Evrendeki varlığın sadece yüzde 5’ini gözlemleyebiliyoruz. Geriye kalan yüzde 95’in ise var olduğunu biliyoruz ama ne gözlemleyebiliyoruz ne niteliği hakkında bilgi sahibiyiz.
*
Uzay boşluğu dediğimiz şey gerçekte boşluk değil.
*
Parçası olduğumuz varoluş gerçeğinin muhteşemliği!
Einstein’ın 1915’te ortaya koyduğu Genel Görelilik kuramı, uzay ve zamanın aslında tek bir doku olduğunu, kütleli nesnelerin uzay-zamanı eğip büktüğünü, kütleçekimini cisimlerin kütlelerinden kaynaklanan bir kuvvet değil, uzay-zamanın eğilmesinden kaynaklandığını gösterdi.
O dönemde genel kabul gören görüş, galaksimiz Samanyolu’nun durağan ve sonsuz bir boşlukla olduğuydu. Evrenin bir başlangıcı yoktu. Einstein, kütleçekim kuvvetinin evrensel bir yasa olduğunun farkındaydı ve bu durum durağan-ezelî evren kabulü ile bir çelişki yaratıyordu.
Zira başlangıcı olmayan bir evrende kütleçekim gücü maddeyi içe çökmeye zorlamalıydı.
1917’de “Göreliliğin Genel Teorisinde Kozmolojik Yaklaşımlar” başlıklı makalesinde Einstein, denklemlere fazladan bir sabit terim ekleyerek genel göreliliğin bu çelişkisini çözmeye çalıştı.
Oysa tüm uzayda kütleçekimsel bir itme kuvveti sağlayacağı varsayılan bu kozmolojik sabitin, modeldeki çelişkiyi giderecek biçimde içe çöküşü ortadan kaldırmak dışında, hiçbir dayanağı ve kanıtı yoktu.
Einstein durağan evreni sorgulamak yerine kuramını “yamamayı” yeğlemişti.
Aynı yıllarda, aralarında Edwin Hubble'ın da bulunduğu birkaç araştırmacı, Samanyolu'nun ötesinde yıldız sistemlerinin olabileceğini ileri sürdü.
1925 yılında Hubble, NGC 6822 Galaksisi'ni gözlemledi ve bunun “uzak yıldızlar topluluğu” olduğunu gösterdi.
Evrende yalnız değildik.
Hubble 1929’da yaptığı gözlemler sonucunda, yıldızlardan ve galaksilerden gelen ışığın tayfında “kırmızıya kayma” olduğunu gördü ve bunun galaksilerin sürekli uzaklaşmasının sonucu olduğunu buldu.
Uzaklaşan cisimden gelen elektromanyetik dalganın dalga boyu, uzaklaşma süratine bağlı olarak artar. Doppler Etkisi olarak adlandırılan bu olguya, bir aracın motor sesinin bize yaklaşırken ve bizden uzaklaşırken dalgalanması örneğinde olduğu gibi tanıklık etmişizdir.
Hubble ayrıca galaksilerin ışığının taytaki kırmızıya kaymasının, yani uzaklaşma süratinin galaksinin uzaklığı ile orantılı olduğunu ortaya çıkardı. Başka bir ifadeyle bir galaksi Yeryüzü’nden ne kadar uzaksa o kadar büyük bir süratle uzaklaşıyordu.
Eğer evren genişliyorsa bir zamanlar şimdikinden daha küçük olmalıydı. Buna dayanarak Büyük Patlama teorisi ortaya sürüldü. Einstein başta bu bulgulara direndi. Evrenin yapısını araştırmaya adadığı parlak dehaya rağmen yerleşik determinist anlayıştan uzaklaşamamıştı.
Sonunda Einstein, Hubble’ın buluşunun sonuçlarını kabullendi, kendi kozmolojik sabiti için de, “hayatımın en büyük hatası” dedi.
İlginç olan, Einstein'ın hataları bile evren hakkındaki bilgimize büyük katkıda bulundu.
Karanlık enerji ve kuantum güç alanları bununla ilgilidir.
Bugün fizikçiler kuantum teorisi penceresinden baktıklarında, kozmolojik sabitin boş uzayda bulunan olası bir enerjiye karşılık geldiğini anladılar. Gerçekte kuantum fiziği böyle bir kozmolojik terimin varlığına gereksinim duyar.
Ayrıca evrenin genişlemesi ile ilgili dahası vardı
Kozmolojik modeller kullanılarak geçmişe dönük yapılan hesaplar, bugün aralarında büyük mesafeler olan noktaların 13,8 milyar yıl önce birbirine çok yakın olduğunu gösterir. Bu da evrenin oluşumuyla ilgili Büyük Patlama adı verilen kuramın bir kanıtıdır.
1998 yılına gelindiğinde bilim dünyası yeni bir keşifle ve yeni bir bulmacayla karşılaştı Astrofizik araştırmaları evrenin genişleme hızına dair yeni bulgular sunuyordu: Evrenin genişleme hızı giderek artıyordu. Oysa Büyük Patlama’dan sonra hızın giderek azalması gerekirdi.
Bunu hızla giden bir aracın vitesi boşa alması gibi düşünelim. Araç bir süre daha yol alır ama yavaşlar. Aracı yavaşlatan yerçekimi gücünün evrenin genişlemesini de yavaşlatması ve bir noktada durdurması beklenirdi.
Evren sadece büyük patlamanın itişiyle genişliyor olsa 13,8 milyar yıllık ömründe genişleme hızının sürekli azalması gerekirdi. Tıpkı düz yolda vitesi boşa alınan bir otomobilin yavaşlaması gibi. Oysa evrenin genişleme hızı her 3,26 milyon ışık yılında saniyede 67 km artıyor.
Boş vitesteki aracın hızlanabilmesi için ilave enerji gerektirir. Örneğin araç yokuş aşağı giderse yerçekiminin etkisiyle hızlanabilir. Dolayısıyla evreni genişleten bir enerji olması gerekir. Gözlemleyemediğimiz ama varlığı kuramsal olarak kanıtlanan bu enerji “karanlık enerji”.
Karanlık enerjiyi göremiyoruz. İlerlemiş teknoloji de bunu görmemize ya da hissetmemize el vermiyor. Ancak gök bilimcilerin çoğunluğu karanlık enerjinin varlığını kabul ediyor çünkü kendisi gözle görünmese de galaksilerdeki etkisi görülebiliyor.
Böylece çelişkili durum çözüldü.
Bu kez başka bir sorun çıktı. Çok yüksek hızlarla dönen galaksilerin çekirdeğe yaklaştıkça dönüş hızı artmalıydı. Üstelik olağanüstü hızla genişleyen uzayda galaksilerin çoktan parçalanıp dağılmasını önlemek için gereken kütleçekim için mevcut madde miktarının çok fazlası gerekli
Bu ise ışığı yansıtmayan, içinden geçen radyasyonu (ışığı) emmeyen, ama kütle çekimsel mercek etkisi yaratan (yani ışığı bükebilen), evren içerisinde adeta bildiğimiz maddenin üzerine tutunduğu bir ağ gibi davranan ve artık varlığını kanıtladığımız bu madde karanlık maddedir.
Gözlemler, hesaplamalar, süpernovalardan, kozmik arka plan mikrodalga ışımalarındaki dalgalanmalardan ve benzeri kaynaklardan sağlanan bulguların tümü, evreni tek bir şekilde tasvir ediyor: %5 normal madde, %27 karanlık madde ve %68 karanlık enerji.
İşte bir parçası olduğumuz varoluş böylesi hayret verici bir yapıya sahip.
Çapı 93 milyar ışık yılı (93 çarpı 10 üzeri 22 km.) olarak hesaplanan bu bilinmezliği keşfederken önümüzü aydınlatan ışık ise bilim.
Ancak bilimin aydınlığında bakınca bu ihtişamı gereği gibi kavrıyoruz.
Bilim, gerçekliği nesnel olarak anlamamızı, inanç/felsefe ise onu öznel tercihimize göre anlamlandırmamızı sağlar.
Farklı düzlemler, farklı boyutlar…
Kesiştirmeye/çakıştırmaya çalışmak anlamsız bir çaba.
Bunda ısrar ise büyük acılara ve trajedilerine yol açabilecek bir tehlike.

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Ibrahim M. Turhan

Ibrahim M. Turhan Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @ibrahimmturhan2

27 Sep
Merkez Bankası Başkanı, basında yer alan mülakatta; “Türkiye'nin risk priminin bu kadar yüksek olmasına çok anlam veremediğini” söylemiş.
Zaten anlayabilse sorunun en az bir kısmı çözülmüş olurdu.
İşe yarayacağından kuşkuluyum ama iyi niyetle anlamasına yardımcı olmaya çalışalım.
Kredi temerrüt takası primiyle ölçülen ülke risk primi de kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği kredi notu da aynı şeyin göstergesidir; borçları zamanında ve tam olarak geri ödeyebilme gücü.
Bankacılık mesleğinden olduğu için kendisinin de iyi bileceğini tahmin ettiğim üzere kredi değerliği beş başlıkta incelenir.
Bunlara (İngilizcedeki karşılıklarının baş harflerine atfen) “kredinin 5 C’si” adı verilir.

1)Capacity
2)Capital
3)Collateral
4)Character
5)Conditions
Read 25 tweets
27 Sep
Küresel likidite koşulları bir belirsizlik unsuru haline geldi.
Çin’deki gelişmeler Asya’daki bütün gelişen piyasa ekonomileri için risk algısını olumsuz etkiliyor.
Üretim maliyetleri bir süre daha yüksek kalmaya devam edecek.
Küresel ölçekte bir enerji sorunu yaşayacağız.
Üretici fiyat enflasyonu son 9 ayda 25 puan artış kaydetti.
Ocak’tan beri son 36 aylık birikimli tüketici fiyat enflasyonu yüzde 50’nin üzerinde.
Para politikasının fiyat istikrarı ve finansal istikrar için -çapa olmak bir yana- ilave bir güvensizlik unsuru olacağı anlaşılıyor.
Ekonomide, Kasım sonuna kadar sürecek çalkantılı bir dönem bizi bekliyor. Politikalarda öngörülebilirliğin azalmış ve enflasyon başta olmak üzere makro kırılganlıkların artmış olması, Türkiye’yi fırtınalı sulara doğru pusulasız seyretme zorluğuyla karşı karşıya bırakıyor.
Read 4 tweets
21 Sep
İktisat biraz da tahmindir.
Oysa toplumsal gelişmelerle, hele de işin içine havadan nem kapan finansal piyasa oyuncuları karışmışsa ancak belli olasılıklarla ve belli aralıklar içinde kestirin yapılabilir.
Bu yüzden de iktisatçılar ve tahminleri ile ilgili çok sayıda şaka vardır.
Aklı olan iktisatçılar İngilizce “creative ambiguity” diye adlandırılan çerçevede, güvenlik marjı bırakarak konuşur. Kesin tahmin yapmaktan kaçınır.
İktisatçıların bu belirsiz ifadeleri de ayrıca şaka konusu yapılır.

Ortada dolaşan bazı yorumlar beni bu kuralı bozmaya zorluyor
Fed’in yarın açıklayacağı kararla ilgili toz dumana karışmış durumda, piyasalarda göz gözü görmüyor. Bu arada; “aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış” misali “wishful thinking” yorumlar da havada uçuşuyor.
Risk alıp yarınki toplantı ile ilgili tahminlerimi paylaşacağım.
Read 8 tweets
19 Sep
Beynimiz de diğer bütün maddeler gibi moleküllerden ve atomlardan oluşuyor. Atomlar ise kuantum fiziğinin yasalarına göre hareket eden atomaltı parçacıklardan oluşuyor.
Bilinç diye adlandırdığımız oluşu kuantum dolanıklığı ile açıklayabilir miyiz?

quantumfrontiers.com/2015/11/06/wou…
Bilinci, çevresine ve kendi var oluşuna ilişkin bilgiyi depolayabilme ve işleyebilme yeteneği/gücü olarak tanımlarsak; en küçük temel parçacıklardan biz insanlara kadar uzanan bir yelpazede evrendeki her varlıkta farklı düzeylerde bilinç bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Mantarların, besin maddelerini özütlemek için kullandıkları ve ince iplikçiklerden oluşan mycelium yapıları ile yer altında farklı bitkilerin köklerini birbirine bağladığını, “Wood Wide Web” denilebilecek bir etkileşim ağı oluşturduğunu biliyoruz.
Bu da bir tür “bilinç” değil mi?
Read 13 tweets
19 Sep
Merkez Bankası, Eximbank ve bankalar üzerinden ihracatçılara sağladığı reeskont kredisi limitini 30 milyar dolara yükseltti.
Daha önemlisi ise bu limitin 5 milyar dolar karşılığının TL reeskont kredisi olarak da kullanılabilmesi.
Bu ne anlama geliyor?
Piyasaya etkisi ne olur?
Esas olan merkez bankalarının sistemdeki toplam likidite açığını fonlaması, piyasanın işleyişinin aksadığı sorunlu dönemler dışında doğrudan kredi finansmanına girmeyip bunu piyasaya bırakmasıdır.
1990’lı yıllardan beri dünyada genel kabul gören yaklaşım budur.
1970’lere kadar egemen olan kalkınmacı okulun etkisiyle geçmişte reeskont kredileri (bankanın verdiği krediler karşılığında aldığı ticari senetleri merkez bankasına belli bir iskonto oranıyla satıp nakte çevirmesi) bir para politikası aracı olarak kullanılıyordu.
Read 11 tweets
28 Jul
Türkiye siyasetindeki krizlerin “sol sorunsalı” ile ilişkili bir yönü vardır.
“Sol” olarak kabul edilen kesimlerin aldığı konum, takındığı tutum ve nitelikleriyle ilgili; Kemal Tahir, İdris Küçükömer, Cemil Meriç ve Hikmet Kıvılcımlı gibi düşünürlerin tespitleri buna işaret eder.
Sol siyasal görüşün felsefi temelinde insana dair olumlu görüş vardır. İnsan doğal durumda iyiliğe yatkındır. Kötülüğü doğuran; mülkiyet ve mülkiyeti güvence altına almak için üretilen toplumsal-siyasal kurumlardır.Mülkiyet ve devlet ortadan kalkarsa yeryüzü cenneti yaratılabilir
Sol; doğası gereği evrenseldir, eşitlikçidir, ilerlemecidir. Ortak insanlık değerlerini yüceltir. Irk, inanç, etnik köken gibi ayrımları reddeder.
“Ulusalcı sol” ya da nasyonal sosyalizm mutant bir canavardır.
Almancası bütün dünyada bilinir; “Nationalsozialistische” (Nazi).
Read 6 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!

:(