Dövizin baskılanması nedeniyle tarımda, küçük sanayide üretici rekabet edemiyordu.
Türkiye bundan sonra ucuz döviz yüzünden "ithal mallar cenneti" olmayacak.
Kimileri "neden üreteyim, al sat yapsam daha çok kazanıyorum" diyordu.
Artık üreten kesimin önü açılıyor.
Türkiye'den Çin'e gidip konteynerle ayakkabı, züccaciye, porselen, çelik tencere/tava-çatal kaşık getiren firmalar yeniden fabrikalarının çarklarını çevirmeye başlayacak.
Güral Porselen, Paşabahçe gibi fabrika parkları varken ithal malların ithal mallar ülkeyi istila etmişti.
Hindistan'dan gelen penyeler, gömlekler, bornozlar, nevresimlerin peşine düşen tüketici yüzünden yerli tekstil sanayii atılım yapamıyordu.
Şahlan Denizli, Kütahya..
Milli pazar olmazsa küresel firmalara esir tüketici olur.
Türkiye'de 26 milyon öğrenci var. Bunların hepsi "millet çalışsın, bizi okutsun, 30 yaşına kadar finanse etsin" istiyor.
Almanya'da böyle bir "öğrenci" tipolojisi yoktur.
Kalkınmış ülkelerin gençliği terler.
Genç arkadaş konuşurken "Tüketim toplumunda kapitalizmin kültürel mantığı ile tekelci sermayenin pazara yönelik meta ekonomisini dayatan kuralları" şeklinde cümleler kurmakta, kendisinin de tüketici olduğunu sıklıkla unutmakta ve küreselleşmeden ucuz emtia beklemektedir.
Yazdıklarım politik konular değil.
Türkiye'de
26 milyon öğrenci var.
5 milyon 65 yaş üstü yaşlı var.
5 milyon 5 yaş altı nüfus var.
11 milyon işsiz var.
15 milyon çalışmayan var.
Ülkede katma değer üreten nüfus 20-25 milyon aralğında.
Böyle bir yapı zenginlik üretemez.
Bazı genç arkadaşlar diyor ki "döviz artarsa laptop notebook alamıyorum."
Kardeşim sen "laptop notebook" alasın diye döviz baskılandıkça çiftçi pancar ekmiyor, çoban hayvanına bakmıyor, zanaatkâr işyerini kapatıyor.
Bir gençlik hem "üretelim" demekte hem de "döviz baskılanmalıdır, yoksa laptop notebook alamıyoruz" söylemiyle hareket etmekte ise tutarsızlığa yakalanmıştır.
Türkiye'nin potansiyel üretici gücü olan gençlik şöyle diyor:
"hayır abi ben okuyacağım, üretici olmak istemiyorum. Ama Türkiye üretime geçsin."
Kardeşim bir karar vermelisin: Herkes üniversite okumak isterse ekmeği kim pişirecek, buğdayı kim un edecek?
Gençler pahalılıktan şikâyet ediyor.
Ama kardeşim ülke nüfusunun 1/4'ü çalışıyor, 3/4'ün masraflarını karşılamak için terliyor ve sen 3/4 içindesin.
Dövizin artmasıyla herkes malının kıymetini bilecektir.
Ben dört senedir aynı ayakkabıyı giyiyorum. Altı delindikçe tamire götürüyorum. Belki bu fikir verir.
(otomobilim yoktur).
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Yunus Emre ile ilgili (sufi değildi, fütüvvet ehli ve ahi idi) yorumumu kabul etmeyen ve etmeyecek pek çok yazar var ve olabilir.
Bu zevatın itiraz etmeden önce Dil ve Edebiyat Dergisi'ndeki yazımı okuması gerekmez mi?
Ayrıca pek çok yazarın Yunus Emre'yi "sufi" olarak yorumlaması, sufiliğin ne olduğunun izah edilmemesi veya Yunus'un sufiliğinin neye tekabül ettiğinin (misyonunun zamanımızda nasıl güncelleneceğinin) muğlak kalması ile neticelenmiş değil midir?
Dijitalleşmiş bir dünyada 1960-1990 arasında dile getirilen "İslâm ekonomisi" zihniyeti de kapitalist mekanizmalara tamamen teslim oldu.
İslâm ekonomisi zihniyeti, helâl ve meşru yollarla üretim/bölüşüm esaslarını belirlemek iddiasında idi.
Ancak geçen sürede özellikle kentleşme süreçlerine eklemlenmek "kapitalizmin zaferi" haline geldi.
İslâm ekonomisi teorisi maaşlı kesimin finansal tasarruf aracı gördüğü ve ayni zamanda işlevsel olarak kullandığı otomobil ve konuta ulaşmanın fon düzlemindeki beklentilerine ahlakî ve meşru kaynaklarını şu an gösteremiyor.