1) İman ile gelen huzur ve saadet formülüne bir örnek:
Şakîku’l-Belhî, öğrencisi Hâtim’e şöyle demiştir: “Uzun bir süre benim yanımda bulundun, ne öğrendin? Hâtim hazretleri bu soruya cevaben demiş ki, bu süre zarfında sekiz mesele öğrendim:
2) 1- Halka baktım ve herkesin bir sevdiği olduğunu gördüm. Ölüp kabre girdiklerinde sevdiklerinden ayrılıyorlar. Ben de kabrimde yanımda olmaları için iyiliklerimi sevdim.
3) 2- Yüce Allah’ın “nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran kimse...” (Nâziât, 79/40) kavline baktım ve arzularını defetmek için nefsimi yordum. Sonunda yüce Allah’a itaatte karar kıldı.
4) 3- Herkesin kendine göre kıymetli olan şeylerini muhafaza ettiğini gördüm. Sonra yüce Allah’ın “Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise kalıcıdır.” (Nahl, 16/96) sözüne baktım
5) ve ne zaman kıymetli bir şey elime geçse benim adıma yanında emanet olarak kalması için onu Allah’a gönderdim.
4- İnsanların mala, soya ve şerefe değer verdiklerini gördüm. Oysa bunların aslında hiçbir değeri yok.
6) Yüce Allah’ın “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.” (49/13) kavline baktım ve O’nun katında değerli biri olmak için takvaya uygun olarak yaşamaya çalıştım.
7) 5- İnsanların birbirlerine haset ettiklerini gördüm ve yüce Allah’ın “Dünya hayatında geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık.” (Zuhruf, 43/32) kavline baktım ve hasedi bıraktım.
8) 6- İnsanların birbirine düşmanlık ettiklerini gördüm ve onlara düşmanlık etmeyi bırakıp sadece şeytanı düşman edindim. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.(Isra/53)
9) 7- Onların rızıklarını ararken zillete düştüklerini gördüm ve yüce Allah’ın “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir.” (Hûd, 11/6) kavline baktım ve bana düşeni yapmaya uğraştım, O’na düşeni O’na bıraktım.
10) 8- Onların yaptıkları ticarete, bildikleri zanaata ve bedenlerinin sağlıklı olmasına güvendiklerini gördüm. Bunu görünce sadece Allah’a güvenip O’na tevekkül ettim.”Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler. (3/Âl-i İmran 122)
(İbnü’l-Cevzî, Minhâcü’l- Kâsıdîn, trc. 76)
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Hatib b. Ebi Beltaa'nın Mekke fethi'nden önce akrabalarına yazdığı mektup bugünlerde mevzu edilmektedir. Bu mektubun içeriği ve Resulullah aleyhissaletu vesselamın tutumu hakkında bir yüksek lisans çalışmasından özet çıkarmaya çalıştım.
GülfemYeniye AcıÜstüneAcı
Tarihçilere göre, Hatib b. Ebi Beltaa'nın mektup yazdığını vahiyle öğrenen Hz. Peygamber (sav), Sâre’nin(mektubu götüren kadın) Mekke’ye gidip seferle ilgili bilgileri ilgili kişilere vermesini engellemek için Hz. Ali, Zubeyr b. Avvam ve Mikdat b. Amr’ı görevlendirdi.
Sâre’nin yerini, aldığı vahye göre tarif etti. Kaynaklarda bu yerin neresi olduğuyla ilgili olarak iki farklı yer rivayet edilmektedir. Birincisi “Hah bahçeleri” adıyla bir yer belirtilmektedir ki kaynakların ekserisi burayı zikreder, diğeri de “Hüleyka” ismindeki bir yerdir.
1) Etkin pişmanlık veya itirafçılık ile alakalı bazı tanık olduğum durumlar var, ve kendimi de yakinen alakadar eden bir husus olduğu için şahit olduğum hususları belirtmek istiyorum.
2) Evvelen önemli bir devlet dairesinde memurken, takribi kırk kişinin ismini verip, kimilerinin işten atılmasına veya kimilerinin hapsedilmelerine sebep olan birisinden bahsedeceğim.
3) Bu insan son derece mülayim bir insanken, baskı altında bir kaç isim verdikten sonra, daha da isim vermesi yönünde zorlanarak sayıyı günden güne artırmış. Verilen isimler arasında olup zorluklara maruz kalan bir arkadaşım ise şu anda yurtdışında.
1) Son zamanlarda sünnet ve hadis konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Gerçi bu tartışmalar tarih içinde de yapılmış, müslümanlar sünnetin değerini teslim etmişlerdir. Bu seride Hocaefendi'nin konuya dair bazı görüşlerini özetlemeye çalışacağım.
2) Hocaefendi diyor ki:
Evet, bir hayli zamandan beri sahabe-i kiramı, bilhassa Hz. Ebû Hüreyre, Hz. Enes, Hz. Abdullah İbn Ömer gibi sünneti bize nakleden tertemiz kaynakları sorgulamakla başlayan ve
3) Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) dayanan bu hareketin yarın nerelere varacağını kestirmek kehanet olmasa gerek...Vahyin hameleleri, aksettirici mirât-ı mücellâsı da sorgulanınca, bir bâtıl mezhebin nokta-i nazarı olarak Cibril (aleyhisselâm) niye sorgulanmasın ki?!
1) Hocaefendi diyor ki: Herkesin, konumunun gerektirdiği temsil durumuna göre evrâd ü ezkârı olmalı. Meselâ ben, kendimi beş‑on insanın okuduğu evrâd kadar evrâd okumaya mecbur hissetmeliyim.
2) Ve kendi kendime demeliyim ki: “Madem o kadar insan sana teveccüh ediyor, öyleyse o teveccühün hakkını vermeli ve herkesten daha çok Allah ile irtibatını kavî tutarak bir taraftan bu nimete şükretmeli, öte taraftan nimetin devamına talebini böyle dile getirmelisin.”
3) Evet, böyle diyor ve bunu da tatbik etmeye çalışıyorum. Buradan hareketle müezzin, imam, vaiz, müftü vb. değişik dine hizmet ünitelerinin başında bulunan insanlar, temsildeki yerlerine göre evrâd ü ezkârlarını çoğaltmalı ve
1) Üstad diyor ki: “Hem ne vakit, ehl-i İslâm, dîne ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nisbeten yüksek terakkî etmişler. Buna şâhit, Avrupa’nın en büyük üstâdı, Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.” (Mektubat, s. 313).
Avrupa'nın üstadı olan Endülüs'ün Avrupa'ya etkilerine değinelim:
2) Roberts diyor ki: Arap İspanya'sının alim ve filozofları, Hıristiyan aleminin doğunun uygarlık ve bilimini öğrenmesinde kılavuz oldu. (J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, sf. 149)
3) Serinin devamında Prof. Dr. Ahmed Isa'dan alıntılar yapacağım: İslam biliminin Batı'ya girişi büyük oranda Müslüman İspanya kanalıyla gerçekleşmiştir. Yüzyıllar boyunca İspanya, daha çok bir Müslüman Ortadoğu şehri gibiydi.
1) Dün bilim tarihi alanında uzman ve önemli bir akademisyen olan Prof. Dr. John Henry'nin İslam biliminin gelişimine ve Batı'ya etkisine dair bazı tespitlerine değinmiştim. Bu seride Henry'nin İslam biliminin gerileme sebeplerine dair görüşlerini paylaşmak istiyorum:
2)İslam'da iddia edilen bilimsel gerileme çoğunlukla, dinin kafir bilime karşı tepkisine, özellikle de Gazali'nin Tehafutü'l Felasife(FilozoflarınTutarsızlığı) adlı yapıtında İbn Sina'ya yönelik dinsel anlamdaki şiddetli saldırısından sonra gösterilen tepkiye bağlanmaktadır.
3) Diğer yandan, bunu Bağdat'ın 1258'de Moğollar tarafından yıkılmasına bağlayanlar da vardır. Fakat bu iki olay, geçerli neden olamayacak kadar erken tarihlidir; çünkü İslam düşünürleri on altıncı yüzyılda da bilime önemli katkılarda bulunmayı sürdürmüşlerdir.