1) İslamiyette insanların yaptıkları anlaşmalara riayet etmeleri çok önemlidir. Bu konuda değişik ayetler bulunmaktadır. Öncelikle İsra suresinden başlayalım. 34. ayette deniyor ki: "Ahde vefa gösterin; çünkü ahid sorumluluk doğurur". Müfessirlerin görüşlerine değinecek olursak;
2) Fahreddin-i Razi diyor ki: Bil ki bir işi belgelemek ve onu iyice sağlama almak için, önceden yapılmış olan anlaşma, "ahid"dir. O halde ayetteki, "Ahdi yerine getirin "emri, "Ey iman edenler, bağlandığınız akidleri yerine getirin" (Maide. 1) ayetinin bir benzendir.
3) Binâenaleyh, "Ahidleri yerine getirin" ayetinin muhtevasına, alış-veriş, ortaklık, yemin, nezir (adama), sulh (barış) ve nikâh gibi bütün ahidler girer. Bu hususta sözün özü şudur: Ayetin muktezasına göre, iki kimse arasında geçen ve yapılan her akid ve ahde,
4) o iki kişinin, akid ve ahidlerinin gereğine göre, bağlı kalmaları ve gereğini yerine getirmeleri icâb eder... Bu nass, ahde ve akde vefa göstermek gerektiğine delâlet eden diğer nasslarla da kuvvetlenir. Mesela, "Ahid yaptıkları zaman, ahidlerini yerine getirirler"(2/177);
5) veya "Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayetkardırlar" (Mü'minun, 8)..
Daha sonra Cenâb-ı Hak "Çünkü ahidden sorulur"(mes'ul olur) buyurmuştur. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır:
6) 1) Bununla, ahid yapanın, yaptığı ahidden mes'ûl olacağı murad edilmiştir.
2) Bu, "Ahd mes'uldür (istenir)" yani, "Bunu yapandan, bu ahdi zâyî etmemesi ve tastamam yerine getirmesi istenir" demektir.(Kelimenin istemek/talep etmek manası da bulunmaktadır.)
7) 3) Bunun bozulduğu farzedilerek sanki ahidde bulunan, ahdini bozan kimsedan, "Niçin bozdun, ahdini yerine getirmeli değil miydin?" diye hesap sorar..
8) Kutub diyor ki "İslâm, antlaşmaya bağlı kalmaya önem vermiş ve bu konuda kesin emirler getirmiştir. Zira antlaşmaya bağlılık bireyin vicdanında ve toplumun hayatında dürüstlüğün, güvenin ve temizliğin kaynağıdır.”
9) Tefhim'de Nahl suresi 91 ve 92. ayetleri ile alakalı şu açıklama yapılıyor: Bu ayetlerde Allah, önem sırasına göre dizilmiş üç tür anlaşmadan (ahid) bahsetmektedir. Bunlardan birincisi, hepsinden önemli olan Allah'la insan arasındaki ahid, yani bağdır.
10) Önem sırasında ikinci olan, bir insanla bir insan arasında veya bir grup insan arasında Allah şahit tutularak veya Allah'ın adı anılarak yapılan ahidleşme veya anlaşmadır. Üçüncü tür ahid ise, Allah'ın adı anılmadan yapılan ahiddir.
11) Her ne kadar bu önem sırasına göre üçüncü ise de, bu ahidin yerine getirilmesi de ilk ikisi kadar önemlidir ve bozulması yasaklanmıştır.
12) "Bu bağlamda, Allah'ın, anlaşmaları bozanları çok şiddetli bir şekilde azarladığına dikkat edilmelidir ki bu yeryüzündeki karışıklık ve düzensizliklerin en büyük sebebidir”.
13) Bir mumin yapmayacak oldugu seyi basindan vaad etmemesi gerekmektedir :
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.( Saff/ 2-3 )
14) Kurtubi bu ayetlerin yorumunda diyor ki: ğer kişinin bu söylediği şeyler geçmişe dair ise yalan olur, geleceğe dair ise verdiği sözde durmamak olur. Her ikisi de yerilmiş davranışlardır.
15) Mevdudi Saff suresindeki bu ayetler ile alakalı diyor ki: “Bu ayet biri umumi, diğeri hususi iki anlamı birden tazammun eder. Şayet bu ayeti, bir sonraki ayetle birlikte okursak, umumî anlamı şöyle olur: Gerçek Müslümanın söylediği sözle, yaptığı işin tutarlı olması gerekir.
16) Ne söylüyorsa, onu bizzat yaparak göstermelidir. Şayet yapmaya niyeti veya gücü yoksa, o zaman susmalıdır. Çünkü bir kimsenin yapmadığı bir şeyi söylemesi Allah katında en kötü amellerdendir. Ve o kimse Allah'ın azabını haketmiştir.
17) Ayrıca müminlik iddiasında bulunan bir kimseye bu şekilde davranmak yakışmaz. Hz. Peygamber (s.a) böyle bir özelliğin müminliğin değil, münafıklığın alametlerinden olduğunu söylemiştir.
18) Hocaefendi dikkat cekici bir sekilde diyor ki: (Munafik) Va’dettiğinde yerine getirmez. Buna, söz verip sözünden dönme de diyebiliriz ki, en basit şekliyle randevulaşmalarda gecikmeler buna iyi bir misal teşkil eder.
19) Oysa ki, bu türlü durumlarda ihtimaller önceden nazara alınmalı ve söz verilirken mutlaka gecikme payı düşünülerek verilmelidir. Aksine daha sonraki mazeretleri, eğer olağanüstü bir durum söz konusu değilse, meşru kabul etmek mümkün değildir.
20) Bunu derken hemen hatırıma Mehmet Akif’e âit bir anekdotun geldiğini kaydetmek istiyorum: Meşhurdur, Merhum Akif, Fatin Hoca’yla randevulaşır. Fakat hoca, söz verdiği vakitte oraya gelemez. Bunun üzerine Akif geri döner ve üç ay kadar Fatin Hoca’yla görüşmez.
21) Va’dinde durmamak adına yukarıda söylediğimiz hususlar, “hulfü’l-va’d”in minimumu sayılır. Şimdi, bu minimum noktadan alıp işi kâdeme kâdeme daha ileri safhalara götürebiliriz ki, bunların hepsi birer hulfü’l-va’ddir ve münafık alâmetlerindendir.
22) Onun için gerek ticari anlaşmalarda, gerekse bir insan ile yapılan iş kontraktında veya nikah akdinde veya herhangi bir hususta kişi yapacagim dediği şeyi kendi elinde olmayan engelleyici bir sebep çıkmadıkça yapmalıdır.
23) Bir ülkeye giriş yapmak için vize veya oturumun hangi şartlarda verildiğini bilerek, bu şartların kabulü olacak şekilde o ülkede yaşamak da bir anlaşmadır. O ülkede haksız kazanç elde etmek, veya benzeri bir tutum, mesuliyet gerektirecek şekilde anlaşmalara riayet etmemektir.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1) Önemli düşünürlerden ve İslami kaynaklardan insanın ümit beslemesi ve gelecek adına umutlu olmasına dair bazı görüşler derlemiştim:
Evvelen Üstad diyor ki, yeis en dehşetli bir hastalıktır. Hatta seretan (kanser) diyor. Hutbe-i Şamiye/43.
ÜmitvarOlunuz Çocuklar
2) Yine Üstadın dediği gibi şedid bir düşman olan yeis, insanın faaliyet şevkini kırar ve atalet(tembellik) zindanına düşürür (Münazarat). Hocaefendi: Geleceği karanlık görmek, geleceği gerçekten karanlık hâle getirebilir ve kemalâta giden yolları yürünmez kılabilir.(Herkul/2019)
3) Erich Fromm diyor ki: Umut, daha büyük bir canlılık, daha büyük bir duyarlılık ve akılcılık sağlamak yönünde gerçekleştirilmek istenen her toplumsal değişimin, belirleyici öğesidir. (Umut Devrimi, sf.21)
1) Modern dünyanın en önemli özelliklerinden birisi, her şeyin çok çabuk değişmesi olsa gerek. Mesela bazı kitaplar vardır, eski çağlarda yüzlerce yıl referans alınmışlardır. Günümüzde ise aynı kitabın farklı baskılarında dahi içeriği değişmektedir.
2) Pierre Bourdieu günümüzde çetin ve belirsiz koşullar altında yaşayan insanların geçmiş ve gelmekte olan [forth-coming] arasında bağ kurmakta zorlanacağını ileri sürer. Geçmişin birikimi, aynı zamanda gelmekte olanı tahmin etme, ona etki edebilme gücüdür.
3) Oysa her gün bir başkalığa uyanmak yeniden mevzilenmek zorunda olmak, olayların altında kalmak, muhasebe yapamamaya, geçmiş kuramamaya, dolayısıyla geleni kestirememeye neden olur. Bourdieu'ye göre zamanın bu şekilde akması çaresizliğe, dünyadan kopmaya, hayaller
1) Bazı önemli alimlerin dahi, arkadaşlarının veya yakın çevrelerinde bulunan diğer alimlerin telkin ve teşvikleriyle eser yazdıkları veya ilim yoluna girdikleri görülüyor. Mesela bunlardan birisi İmam-ı Buhari'dir.
2) Bazı arkadaşları Buhârî’ye "Keşke Efendimiz'in hadislerini muhtasar olarak bir kitapta toplasan” diye telkinde bulundular, İmâm Buhâri de: “Kalbime ‘yapabilirim’ düşüncesi hâsıl olunca kitabı hazırlamaya başladım.” demişti (Ebûbekir Kâfi, Menhecu’l-İmâm el-Buhârî, s. 55).
3) Eserini yazma sebebine dair başka rivayetler de nakledilmiştir... Tabiin’in büyük alimi Şa’bi, Ebu Hanife hazretlerini telkiniyle ilim yoluna sokmuştu. Kendisine diyor ki “sen uyanık, zeki bir gençsin çarşı pazarı bırak, bir alimin dersini takip et”.
1) Mehmet Efe Çaman beyin İslam ve Tarihi ile alakalı değerlendirmelerini bilgi açısından zayıf buluyorum. Genelde yazılarının ortalaması Türkler ve Müslümanların tarihi hep kötülüklerle dolu gibi bir tezi savunmaktan öteye geçmiyor. Argümanları ise iyi bir tahlil içermiyor.
2) Sondan ikinci yazısında Hristiyanlıkta teolojik olarak savaşa yer yoktur gibi bir savunma ve Haçlı savaşlarını da teolojik unsurlardan ziyade farklı gerekçelere indirgemesi göz kapatmak olsa gerek.Batı'ya ait ne varsa Mehmet Bey'e göre tarihen de, güncel olarak da iyi duruyor.
3) Dünyanın %85'ini sömürmüş, iki tane dünya savaşının çıkmasına sebep olmuş bir kültüreki şiddet unsurlarını ve yayılma motivasyonunu kabul edememek bana gercekten garip geliyor. Amacım İslamiyet'i savunmak için Hristiyanlığı veya Bati'yi kötülemek değil.
1) Bir kaç gündür, Hanefi mezhebi içinde görülen hadislerin Kur'an'a arzı ile alakalı bir yazı yazacağımı söylemiştim. Kur'an'a arz meselesi eskiden nasıl kullanılıyordu, Hanefiler bunu nasıl yaptı, şu an bunu gerekçe gösterenler nasıl kullanıyorlar, o konuya değineceğim.
2) Evvelen şunu belirtmem gerekir ki, Hanefi mezhebi içinde görülen Kur'an'a arz usulü ile şu an uygulanan Kur'an'a arz arasında uçurum bulunmaktadır. İkinci olarak Hanefi kaynaklarının da bu konuda iyi tahlil edilmediğini düşünüyorum.
3) Mesela Mustafa İslamoğlunu dinleyecek olursanız, Kader ile alakalı bir kaç tane rivayeti değerlendirmeye alır, arkasından da bunlar Kur'an'a uymuyor diyerek reddeder. Evvelen burada şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır:
1) Bu süreçte rast geldiğim ve hakkında konuşmak istediğim bir mevzu var. Arkadaşlarımız sürecin verdiği buhranla birlikte hem kendi aidiyetleri olan kültüre hem de bazen dinin temel yorumuna karşı bir sorgulamaya düştüler.
AymSoykırıma DurDemeli
2) Fakat şunu belirtmem gerekir ki, bu sorgulamanın sağlam ilmi temeller üzerine oturmadığını söyleyebilirim. Buna Cemaat içinde tebaruz etmiş akademisyenler de dahil, değerlendirmeler sathi ve yüzeysel bir bilgi birikiminin varsayımları ile gün yüzüne çıkıyor.
3) Garip şekilde bir de ilahiyatçı ve ilahiyatçı olmayan zıtlaşması da oluştu. Kötü bir örnek olabilir ama kendimin ve yakın çevremin faaliyetleri ile İslami bilgi birikimine dair nasıl bir okuma ve araştırma eylemi yaptığımızı anlatmak istiyorum.