Henüz hayattayken en büyük filozoflardan biri olarak gösterilen Ludwig Josef Johann Wittgenstein “doğdu, çalıştı, sevdi, Tanrı’yı aradı, ıstırap çekti ve öldü”.
Wittgenstein 28 Nisan 1889’da Viyana’da, bir Macar kontu tarafından yaptırılan ve Wittgenstein Palas olarak nam salan bir malikanede dünyaya gözlerini açar. Karl Wittgenstein ve Léopoldine Kalmus çiftinin sekiz çocuğunun en küçüğüdür.
Karl Wittgenstein Avrupa’nın en zengin sanayicilerinden biriydi, bir çelik deviydi. Servetini Amerikan hisselerine yatıran Karl, Büyük Buhran’da sonra servetini katlayan ender isimlerdendir. Gustav Klimt’in “güzel sanatlar bakanı” olarak çağırdığı bir sanat koleksiyoneriydi.
Léopoldine çok yetenekli bir piyanisttir. Müzik eğitimleri dışında bağ kurmadığı çocukları dadılar ve özel hocalar tarafından büyütülüyordu. Bir dönem, sekiz kardeşe tam yirmi altı özel hoca eğitim vermiştir. Oğulları Hans ve Paul müziğe çok yeteneklidir.
Ancak Karl’ın oğullarının müzik kariyeri yapmasını istememesinin üzerine Hans evden kaçarak ortadan kaybolur. Rudolf kendini zehirler. Kurt ise cephede askerleri onu terk ettiği için ihtihar eder.
Oğullarının trajik sonlarını göz önüne alan Wittgensteinlar küçük oğulları Paul ve Ludwig’e farklı yaklaşır. Paul bir piyanist olur ancak Birinci Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybeder. Maurice Rayel’in sol elle çalınabilecek parçalar yazdığı Paul, kariyerine sol eliyle devam eder.
Ludwig ise evde özel ders alır. 14 yaşında alelade bir okul olan Linz’teki bir Realschule’ye gönderilir. Burada bir yıl Adolf Hitler ile birlikte okurlar. Ancak tanıştıklarına dair kesin bir bilgi yoktur. Fotoğrafta gösterilen Ludwig Wittgenstein değildir.
Wittgenstein eğitim hayatına Avusturya dışında devam eder. 1906’da makine mühendisliği okumak için Berlin’e gider. Sonrasında havacılık alanda çalışmak için Manchester’a geçer. Burada bir jet motoru için patentli bir pervane düzeneği tasarlar. 1911’de bu motorun patentini alır.
Manchester’da matematiğin temelleri üzerine yoğunlaşır, E.J.Littlewood’un matematiksel analiz teorisi derslerini alır. Sorularıyla Frege’nin kapısını çalar ancak Frege Cambridge’e gidip Russell’dan ders almasını tavsiye eder. 1912’de Cambridge Üniversitesi’ne kabul edilir.
Russell, kısa sürede bir dahi olduğunu anladığı Wittgenstein hakkında ablası Hermine’e “felsefede bir sonraki büyük adımı kardeşinden bekliyoruz” der. Russell’ın aile içerisinde yeteneğiyle ortalama bir yere sahip olan Ludwig hakkındaki bu sözleri ailesini çok şaşırtır.
Çalışmak için “sessiz bir ciddiyete” ihtiyaç duyan Wittgenstein, Bergen/Norveç’te dağlara ve buzullara yakın bir fiyortta ahşap bir ev yaptırır. Hayatın keşmekeşinden buraya kaçar. Burada Ibsen’i anadilinden okuyabilecek kadar Norveççe öğrenir.
Babasını 1913’te kaybeden Wittgenstein’a hatrı sayılır bir servet miras kalır. 50 bin sterlin kadarını sanatçılara destek olmak için ayırır. Yardım ettiği isimler arasında şair Georg Trakl ve Rainer Marie Rilke, mimar Adolf Loos, ressam Oskar Kokoschka da yer alır.
1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle gönüllü olarak orduya katılır. Kraków’da bir topçu birliğinde görev alır, Galiçya ve İtalya cephelerinde sıcak çatışmaya girer. Haziran Taarruzu’nda gösterdiği üstün cesaretten dolayı bir nişanla ödüllendirilir.
Wittgenstein ilk kitabı Tractatus Logico-Philosophicus’u tamamen cephede yazar. Savaşın bitmesiyle İtalya’da esir kampındayken notlarını Russell’a gönderir. Kitap ancak Russell’ın önsöz yazmayı kabul etmesiyle 1922’de Almanca ve İngilizce olarak basılır.
1919’da babasından kalan servetten feragat eder, fakir ve sapa köylerde öğretmenlik yapmaya karar verir. Eğitimde fiziksel cezanın etkisine inanan Wittgenstein kafasına vurduğu bir öğrencisinin yere yığılmasına sebep olur. Davadan beraat etse de 1926’da görevi son bulur.
1929’da felsefeye ve Cambridge’e geri döner. Tractacus’u doktora tezi olarak sunar. Sözlü sınavına yıllarca kitabı üzerine tartıştığı hocaları Moore ve Russell katılır. Haliyle sözlü sınavının sonunda hocalarına “sıkmayın canınızı. Bunu asla anlamayacağınızı biliyordum” der.
1930’da Cambridge’de ders vermeye başlar. Tüm derslerinin ismi yalnızca felsefedir. Kara tahtanın karşısında kendini çok hırpaladığı için ders çıkışlarında soluğu sinemada alır. Hollywood yapımı kovboy filmlerini en ön sıradan izler.
1939’da İngiltere vatandaşı olur ve R. G. Collingwood’un da aralarında yer aldığı komitenin kendisini seçmeyeceğini düşünse de felsefe profesörlüğüne Moore’un halefi olarak başvurur. Komite Wittgenstein’a profesörlüğünü tereddütsüz bir şekilde teslim eder.
İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle bu sefer de İngiltere ordusuna katılır. Cilt tedavilerinde kullanılması için merhem hazırlar. Bu sırada icat ettiği bir cihazla nabız basıncını solunumla ilişkilendirerek gözlemler.
Savaş sonrasında kaldığı yerden devam ettiği üniversiteden 1947’de istifa eder. Prostat kanseri olur. Doktoru Edward Bevan’ın evinde, eşi Joan’ın nezaretinde geçirdiği son aylarında Kesinlik Üstüne’nin ikinci yarısını tamamlar.
Ardında 20 bin sayfayı bulan defterleri ve diktelerini bırakan Wittgenstein, 29 Nisan 1951’de hayata gözlerini kapar. Son sözleri “onlara muhteşem bir hayat yaşadığımı söyle” olur.
Nigel Warburton'ın Wittgenstein ve felsefesine dair yazısı için buraya bakabilirsiniz 👇🏻
“Bu roman çoktan yazıldı. Bu roman benim rüyalarımda.”
Gündelik gerçekliğin ötesine geçmeye çalışan eserleriyle 20. yüzyıl Latin Amerika edebiyatının en önemli isimlerinden Julio Cortázar'ı (26 Ağustos 1914-12 Şubat 1984) yakından tanıyalım.😎
Tam adıyla Julio Florencio Cortázar Scott, 26 Ağustos 1914'te Belçika'nın başkenti Brüksel'de, Arjantin konsolosluğunda memur olarak çalışan Bask kökenli Julio José Cortázar ile Fransız-Alman kökenli María Herminia Scott'un çocuğu olarak dünyaya gelir.
1918 yılına kadar Belçika, İsviçre ve İspanya'da yaşayan aile sonrasında Arjantin'e kesin dönüş yaparak bir kenar mahallesi olan Bánfield'a taşınır. Ancak Cortázar 6 yaşına geldiğinde babası evi terk eder ve aile maddi açıdan zor durumda kalır.
Referans Yönetim Sistemleri (RYS) üzerine hazırladığımız ilk paylaşım RYS’yi tanımak amaçlıydı. Bugün de aralarındaki benzerlik ve farklara odaklanıp avantajlarını ve dezavantajlarını tartışacağız. 📊🔍
Piyasada onlarca RYS yazılımı bulunmaktadır. Basit ve anlaşılır tutmak adına bugün sadece Citavi, EndNote, Mendeley ve Zotero gibi en yaygın kullanılanlar üzerinden incelememizi yapacağız.
Siz de burada ele aldığımız ya da alamadığımız, kullanmakta olduğunuz RYS’nin avantajlı bulduğunuz yönlerini bu paylaşımın altına ekleyerek katkıda bulunabilirsiniz.
20. yüzyılın en büyük bilim filozoflarından biri olarak görülen ve yaklaşımı günümüzün bilimsel düşüncesine derinden nüfuz eden Karl Popper’a daha yakından bakalım.
Karl Raimund Popper 28 Temmuz 1902’de, Avrupa’nın en önemli kültür merkezlerinden, imparatorluk kenti Viyana’da, Aziz Stefan Katedrali'nin güneyine bakan, devasa kütüphaneli bir evde, Protestanlığı seçen Yahudi bir ailenin üçüncü ve son çocukları olarak dünyaya gelir.
Babası Dr. Simon Siegmund Karl Popper bir avukattır. Yunan ve Latin klasiklerini Almanca’ya çevirir, evsizlere yardım eden komitelerde gönüllü olarak yer alır. Annesi, kızlık soyadıyla Jenny Schiff ise Viyana’nın yüksek burjuva sınıfına mensup bir müzik tutkunudur.
📝Dünya edebiyatında distopya türünün öncü isimlerinden, George Orwell’ın kendisinden esinlendiği söylenen Rus yazar Yevgeni Zamyatin’in (1 Şubat 1884 - 10 Mart 1937) hayatından bazı kesitlere ve şahsına münhasır eseri “Biz”e biraz daha yakından bakalım… ✍️🔎
Yevgeni İvanoviç Zamyatin, 1 Şubat 1884’te Rus İmparatorluğu sınırları içerisinde, Moskova'nın 300 km güneyindeki Tambov ilinin Lebedyan ilçesinde dünyaya gelir. Babası Ortodoks bir rahip ve aynı zamanda okul müdürüdür. Annesi ise bir müzisyendir.
Annesinin entelektüel ilgilerine rağmen yaşadığı çevre hiç de entelektüel değildir. Zamyatin, küçük yaşta çareyi kendini kitapların arasında kaybetmekte bulur. İleride kendi yazın dünyasını şekillendirdiğini söyleyecek kadar Dostoyevski’ye hayrandır.
Türkiye’deki sağlık eğitiminin gelişmesinde önemli bir katkısı bulunan, kadın doğum, hemşirelik, ebelik, hastabakıcılık gibi pek çok alanda kurucu olan, tıbbi yayıncılığı başlatan ve Darülfünun’un ilk emini olan Besim Ömer Akalın'ı (1 Temmuz 1862 - 19 Mart 1940) tanıyalım. 🔎
Besim Ömer Paşa, 1 Temmuz 1862 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babası ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında mebus olan Nardalı Ömer Şevki Paşa, annesi ise Afife Hanım’dır. Priştine’de eğitim hayatına başlayan Besim Ömer, Kosova Mülki Rüştiyesi’nde ortaöğrenimine devam etmiştir.
Ailesinin İstanbul’a taşınması nedeniyle son senesini Gülhane Askeri Rüştiyesi’nde tamamlamıştır. Çocukluğundan itibaren doktor olmayı isteyen Besim Ömer Paşa bu konuda şöyle der: “Doktor olmama başlıca sebep ebeveynimin, bilhassa babamın hekimlere karşı gösterdiği muhabbettir.”
Amerika ile inşa edilen köksüz, renksiz, eklektik geleceğe itiraz eden; sanatla, şiirle kurduğu derin, sahici bağa ait köklerin ise doğduğu toprakların çok ötesine uzandığını fark eden bir şair, Ezra Pound’u (30 Ekim 1885 - 1 Kasım 1972) daha yakından tanıyalım… ✍️🔎
Eski dünyayı, millet olmayı önemsedi.
Amerikan rüyasını reddedip, “büyük anlatıların” gerçekleşmesini istedi.
Bundan dolayı kendisine “kaybedenden yana” olmanın bedeli de ödetildi.
İtibarsızlaştırma, delilik ithafı, yalnızlığa mahkûmiyet…
Hepsini gördü, hepsine sabretti.
O bir şairdi. Öfkesi şiddetli, hüznü derindi.
Yaşı ilerledikçe, dünya gençliğindeki dünya olmaktan uzaklaşıyor, değişiyordu.
Dilini keskinleştirdi, şiirinin formunu yeniledi, ifadelerine dolayımı yerleştirdi.
Kantolar, Ezra Pound’un dünyaya söylediğini kripto sözler gibiydi.