya Bagdat'ın Moğollar tarafından yağmalanmasını gerilemeyi açıklayacak geçerli birer etken olarak görmüyor. Biliminsanlarına karşı gösterilen dini muhalefetin etkili olduğu yönünde de bir kanıt olmadığını söylüyor.
25) Henry'e göre İslam bilimi 16. yüzyıla kadar ilerleme kaydetmiştir. Bunu kendisinden başka söyleyenler de var.
1111 yılında vefat eden Gazzali'yi bilimsel gerilemeye etken olarak görenlerin sayısı eskiye nazaran azalmaya başladı.
26) Meşhur şarkiyatçı Barthold da gerilemeyi zannedildiğinden ileriki tarihlerde başlatmaktadır. Onun bir eserinden önceden özet çıkarmıştım
1) John Henry "A Short History of Scientific Thought" adlı kitabında müslümanların Antik-Yunan'dan gelen bilimsel bilgiyi geliştirdiklerini, bu bilginin Batı'ya taşındığını ve oluşumunu etkilediğini söylemektedir. Bu seride Henry'nin mevzuya dair tespitlerini özetlemeye çalıştım:
2) Henry diyor ki: (İslam'ın degişik çoğrafyalara yayılmasına) Bilim tarihi açısından baktığımız da, bilim, Antik Yunan'dan beri olmadığı kadar gelişmeye başladı; İslam bilimi birçok açıdan Eski uygarlıkların biliminin ötesine geçti.(sf. 45)
3) İslamiyet'i yeni seçmiş olanlar, belki de Arap imparatorluğunun pragmatik yöntemler hakkındaki ilk kaygıları nedeniyle, Antik Yunan yazılarını kendi iyilikleri için ortaya çıkarmakla kalmamış, daha ileri giderek önemli gelişmeler kaydetmiş,
1) Hollanda'da müslüman olmayanların bayram tebriği yayınlaması politik tartışma sebebi olabiliyor. Bir yandan tebrikte bulunmak kimi siyasi partiler, halktan insanlar, polis kuruluşları, bakanlıklar için adet haline gelmeye de başladı. Bu seneden bazı örnekler vermek istiyorum:
2) Mesela aşırı sağcıları çok rahatsız eden ve polisin resmi sitesinde de yayınlanan Türk asılı polis Tugay Turşucu ile yapılan şu röportaj oldukça dikkat çekici idi. Bir müslüman için Ramazan'ın ne olabileceği hakkında güzel bilgiler verilmiş: politie.nl/nieuws/2021/me…
3) Sonra Rotterdam-Zuid bölgesinden bir polis sorumlusu da twitter'dan bayram tebriği yayınladı. Rotterdam-Zuid, Amsterdam-West gibi bölgeler müslümanların yoğun yaşadığı yerlerdir, ama Feijenoord polisinin twitter mesajı oldukça ilginçti:
1) Bazı alimler kitaplarına isim verirken Kur'an-ı Kerim'deki tabirleri kullanıyorlar. Elbette bu Kur'an ile meşguliyetlerinden kaynaklıdığı gibi, aynı zamanda zihinlerinin Kur'an ile hem hal olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Bu seride mevzuya dair bazı örneklere değineceğim:
2) Tefsir kitaplarında bu isimlendirmelere rastlanması tabii olsa gerek. Mesela Fahreddin-i Razi meşhur tefsirine "Mefatihu’l-gayb" ismini vermiştir. Bu tabir Kur'an'da geçmektedir:
3) Gaybın anahtarları(mefatihul gayb) O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez(En'am/59). Bazı alimler tabirin "gaybın hazineleri" de olabileceğini söylemişlerdir. Hazinelerin anahtarlarla açıldığı, ama muradın anahtarlar değil, hazineler olduğunu Ferra söylemiştir.
1) İslam ve anneye hürmet ile alakalı yazdığım bu seriyi, Türkiye'de zulme maruz kalan, gaddar Çin mezalimini yaşayan, Filistin veya, Kolombiya'da hükümetlerin mağdur ettiği, tüm müslim, gayr-i müslim mazlum annelere ithaf ediyorum.
2) Önemli bir husus, Buhari ve Müslim "Edeb ve Birr" konusundaki hadisleri kaydederken anne-babaya iyiliği sanki edeb ve iyiliğin ilk merhalesi görüp kitaplarının başına almışlar. Muslim'in Birr kitabinin ve Buhari'nin Edeb bölümünün ilk hadisi anne-babaya iyilik ile alakalıdır.
3) Süfyan b. Uyeyne Lokman suresi 14. ayette geçen "anne babaya teşekkür" konusunda diyor ki: Beş vakit namaz kılan bir kimse yüce Allah'a şükretmiş olur. Anne-babasına namazın sonlarında dua eden bir kimse de onlara da teşekkür etmiş olur.
1) Hocaefendi'nin bazı eser ve konuşmalarında, hizmet insanlarının manevi değerler yönünden başkalaşım yaşamalarının tehlikesine ve kendilik bilinçlerine dair beyanları bulunmaktadır. Bu seride önemli olduğunu düşündüğüm mezkur mevzular ile alakalı bir derleme yapmaya çalıştım:
2) Değişme ve başkalaşma, üzerinde ciddi mânâda durulması gereken çok önemli bir meseledir. Çünkü daha önce de değişik vesilelerle ifade edildiği üzere bir çeşit başkalaşan her çeşit başkalaşabilir.
3) Evet, bir kere başkalaşan artık başkalaşma yoluna girmiş demektir. Sonra o şahıs, hiç farkına varmaksızın bir kere daha, bir kere daha başkalaşır ve neticede her yönüyle bambaşka biri oluverir.
1) Bugünler vefa günleri, birbirlerimize destek olma, dertlermizle dertlenme günleri. Şu Ramazan'da telefonla dahi hal hatır sormak önemlidir. Pandemiden dolayı ziyaret imkanları azaldı, ama bu bilgiler insanın kardeşini ziyaret etmesi ve ilgilenmesi açısından önemli değil mi?
2) Ebû Hureyre radıyallâhu anhın naklettiğine göre Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Adamın biri başka bir köyde oturan Allah için sevdiği kardeşini ziyaret etmek için yola çıkar. Allah da onun gittiği yola gözcü olarak bir melek gönderir.
3) Melek adama rastlayınca ona nereye gittiğini sorar. O da filanca kişiyi görmeye gittiğini söyler. Melek ona der ki, gittiğin kişi akraban mı? Adam der ki, hayır. Melek der ki, ondan bir nimet elde etmek için mi gidiyorsun? Adam der ki, hayır.