1) Etkin pişmanlık veya itirafçılık ile alakalı bazı tanık olduğum durumlar var, ve kendimi de yakinen alakadar eden bir husus olduğu için şahit olduğum hususları belirtmek istiyorum.
2) Evvelen önemli bir devlet dairesinde memurken, takribi kırk kişinin ismini verip, kimilerinin işten atılmasına veya kimilerinin hapsedilmelerine sebep olan birisinden bahsedeceğim.
3) Bu insan son derece mülayim bir insanken, baskı altında bir kaç isim verdikten sonra, daha da isim vermesi yönünde zorlanarak sayıyı günden güne artırmış. Verilen isimler arasında olup zorluklara maruz kalan bir arkadaşım ise şu anda yurtdışında.
4) Aynı ülkede kalan eski memur arkadaşlarından müteşekkil bir sohbet grupları da var. Bu konu açıldığında içlerinden bir tanesi demişti ki, son kez yurtdışına çıkacağım zaman ismimi veren itirafçının yanına gittim, beni görünce şaşırdı ve yaklaşma dedi.
5) İtirafçı olan, "zannetme ki ben de hayatımdan memnunum" demiş..Orada daha değişik şeyler söyledi ama buraya yazmıyorum. İtirafçı olan kişide kötü alışkanlıklar başlamış.
6) Çünkü vicdanını bastıracak bir yol bulamıyor ve aklını örtecek alışkanlıklara girişiyor. Şimdi burada şöyle bir durum var, bu itirafçının ahireti kurtulsun diyerek, hayatlarının perişan olmasına sebep olduğu insanların ruh haleti ne olacak?
7) Onların da, ülke değiştirmekten, yeni iş, oturum gibi zorluklardan veya Türkiye'de olanların hapis yatmak, ailevi problemler, hatta çocuklarının meseleleri gibi daha değişik sorunları oluyor ve maneviyatlarının zedelendiği de oluyor.
8) Bu hususta tutumlarımızda dengeyi nasıl sağlayacağız? Evet gerçekten itirafçı olup da pişman olan insanlar mutlaka vardır. Lakin işi iyice meslek haline getirip, Cemaat aleyhine sosyal medyada anti-propaganda timi gibi çalışanlar da var.
9) Bunların içinde Cemaat'in bir daha legalize olmasını istemeyenlerin olduğunu, reaksiyonlarından görüyorsunuz. Zira öyle bir durumda kendileri hem eski arkadaşları olan topluluk nezdinde, hem de hukuk önünde problem yaşayabilirler.
10) Bir diğer mesele gerçekten yaptıklarından pişman olanlar eski ortamlarına dönmek istiyorlar, ama reddedileceklerinden çekiniyorlar. Bunlardan bazıları zaman geçtikçe yalnızlaşıyor ve buhrana düşüyorlar.
11) Şimdi burada da önümüze iki ihtimalli bir olasılık çıkıyor. Bu insanları kazanalım derken, bu insanlar tarafından zarara uğramış insanların duygularını rencide edebilirsiniz ve hatta onları kaybedebilirsiniz.
12) Onların yaşadıkları hiç hafife alınacak veya en azından görmezden gelinecek şeyler değil. Benim de ailemden, yakın akrabalarımdan itirafçılık yüzünden sıkıntı çekmiş kişiler var. Babamla kardeşim hakkında konuşurken nefesini yuttuğunu biliyorum.
13) Cemaat'in içinde yetişmiş olanlarda affedicilik belki biraz daha fazla olabilir, ama sıkıntı çekenlerin yakınları Cemaat'in bu insanları kazanmaya çalıştığını duysalar, kolay kolay kabullenemezler, bilakis Cemaat'e ters tepki gösterebilirler. Bunu da anlayalım.
14) Fakat bir şahit olduğum olayı daha anlatmak istiyorum. Yaşını başını almış bir muhacir abi hakkında itirafçı olarak ülkeye geldiğine dair bir şaiya çıkartılmış. Samimi olduğum için ağlayarak beni aradı.
15) Bunu bana nasıl derler gibisinden... Sonra kendisi hukuk işlerinden anladığı için mahkemesi ile alakalı belgeler, ve hapishaneden çıkış nedeni ile alakalı kararı yolladı. Ben onun hakkında konuşan kişiye bunları yolladım.
16) Malesef bizim Cemaatte böyle şeyler hemen yayılır, olayla alakalı, alakasız kişiler konuşmaya başlar. Muhatabıma bunu size kim söyledi dediğim zaman, bana da birisi söyledi cevabını verdi... Bir insan hakkında konuşmak bu kadar kolay mı?
17) Aslında ortada öyle bir durum da yok. Şimdi şunu da söylemek istiyorum, şahısların hakkında konuşurken gerçekten hiç bir şekilde aksi söz konusu olmayacak bilgiler ile konuşmak lazım, zira zan altında bırakmak da bir vebaldir.
18) Gerçekten itirafçı olan kişiler varsa, gündemden bağımsız olarak söylüyorum, muhataplarını rahatlatmak ve kendilerine olan güveni tazelemek için, açıkça yaptıklarını söylemeliler, pişmanlık izhar etmeliler, özür dilemeliler ve yerine göre helallik talebinde de bulunmalılar.
19) Olaylar şu an çok sıcak. Kolay değil, şu olmalı, bu olmalı gibi cümleler kurup işleri idealize edebilmek..Bu kadar sözden sonra belki abes kaçacak ama, başkalarının adına olabilecek şekilde konuşmamak, sözü bizzat bu durumlardan etkilenmiş insanlara bırakmak da gerekiyor.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Hatib b. Ebi Beltaa'nın Mekke fethi'nden önce akrabalarına yazdığı mektup bugünlerde mevzu edilmektedir. Bu mektubun içeriği ve Resulullah aleyhissaletu vesselamın tutumu hakkında bir yüksek lisans çalışmasından özet çıkarmaya çalıştım.
GülfemYeniye AcıÜstüneAcı
Tarihçilere göre, Hatib b. Ebi Beltaa'nın mektup yazdığını vahiyle öğrenen Hz. Peygamber (sav), Sâre’nin(mektubu götüren kadın) Mekke’ye gidip seferle ilgili bilgileri ilgili kişilere vermesini engellemek için Hz. Ali, Zubeyr b. Avvam ve Mikdat b. Amr’ı görevlendirdi.
Sâre’nin yerini, aldığı vahye göre tarif etti. Kaynaklarda bu yerin neresi olduğuyla ilgili olarak iki farklı yer rivayet edilmektedir. Birincisi “Hah bahçeleri” adıyla bir yer belirtilmektedir ki kaynakların ekserisi burayı zikreder, diğeri de “Hüleyka” ismindeki bir yerdir.
1) İman ile gelen huzur ve saadet formülüne bir örnek:
Şakîku’l-Belhî, öğrencisi Hâtim’e şöyle demiştir: “Uzun bir süre benim yanımda bulundun, ne öğrendin? Hâtim hazretleri bu soruya cevaben demiş ki, bu süre zarfında sekiz mesele öğrendim:
2) 1- Halka baktım ve herkesin bir sevdiği olduğunu gördüm. Ölüp kabre girdiklerinde sevdiklerinden ayrılıyorlar. Ben de kabrimde yanımda olmaları için iyiliklerimi sevdim.
3) 2- Yüce Allah’ın “nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran kimse...” (Nâziât, 79/40) kavline baktım ve arzularını defetmek için nefsimi yordum. Sonunda yüce Allah’a itaatte karar kıldı.
1) Son zamanlarda sünnet ve hadis konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Gerçi bu tartışmalar tarih içinde de yapılmış, müslümanlar sünnetin değerini teslim etmişlerdir. Bu seride Hocaefendi'nin konuya dair bazı görüşlerini özetlemeye çalışacağım.
2) Hocaefendi diyor ki:
Evet, bir hayli zamandan beri sahabe-i kiramı, bilhassa Hz. Ebû Hüreyre, Hz. Enes, Hz. Abdullah İbn Ömer gibi sünneti bize nakleden tertemiz kaynakları sorgulamakla başlayan ve
3) Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) dayanan bu hareketin yarın nerelere varacağını kestirmek kehanet olmasa gerek...Vahyin hameleleri, aksettirici mirât-ı mücellâsı da sorgulanınca, bir bâtıl mezhebin nokta-i nazarı olarak Cibril (aleyhisselâm) niye sorgulanmasın ki?!
1) Hocaefendi diyor ki: Herkesin, konumunun gerektirdiği temsil durumuna göre evrâd ü ezkârı olmalı. Meselâ ben, kendimi beş‑on insanın okuduğu evrâd kadar evrâd okumaya mecbur hissetmeliyim.
2) Ve kendi kendime demeliyim ki: “Madem o kadar insan sana teveccüh ediyor, öyleyse o teveccühün hakkını vermeli ve herkesten daha çok Allah ile irtibatını kavî tutarak bir taraftan bu nimete şükretmeli, öte taraftan nimetin devamına talebini böyle dile getirmelisin.”
3) Evet, böyle diyor ve bunu da tatbik etmeye çalışıyorum. Buradan hareketle müezzin, imam, vaiz, müftü vb. değişik dine hizmet ünitelerinin başında bulunan insanlar, temsildeki yerlerine göre evrâd ü ezkârlarını çoğaltmalı ve
1) Üstad diyor ki: “Hem ne vakit, ehl-i İslâm, dîne ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nisbeten yüksek terakkî etmişler. Buna şâhit, Avrupa’nın en büyük üstâdı, Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.” (Mektubat, s. 313).
Avrupa'nın üstadı olan Endülüs'ün Avrupa'ya etkilerine değinelim:
2) Roberts diyor ki: Arap İspanya'sının alim ve filozofları, Hıristiyan aleminin doğunun uygarlık ve bilimini öğrenmesinde kılavuz oldu. (J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, sf. 149)
3) Serinin devamında Prof. Dr. Ahmed Isa'dan alıntılar yapacağım: İslam biliminin Batı'ya girişi büyük oranda Müslüman İspanya kanalıyla gerçekleşmiştir. Yüzyıllar boyunca İspanya, daha çok bir Müslüman Ortadoğu şehri gibiydi.
1) Dün bilim tarihi alanında uzman ve önemli bir akademisyen olan Prof. Dr. John Henry'nin İslam biliminin gelişimine ve Batı'ya etkisine dair bazı tespitlerine değinmiştim. Bu seride Henry'nin İslam biliminin gerileme sebeplerine dair görüşlerini paylaşmak istiyorum:
2)İslam'da iddia edilen bilimsel gerileme çoğunlukla, dinin kafir bilime karşı tepkisine, özellikle de Gazali'nin Tehafutü'l Felasife(FilozoflarınTutarsızlığı) adlı yapıtında İbn Sina'ya yönelik dinsel anlamdaki şiddetli saldırısından sonra gösterilen tepkiye bağlanmaktadır.
3) Diğer yandan, bunu Bağdat'ın 1258'de Moğollar tarafından yıkılmasına bağlayanlar da vardır. Fakat bu iki olay, geçerli neden olamayacak kadar erken tarihlidir; çünkü İslam düşünürleri on altıncı yüzyılda da bilime önemli katkılarda bulunmayı sürdürmüşlerdir.