İlk insanlar, ağaç yapraklarını, dokunmuş otları veya ağaç kabuğunu, kemikleri, kafatasını ve ölü hayvanların derisini vb. sararak bedenlerini örtmüş ve korumuşlardır
Genetik analizler, giysilerde yaşayan insan vücudu bitinin 170.000 yıl önce baş bitinden ayrıldığını öne sürdüler
ve bu da insanların bu zamanlarda kıyafet giymeye başladığına dair kanıtları desteklemiştir.
Bazı uzmanlara göre insan vücudundaki kıllar dökülmeye başladıkça örtünmeye başladı.
Tarihte bilinen en eski dikiş iğnesi günümüzden 60.000 yıl öncesine tarihlendirilir.
Bu iğne Güney Afrika’nın Sibudu Mağarasında bulunmuştur.
2016 yılında Rusya-Sibirya’daki Altay Dağları’ndaki Denisova Mağarası’nda bulunan bir kemik iğnesinin tarihi de günümüzden 50.000 yıl öncesine dayanır.
Günümüzde de hala kullanılan bir çeşit kumaş oluşturma yöntemi olan Nalbinding kumaşlarının bilinen ilk örnekleri İsrail’de bulunmuştur ve tarihi M.Ö. 6500 yılına dayanmaktadır.
Antik toplulukların giyim kuşamlarının iç yüzünü anlamamıza,
kumaş elyaflarının ve derilerin korunmuş olması olanak tanıyor. Antik dünyada kullanılan kumaşlar, dönem insanlarının uzmanlaştığı teknolojileri yansıtıyor. Birçok kültürde kıyafet, toplumun farklı kesimlerinden insanın sosyal statüsünü gösteriyor.
Hayvan derisi ve bitkilerden elde edilen kıyafetler, ilk insanın vücudunu dış etmenlerden koruma güdüsü ile ortaya çıkıyor.
Yerleşen neolitik kültürler, hayvansal postlar üzerindeki dokuma liflerin avantajlarını keşfettiklerinde, sepet yapım teknikleri, kumaş yapım teknikleri,
insanlığın temel teknolojilerinden biri olarak ortaya çıktı.
İnsanlar dokuma, iplik ve diğer teknikleri ve giyim için kullanılan kumaşları yapabilmek için gerekli makineleri icat etmek zorunda kaldılar.
İnsanların tropik bölgelerde ortaya çıkıp sonradan kuzey ve güneye doğru yayıldıkları ileri sürülür. Buna göre, sıcak ülkelerde yaşayan ilk insanların giyim eşyaları pek basitti. Ancak edep yerlerini etlerini yedikleri av hayvanlarının derileriyle örtüyorlardı.
Mısır’da bulunan Tarkhan Elbisesi’nin Dünyanın bilinen en eski elbisesi, ve en eski dokuma kumaşı olduğu belirtiliyor.
Radyo karbon testleri elbisenin 5,500 yaşında olduğunu ortaya koydu.
Keten elbisenin %95 ihtimalle MÖ 3482-3102 yıllarına tarihlendiği açıklandı.
Arkeologlar tarafından ortaya çıkarılan diğer eski kıyafetler ya kumaşla vücudun üstünü örterek dökümlü şekilde, ya da kumaşla vücudu sararak yapılıyordu. Fakat bu elbise vücuda uygun olarak ayarlanmış ve kesilmiş.
İlk montajı yapılan giysinin tunik olduğu düşünülmektedir.
Bir tunik, kafasına bir delik bırakılarak kısa bir kenarı birbirine bağlanmış iki parça dikdörtgen hayvan derisinden yapılmıştır.
Erken giyim hakkında bilinenlerin çoğu, çok az kanıt ve iyi tahminlerden oluşan bir yama çalışmasıdır.
Sadece çok eski giysilerin parçaları hayatta kalmıştır. Bu nedenle arkeologlar, erken kıyafet resimlerini geliştirmek için mağara çizimlerine, oyulmuş figürlere ve fosilleşmiş bir çamur zeminde birbirine dikilmiş derilerin izleri gibi şeylere güvenmişlerdir.
Avusturya dağlarında 5,300 yıl önce ölen bir adamın kalıntılarının keşfi (Ötzi), bu arkeologların keşfettiklerinin çoğunu doğrulamaya yardımcı olmuştur.
Kostüm kelimesi latince consuetudo kelimesinden türetilmiştir ve bu da tam bir dış giysi seti anlamına gelmektedir.
Kostüm, bir bireyin veya grubun sınıfını, cinsiyetini, mesleğini, etnik kökenini, milliyetini, faaliyetini veya dönemini yansıtan kendine özgü giyim tarzıdır.
Giyim sabit ve modaya uygun olarak iki sınıf ile sınıflandırılmıştır.
Sabit olanlar büyük ölçüde kalıcıdır ve moda değişikliklerine tabi değildir, ancak her bölgeye göre değişmektedir.
Giysinin kökeni ile ilgili olarak, 4 ana teori vardır;
Tevazu teorisi: Giysilerin başlangıçta genital organları utanç, alçakgönüllülük veya
diğer bazı cinsel duygu biçimlerinden gizlemek için giyildiğini savunmaktadır.
Utangaçlık teorisi: Cinsel çekicilik teorisi insanlar önce dikkatleri özel bölgelere çekmek için giyilirmiş.
Süsleme Teorisi: Bu teorideki ilkel giyim, göze çarpan süslemedir.
Bu teori, giysilerin dekoratif doğasına ve diğer görünüş biçimlerine atıfta bulunmaktadır; sergileme, cazibe veya estetik ifade amaçlı değişiklikler.
Projeksiyon Teorisi: Bu teori, giysilerin insanları elementlerden, hayvanlardan ve doğaüstü güçlerden koruduğunu öne sürmektedir.
Neandertallerin yaşadıkları yerlere bakarak kışın vücutlarının yüzde 70-80'ini örtmüş olduğu, muhtemelen sırtlarına basit bir hayvan postu aldıkları tahmin ediliyor.
Modern insanlar ise birkaç parçayı birleştirerek daha karmaşık giysiler dikiyordu
Yakın Doğu ve Anadolu’nun bilinen en eski dokuma kumaşları, M.Ö. 6000 yılına tarihlenen ve ölüleri sarmak için kullanılan kumaşlardı. Bu kumaşlar Anadolu’da Çatalhöyük’te yapılan kazılar sonucu yanmış bir evin tabanında neredeyse bozulmamış bir halde ortaya çıkarıldı.
Antik Mısır’da yaşayanlar en çok bereketli kendir bitkisinden elde edilen keten kumaşı kullandılar. İnanışlarına göre hayvansal kumaşlar saf değildi, yün nadiren kullanılıyordu ve tapınak ve ibadethane gibi mekanlarda ise yasaktı.
Sınıflar arasında değişkenlik gösteren şey, malzemenin kalitesiydi; üst sınıflar daha iyi işlenmiş ve renklendirilmiş ketene sahipti.
Antik Yunan kıyafetlerinin en belirgin özelliği, çoğunlukla dikdörtgen kesilmiş farklı uzunluktaki yünlü veya keten kumaşı bir arada kullanmaktı.
Antik Romalılar, kıyafetlerinin diğer insanlardan farklı olduğunun bilincindelerdi.
Kendi savaşçılarını zırhlarla resmederken barbarları gömlek ve pantolonla tanımlıyorlardı.
Endüstri Devrimi sırasında tekstil endüstrisi, makineleştirilmiş ilk endüstridir.
Giysi halen modern insanın bir işareti ama ilkel kabileler için anlamsız bazıları da kısmi utanma duygusu için basit bir korunak.
19. yüzyılın sonlarında Ninova’dan çıkarılan kırık kil tabletlerin üzerinde dünyanın en büyük hazinelerinden biri yazılıydı.
Tabletler, Sami dillerinin en eskisi olan ve çivi yazısıyla yazılan Akadçaydı.
Yazı karakterleri, kalem niyetine kullanılan nesnenin tablet yüzeyine
bastırılmasıyla oluşturuluyordu.
Ortaya çıkan karakterlerin çiviye benzemesi nedeniyle bu yazı türü çivi yazısı olarak isimlendirilmişti.
Gılgamış Destanı, Homeros’un İlyada ve Odysseia’yı yazmasından en az bin üç yüz yıl önce çivi yazısıyla kil tabletler üzerine yazılmıştır.
Araştırmacı George Smith British Museum’daki kırık kil tabletlerden Gılgamış Destanı’nın parçalarını bir araya getirdi.
Gılgamış Destanı, tarihin en eski yazılı destanının adı olup, 56 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiştir.
“İnsanın kucaklaşması ve sevgisini anlatırken Akdeniz aklıma geldi.
Akdeniz büyüktü, bizden bir denizdi.
Kucak açmayı bu adla anlatmak istedim.
Sevgiyi ve kucaklaşmayı anlatırken bir kadının bütünlüğünden yararlanmak istedim.”
İlhan Koman bu cümleleri adıyla bütünleşmiş ünlü heykeli Akdeniz için sarf etmiştir.
Türkiye’nin Leonardo da Vinci’si olarak anılan usta bir sanatçı İlhan Koman.
Edirne’de 17 Haziran 1921’de doğar.
Edirne Lisesi’ni bitirdi ve 1941’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde sanat eğitimine başladı. Derslerde antik heykellerden yaptığı kopya ve orneman (süsleme) çalışmalarıyla hocalarının dikkatini çeker, resimden çok bu işlere yatkın olduğunu,
1942 yazında İstanbul gazetelerinde, genel olarak gayrimüslimleri, özel olarak Yahudileri hırsızlık, karaborsacılık, soygunculuk, vurgunculuk ve ihtikar (aşırı kar) fiilleri ile ilişkilendiren haberler ve karikatürler birbirini izlemişti.
Gazetelerde suçlananlar başta Yahudiler olmak üzere gayrimüslim zenginlerdi.
9 Temmuz 1942 günü hükümeti kurmakla görevlendirilen Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos’taki güven oylamasından sonra şöyle dedi: “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız.
Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal (en az onun kadar) bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız!”
Şair, senarist ve de roman yazarı.
1919 yılında Samsun’da doğdu, Samsun Lisesi’nde okudu.
1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.
Abdülkadir Pirhasan , bildiğimiz, tanıdığımız ismiyle Vedat Türkali…
Maltepe ve Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı.
“Kendimi çok talihli saymışımdır. 1919’da çok yoksul bir semtte, emekçi bir ailede doğdum.
Bu bir defa büyük avantajdı benim için.
Mahallemde okuyan tek kişiydim. Ve asıl talihim de o zaman TKP’yle ilişkisi olan bir komünist genç arkadaşın bizim okulda olması ve bana ışık tutması oldu.
Yani dünyayı, liseyi bitirmek üzereyken sınıfımdaki hemen hemen herkesten daha erken kavramaya başlamıştım.
Namibya, geçmişte coğrafi özellikler ve birçok değerli maden kaynakları sebebiyle başka ülkeler tarafından fark edilmiştir.
Her zaman dış ülkelerin gözünde olan bu ülkede 17.yy’a kadar yerleşim olmamıştır.
Yerlileri ise Ovembo, Herero, Nama ve Orlam kabileleri olmuştur.
1880'lerde Güney Batı Afrika'da Almanya kendi kolonisini kurdu, Afrika hakkında tecrübesiz bir askeri vali atadı ve yerleşimciler gönderdi.
1884–85 Berlin Konferansı’nda, Almanya’nın sömürgeleri uluslararası düzeyde onaylanmıştır.
Bu bölgedeki elmas yataklarını kontrol altına alan Almanya bölgenin güvenliği için II. Kaiser Wilhelm’in emriyle Alman İmparatorluğu’nun en iyi birliklerini de bölgeye getirdi.
İyonosfer, Dünya atmosferinin, yüzeyden yaklaşık 50 – 100 km yukarısında başlayan ve yüzlerce kilometre boyunca yukarı çıkan bir bölgesidir.
Dünya yüzeyi ve iyonosfer arasındaki boşlukta titreşimler
meydana gelir
Dünya yüzeyi ve iyonosfer arasındaki boşlukta meydana gelen doğal frekansa yani titreşime Schumann Rezonansı denir. Aralarındaki o boşluk kapalı bir dalga kılavuzu görevi gördüğü için rezonans uzaya genişledikçe azalmaz, aksine kapalı boşluk içinde dengelenir.
Dünya’mızın kalp atışı olarak da tanımlanan, bu boşluktaki titreşim frekansı, ortalama 7.83 hertzlik Şchumann rezonansıdır.
Bilim insanlarının onlarca sene üzerinde çalışmalar yürüttüğü ve incelediği bu değer, birçok farklı etken tarafından değiştirilebilir.