Hatib b. Ebi Beltaa'nın Mekke fethi'nden önce akrabalarına yazdığı mektup bugünlerde mevzu edilmektedir. Bu mektubun içeriği ve Resulullah aleyhissaletu vesselamın tutumu hakkında bir yüksek lisans çalışmasından özet çıkarmaya çalıştım.

GülfemYeniye AcıÜstüneAcı
Tarihçilere göre, Hatib b. Ebi Beltaa'nın mektup yazdığını vahiyle öğrenen Hz. Peygamber (sav), Sâre’nin(mektubu götüren kadın) Mekke’ye gidip seferle ilgili bilgileri ilgili kişilere vermesini engellemek için Hz. Ali, Zubeyr b. Avvam ve Mikdat b. Amr’ı görevlendirdi.
Sâre’nin yerini, aldığı vahye göre tarif etti. Kaynaklarda bu yerin neresi olduğuyla ilgili olarak iki farklı yer rivayet edilmektedir. Birincisi “Hah bahçeleri” adıyla bir yer belirtilmektedir ki kaynakların ekserisi burayı zikreder, diğeri de “Hüleyka” ismindeki bir yerdir.
Hz. Peygamber, Sâre’nin yakalanmasını ve elindeki mektubun Mekkelilere ulaşmadan getirilmesini emretti. Hz. Ali ve beraberindeki ekip, Hz. Peygamberin tarif ettiği güzergâh üzerinden gidip, kadını belirlenen noktada yakaladılar.
Kadının eşyalarını didik didik aradılar fakat herhangi bir şey bulamadılar. Daha sonra Hz. Ali kadına dönerek, sakladığı mektubun nerede olduğunu sordu. Kadın kendisinde herhangi bir mektup olmadığını söyleyip durumdan kurtulmak istedi.
Hz. Ali, “Vallahi ne Rasûlullah yalan söyler, ne de biz yalan söyleriz, ya mektubu verirsin ya da seni soyar o mektubu kendimiz alırız” dedi. Kadın, durumun ciddiyetini anladığından, arkalarına dönmelerini istedi ve saç örgülerinde sakladığı mektubu çıkarıp Hz. Ali’ye verdi.
Olayın ortaya çıkması ile ilgili başka bir rivayete göre de, Hâtib’in kölesinin şikâyeti üzerine bu durum ortaya çıkmıştır. Mektupta yazılanlar hakkında da farklı rivayetler mevcuttur.
Vakidî, Hâtib’in Kureyş’ten üç kişiye, Safvân b. Umeyye, Süheyl b. Amr ve İkrime b. Ebî Cehil’e “Rasûlullah (sav) insanlara savaşa hazırlanmalarını duyurdu. Sizden başkasına niyetli olduğunu sanmıyorum. Bu mektubumla size yardım etmek istedim” şeklinde yazdığını belirtir.
Hamidullah, mektubun içeriği hakkında iki farklı bilgi vermektedir. İlk rivayete göre mektupta “Hz. Peygamber(sav) size gece gibi kalabalık bir orduyla yöneldi, sel gibi geliyor. Allah’a yemin ederim ki, size tek başına bile gelse, Allah onu size karşı zafere eriştirir.
Çünkü Allah, ona verdiği sözü gerçekleştirecektir” şeklinde, ikinci rivayette de “Peygamber Muhammed, ya size ya da başkasına gitmek üzere yola çıktı. Önleminizi alın.” şeklinde yazılmış olduğunu belirtir.
Mektubun içeriği belirttiğimiz üzere farklılık göstermektedir. Vakidî’nin aktardığı rivayete göre Hâtib’in seferden emin olmadığı söylenebilir. Zira içerikte net bir ifade yoktur.
Buna rivayet ile alakalı olarak, Hâtib’in kesin bir şekilde emin olmadığı bir konu hakkında nasıl böyle bir mektup yazdığı izah gerektiren bir durumdur. Hamidullah, kitabında iki farklı metin aktarmıştır.
İlk metinde Hâtib’in yazdıklarının bir yardımdan ziyade daha çok karşı tarafı korkutan veya uyaran cümleler kurduğunu görüyoruz. İkinci metin ise Hâtib’in haber göndermesine daha yakın bir metindir. Bu metnin gerçeğe daha yakın olabileceği kanaatindeyiz.
Kaynakların belirttiğine göre mektubun ele geçirilmesinden sonra, Hz. Peygamber (sav), Hâtib’i çağırtarak işin aslını öğrenmek istemiştir. Kendisine “Ey Hâtib bu nedir? Diye, sorduğunda, Hâtib şu cevabı vermiştir;
“Ey Allah’ın Rasûlu, benim hakkımda hemen karar verme. Ben Allah’a ve Rasûlune iman etmiş biriyim ve bu durumumda herhangi bir değişiklik yoktur. Ben Küreysli değilim. Onlarla anlaşmalıyım (halif) ama onlarla herhangi bir bağım yoktur.
Buraya hicret edip gelenlerin çoğunun Mekke’deki ailesini koruyacak kimseler vardır. Benim ise böyle bir durumum yoktur. Ben bu mektubumla Mekkeli müşriklere yardımcı olmak, böylece de Mekke’de bulunan ailemi korumak istedim.
Benim bunun dışında herhangi bir amacım olmamıştır.” Rasûlullah onun bu savunmasını kabul etmiş ve “O size doğru olanı söyledi” diyerek Hâtib’i affetmiştir.
Hz. Peygamber (sav) bu durum karşısında gösterdiği tavır çok çok önemlidir. Olayı iyice irdelemeden, Hâtib’i buna iten durumları öğrenmeden hemen bir karar vermemiştir.
Hz. Peygamber (sav)’in Hâtib’a karşı sergilediği tavır, biz Müslümanlar için çok önemlidir. Hz. Peygamber insan kaybetmenin çok kolay ama kazanmanın zor olduğunun idrakinde olan birisidir.
Bundan dolayı Hâtib’in yaptığı belki büyük bir felakete yol açacaktı. Ama onu kazanarak, belki de en az fetih kadar önemli bir davranışta bulunmuştur. Müslümanlar her konuda olması gerektiği gibi Hz. Peygamberi bu davranışında da örnek almalıdır.
Kişilerin yaptığı hatalar karşısında İslam’ın savunduğu duruş, kişiyi yaptığı hatadan dolayı azarlayıp kaybetmek değil, onu kazanmaktır. Bu durumun açıklığa kavuşmasıyla Hz. Peygamber (sav) fetih hazırlıklarına devam etmiştir.
Hz. Peygamber (sav), hazırlıkları tamamlayıp hicri 8. yılda Medine’den Mekke’ye doğru sefere çıkmıştır. Kaynaklarımız, güzergâh üzerinde orduya katılımların olduğunu aktarmaktadır.

(Faysal Dönder, HÂTIB B. EBÎ BELTEA'NIN HAYATI, KİŞİLİĞİ VE İSLAM TARİHİNDEKİ YERİ, sf. 21-29)
1) Burada dikkat edilecek husus Hatib b. Ebi Beltaa'nın hatasının herhangi bir kayba sebep olmamasıdır. Çünkü mektup Mekkelilerin eline geçmeden önce Resulullah aleyhissaletu vesselamın görevlendirdiği kişilerce temin edilmiştir.
2) Düşünmemiz gereken husus, acaba mektup Kureyş'in eline geçseydi, ve insanlarda can ve mal kaybına sebep olsaydı, Resulullah aleyhissaletu vesselamın tutumu aynı mı olurdu? Evet veya hayır demiyorum.
Bir diger örneğe daha bakalım, Resulullah aleyhissaletu vesselam'ın nübüvvetini test etmek için bir yahudi kadının kendisine zehirli yemek ikramında bulunduğu malumdur. Üstad olay hakkında şöyle diyor:
Gazve-i Hayber’de bir Yahudi kadını, bir keçiyi biryan yapıp pişirmiş, gayet müessir bir zehir ile zehirlemiş...(bu olay hakkında netice olarak ) Ehl-i tahkik demiş ki: Kendi (kadını) öldürtmemiş fakat Bişr’in(olayda vefat eden sahabe) veresesine verilmiş, onlar öldürmüşler.
Yani kendisi ile alakalı olarak Resulullah aleyhissaletu vesselam kadını affetmiş, ama aynı yemekten yiyen Bişr hazretleri vefat edince, yakınları kısas uygulanmasını istemişler ve uygulanmıştır. Tabidir ki, "hakkına girilenler, kendi hakları üzerinde söz sahibidirler".
Ebu Davud sahih bir sened ile 4508. rivayetinde Resulullah aleyhissaletu vesselamın kadına bir şey yapılmamasını söylediğini aktarmaktadır.
Ama Üstadın da temas ettiği gibi aynı yemekten yiyen Bişr (r.a) vefat edince, yakınları hukuken söz sahibi oldukları için onların kararı da uygulanmıştır. Bu olaya temas eden bilgi Ebu Davud'un 4513. rivayetinde geçmektedir ve sahihtir.
Zikri geçen olaylar günümüzde yaşananlara bire bir temas etmeseler de, bize bazı ip uçları da vermektedirler. Eğer bir insanın hakkına girilmişse, bu hususta o insan söz sahibidir. Affederse bu daha hayırlıdır, ama hukuken karşılığının olmasını isterse, ne denilebilir?

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with FatihKumas

FatihKumas Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @FatihKumas4

25 May
1) Etkin pişmanlık veya itirafçılık ile alakalı bazı tanık olduğum durumlar var, ve kendimi de yakinen alakadar eden bir husus olduğu için şahit olduğum hususları belirtmek istiyorum.
2) Evvelen önemli bir devlet dairesinde memurken, takribi kırk kişinin ismini verip, kimilerinin işten atılmasına veya kimilerinin hapsedilmelerine sebep olan birisinden bahsedeceğim.
3) Bu insan son derece mülayim bir insanken, baskı altında bir kaç isim verdikten sonra, daha da isim vermesi yönünde zorlanarak sayıyı günden güne artırmış. Verilen isimler arasında olup zorluklara maruz kalan bir arkadaşım ise şu anda yurtdışında.
Read 19 tweets
25 May
1) İman ile gelen huzur ve saadet formülüne bir örnek:

Şakîku’l-Belhî, öğrencisi Hâtim’e şöyle demiştir: “Uzun bir süre benim yanımda bulundun, ne öğrendin? Hâtim hazretleri bu soruya cevaben demiş ki, bu süre zarfında sekiz mesele öğrendim:
2) 1- Halka baktım ve herkesin bir sevdiği olduğunu gördüm. Ölüp kabre girdiklerinde sevdiklerinden ayrılıyorlar. Ben de kabrimde yanımda olmaları için iyiliklerimi sevdim.
3) 2- Yüce Allah’ın “nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran kimse...” (Nâziât, 79/40) kavline baktım ve arzularını defetmek için nefsimi yordum. Sonunda yüce Allah’a itaatte karar kıldı.
Read 10 tweets
25 May
1) Son zamanlarda sünnet ve hadis konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Gerçi bu tartışmalar tarih içinde de yapılmış, müslümanlar sünnetin değerini teslim etmişlerdir. Bu seride Hocaefendi'nin konuya dair bazı görüşlerini özetlemeye çalışacağım.
2) Hocaefendi diyor ki:

Evet, bir hayli zamandan beri sahabe-i kiramı, bilhassa Hz. Ebû Hüreyre, Hz. Enes, Hz. Abdullah İbn Ömer gibi sünneti bize nakleden tertemiz kaynakları sorgulamakla başlayan ve
3) Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) dayanan bu hareketin yarın nerelere varacağını kestirmek kehanet olmasa gerek...Vahyin hameleleri, aksettirici mirât-ı mücellâsı da sorgulanınca, bir bâtıl mezhebin nokta-i nazarı olarak Cibril (aleyhisselâm) niye sorgulanmasın ki?!
Read 21 tweets
22 May
1) Hocaefendi diyor ki: Herkesin, konumunun gerektirdiği temsil durumuna göre evrâd ü ezkârı olmalı. Meselâ ben, kendimi beş‑on insanın okuduğu evrâd kadar evrâd okumaya mecbur hissetmeliyim.
2) Ve kendi kendime demeliyim ki: “Madem o kadar insan sana teveccüh ediyor, öyleyse o teveccühün hakkını vermeli ve herkesten daha çok Allah ile irtibatını kavî tutarak bir taraftan bu nimete şükretmeli, öte taraftan nimetin devamına talebini böyle dile getirmelisin.”
3) Evet, böyle diyor ve bunu da tatbik etmeye çalışıyorum. Buradan hareketle müezzin, imam, vaiz, müftü vb. değişik dine hizmet ünitelerinin başında bulunan insanlar, temsildeki yerlerine göre evrâd ü ezkârlarını çoğaltmalı ve
Read 8 tweets
22 May
1) Üstad diyor ki: “Hem ne vakit, ehl-i İslâm, dîne ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nisbeten yüksek terakkî etmişler. Buna şâhit, Avrupa’nın en büyük üstâdı, Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.” (Mektubat, s. 313).

Avrupa'nın üstadı olan Endülüs'ün Avrupa'ya etkilerine değinelim:
2) Roberts diyor ki: Arap İspanya'sının alim ve filozofları, Hıristiyan aleminin doğunun uygarlık ve bilimini öğrenmesinde kılavuz oldu. (J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, sf. 149)
3) Serinin devamında Prof. Dr. Ahmed Isa'dan alıntılar yapacağım: İslam biliminin Batı'ya girişi büyük oranda Müslüman İspanya kanalıy­la gerçekleşmiştir. Yüzyıllar boyunca İspanya, daha çok bir Müslüman Ortadoğu şehri gibiydi.
Read 24 tweets
15 May
1) Dün bilim tarihi alanında uzman ve önemli bir akademisyen olan Prof. Dr. John Henry'nin İslam biliminin gelişimine ve Batı'ya etkisine dair bazı tespitlerine değinmiştim. Bu seride Henry'nin İslam biliminin gerileme sebeplerine dair görüşlerini paylaşmak istiyorum:
2)İslam'da iddia edilen bilimsel gerileme çoğunlukla, dinin ka­fir bilime karşı tepkisine, özellikle de Gazali'nin Te­hafutü'l Felasife(FilozoflarınTutarsızlığı) adlı yapıtında İbn Si­na'ya yönelik dinsel anlamdaki şiddetli saldırısından sonra gösteri­len tepkiye bağlanmaktadır.
3) Diğer yandan, bunu Bağdat'ın 1258'de Moğollar tarafından yıkılmasına bağlayanlar da vardır. Fakat bu iki olay, geçerli neden olamayacak kadar erken tarihlidir; çünkü İslam düşünürleri on altıncı yüzyılda da bilime önemli katkılarda bulun­mayı sürdürmüşlerdir.
Read 26 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!

:(