“İnsanın kucaklaşması ve sevgisini anlatırken Akdeniz aklıma geldi.
Akdeniz büyüktü, bizden bir denizdi.
Kucak açmayı bu adla anlatmak istedim.
Sevgiyi ve kucaklaşmayı anlatırken bir kadının bütünlüğünden yararlanmak istedim.”
İlhan Koman bu cümleleri adıyla bütünleşmiş ünlü heykeli Akdeniz için sarf etmiştir.
Türkiye’nin Leonardo da Vinci’si olarak anılan usta bir sanatçı İlhan Koman.
Edirne’de 17 Haziran 1921’de doğar.
Edirne Lisesi’ni bitirdi ve 1941’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde sanat eğitimine başladı. Derslerde antik heykellerden yaptığı kopya ve orneman (süsleme) çalışmalarıyla hocalarının dikkatini çeker, resimden çok bu işlere yatkın olduğunu,
bu sebeple heykel bölümüne gitmesi gerektiğini öneren hocalarının öğüdüne uyar ve bir yıl sonra Akademi’nin Heykel Bölümü’ne geçer.
Heykel bölümünde Alman sanatçılardan olan Rudolf Belling ’in öğrencisi olarak 1945’te eğitimini tamamladı.
1947 yılında devlet bursu ile Neşet Günal, Refik Eren ve Sadi Öziş gibi isimlerle birlikte Paris’e gitti.
1947-50 arasında Fransa’da Academie Julian ve l’Ecole du Louvre’da çalışmalar yaparak yeteneğini gösterdi.
İlk sergisini 1948’de Paris’te açtı.
1951’de Türkiye’ye döndü. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde mecburi hizmetine başladı.
1952’de düzenlenen Anıtkabir Heykel Yarışması’nda, “Şeref Holüne Çıkan Merdivenlerin Sağındaki Kabartma Kompozisyonu” isimli eseri
birincilik ödülüne layık görüldü ve rölyefleri Anıtkabir’in merdivenlerinin doğu tarafına yerleştirildi.
1953'te Sadi Öziş ve Şadi Çalık ile "Karametal" adını verdikleri mobilya atölyesini kurup burada modern mobilyalar tasarladılar.
1958 yılında Brüksel’de düzenlenen uluslararası bir sergide Türk pavyonunun yapımını üstlendi.
Bu çalışma sırasında tanıştığı mimar Ralph Erskine’in daveti üzerine İsveç’e, mimari tasarımları araştırmak üzere gitti
1959’da İsveç’e yerleşti.
Hulda isimli 2 direkli bir yelkenliyi restore ederek içinde yaşayabileceği ve atölye olarak kullanabileceği bir alana dönüştürdü.
1967 yılından itibaren Stockholm Uygulamalı Sanatlar Yüksek Okulu’nda sanat eğitmeni olarak göreve başladı.
Bu süreçte yeni geometrik türevler ve yel değirmenleri gibi bilimsel buluşları tescillendi. 1969’da İsveç’te Sundsvall’da bir alan düzenlemesi için açılan yarışmada birincilik ödülü aldı.
1970’te Örebro Belediye Sarayı önüne konulması için yaptırılan heykel yarışmasında
birincilik ödüllerinden birini aldı.
1980’de en önemli eserlerinden biri olan “Akdeniz Heykeli” ile 1981’de Sedat Simavi Görsel Sanatlar ödülünün sahibi oldu.
Koman, sanata olan bakış açısını ‘İnsan her şeyin ölçüsü olduğu zaman, şehir gerçekten yaşanılır bir yer olacaktı…’ cümlesinde ifade eder.
Koman sanat anlayışını şöyle özetlemektedir:
”Bir nesnenin sanat olması için has, öz, gerçek olması gerekir.
Sanatta tek ölçü budur. Sanatın kopya, özenti, taklit olmayan, kendi kendine bir olay olması gerekir.
Bu küçük veya büyük de olur, obje de eşya da olur, figüratif veya non figüratif de olur.
Bütün sorun tek ve gerçek olmasıdır.
Bir de Racinen’in sanatı tarifi vardır: Sanat hiçbir şeyden bir şey yapmaktır. Ben bazen çalışmamdan memnun olmayınca kendi kendine küfür ve alayla Racinen’in lafını tersyüz edip şimdi bir şeyden hiçbir şey yaptın be mübarek adam, derim.
Aslında sanat, bence insanın bilinmeyene doğru çıktığı bir serüvendir, sanatçı devamlı kendisini yenileyebilmelidir…”
Leonardo’ya Selam Söyle adlı eseri ,Stockholm Mimarlık Yüksek Okulu’nun önünde bulunmaktadır.
Çoğunluğu Stokholm'da olmak üzere 20 şehrin sokak ve meydanlarında Koman’ın heykelleri bulunur.
İlhan Koman 30 Aralık 1986’da 65 yaşındayken İsveç’in başkenti Stockholm’de hayatını kaybeder.
Vasiyeti üzerine yakılıp külleri çok sevdiği Baltık Denizi’ne dökülür.
Bir Evliyaya
İlhan Koman ki tıraşsız heykeltıraş
Uçmağa doğru sakallı…
Elinde bombalarla bebekler
Heykel gibi olmayan heykeller,
Taşınırdı garip maacir
Güneyinden Kuzeyine Kutupların
Battı batacak teknesiyle
Varmak için Edirne’ye
Selimiye’ye
19. yüzyılın sonlarında Ninova’dan çıkarılan kırık kil tabletlerin üzerinde dünyanın en büyük hazinelerinden biri yazılıydı.
Tabletler, Sami dillerinin en eskisi olan ve çivi yazısıyla yazılan Akadçaydı.
Yazı karakterleri, kalem niyetine kullanılan nesnenin tablet yüzeyine
bastırılmasıyla oluşturuluyordu.
Ortaya çıkan karakterlerin çiviye benzemesi nedeniyle bu yazı türü çivi yazısı olarak isimlendirilmişti.
Gılgamış Destanı, Homeros’un İlyada ve Odysseia’yı yazmasından en az bin üç yüz yıl önce çivi yazısıyla kil tabletler üzerine yazılmıştır.
Araştırmacı George Smith British Museum’daki kırık kil tabletlerden Gılgamış Destanı’nın parçalarını bir araya getirdi.
Gılgamış Destanı, tarihin en eski yazılı destanının adı olup, 56 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiştir.
İlk insanlar, ağaç yapraklarını, dokunmuş otları veya ağaç kabuğunu, kemikleri, kafatasını ve ölü hayvanların derisini vb. sararak bedenlerini örtmüş ve korumuşlardır
Genetik analizler, giysilerde yaşayan insan vücudu bitinin 170.000 yıl önce baş bitinden ayrıldığını öne sürdüler
ve bu da insanların bu zamanlarda kıyafet giymeye başladığına dair kanıtları desteklemiştir.
Bazı uzmanlara göre insan vücudundaki kıllar dökülmeye başladıkça örtünmeye başladı.
Tarihte bilinen en eski dikiş iğnesi günümüzden 60.000 yıl öncesine tarihlendirilir.
Bu iğne Güney Afrika’nın Sibudu Mağarasında bulunmuştur.
2016 yılında Rusya-Sibirya’daki Altay Dağları’ndaki Denisova Mağarası’nda bulunan bir kemik iğnesinin tarihi de günümüzden 50.000 yıl öncesine dayanır.
1942 yazında İstanbul gazetelerinde, genel olarak gayrimüslimleri, özel olarak Yahudileri hırsızlık, karaborsacılık, soygunculuk, vurgunculuk ve ihtikar (aşırı kar) fiilleri ile ilişkilendiren haberler ve karikatürler birbirini izlemişti.
Gazetelerde suçlananlar başta Yahudiler olmak üzere gayrimüslim zenginlerdi.
9 Temmuz 1942 günü hükümeti kurmakla görevlendirilen Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos’taki güven oylamasından sonra şöyle dedi: “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız.
Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal (en az onun kadar) bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız!”
Şair, senarist ve de roman yazarı.
1919 yılında Samsun’da doğdu, Samsun Lisesi’nde okudu.
1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.
Abdülkadir Pirhasan , bildiğimiz, tanıdığımız ismiyle Vedat Türkali…
Maltepe ve Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı.
“Kendimi çok talihli saymışımdır. 1919’da çok yoksul bir semtte, emekçi bir ailede doğdum.
Bu bir defa büyük avantajdı benim için.
Mahallemde okuyan tek kişiydim. Ve asıl talihim de o zaman TKP’yle ilişkisi olan bir komünist genç arkadaşın bizim okulda olması ve bana ışık tutması oldu.
Yani dünyayı, liseyi bitirmek üzereyken sınıfımdaki hemen hemen herkesten daha erken kavramaya başlamıştım.
Namibya, geçmişte coğrafi özellikler ve birçok değerli maden kaynakları sebebiyle başka ülkeler tarafından fark edilmiştir.
Her zaman dış ülkelerin gözünde olan bu ülkede 17.yy’a kadar yerleşim olmamıştır.
Yerlileri ise Ovembo, Herero, Nama ve Orlam kabileleri olmuştur.
1880'lerde Güney Batı Afrika'da Almanya kendi kolonisini kurdu, Afrika hakkında tecrübesiz bir askeri vali atadı ve yerleşimciler gönderdi.
1884–85 Berlin Konferansı’nda, Almanya’nın sömürgeleri uluslararası düzeyde onaylanmıştır.
Bu bölgedeki elmas yataklarını kontrol altına alan Almanya bölgenin güvenliği için II. Kaiser Wilhelm’in emriyle Alman İmparatorluğu’nun en iyi birliklerini de bölgeye getirdi.
İyonosfer, Dünya atmosferinin, yüzeyden yaklaşık 50 – 100 km yukarısında başlayan ve yüzlerce kilometre boyunca yukarı çıkan bir bölgesidir.
Dünya yüzeyi ve iyonosfer arasındaki boşlukta titreşimler
meydana gelir
Dünya yüzeyi ve iyonosfer arasındaki boşlukta meydana gelen doğal frekansa yani titreşime Schumann Rezonansı denir. Aralarındaki o boşluk kapalı bir dalga kılavuzu görevi gördüğü için rezonans uzaya genişledikçe azalmaz, aksine kapalı boşluk içinde dengelenir.
Dünya’mızın kalp atışı olarak da tanımlanan, bu boşluktaki titreşim frekansı, ortalama 7.83 hertzlik Şchumann rezonansıdır.
Bilim insanlarının onlarca sene üzerinde çalışmalar yürüttüğü ve incelediği bu değer, birçok farklı etken tarafından değiştirilebilir.