Bir sosyolog düşünün, kitabına Bob Dylan bir şarkısında selam çaksın ve ölümünün ardından New York Times “Son Sosyolog” başlığı atsın. Sosyolojiyi sadece günü anlamak için değil, onu değiştirmek için de fırsat gören, “Yalnız Kalabalık”ın yazarı David Riesman’ı yakından tanıyalım.
David Riesman, Alman-Yahudi kökenli bir ailenin oğlu olarak 22 Eylül 1909’da Philadelphia’da dünyaya gelir. Baba David Pennsylvania Üniversitesi’nde tıp profesörü aydın bir göçmen ve anne Eleanor yoğun entelektüel ilgileri olan yüksek okul mezunu biridir.
Dul annesiyle birlikte Ohio’ya göç eden baba Riesman, klinik tabip olarak başladığı kariyerine tıp tarihi profesörü olarak devam eder. “On Sekizinci Yüzyılda İrlandalı Hekimler” başlıklı bir çalışmanın sahibidir. Anadili Almanca yanında Latince, Yunanca ve Fransızcaya hakimdir.
1908 yılında evlendiği ve kendisi gibi dindar olmayan Alman-Yahudi kökenlere sahip Philadelphia’lı Eleanor Fleisher ise geç yaşında Dante’yi aslından okuyabilmek için İtalyanca öğrenen, Avrupalı kökleri ile gurur duyan biridir. Riesmanlar’ın evi, bir okulu andırmaktadır.
David Riesman, henüz lise yıllarında geniş entelektüel ilgi alanına sahiptir. Babasının izinden gitmeyi istediği için üniversitede biyokimya alanını seçer. Harvard’ın ona sunduğu geniş imkanların cazibesine kapılır ve öğrenci gazetesi The Harvard Crimson’ın editörü olur.
Daha sonra önemli Marksist ekonomistlerden olacak Paul Sweezy ile birlikte çalıştığı The Harvard Crimson’ı Riesman, müfredattan bunaldığı üniversite yıllarının “en önemli eğitim yatırımı” olarak anacaktır. 1931’de mezun olduğunda aklındaki tek hedef hukuk kariyeri yapmaktır.
1934’te yine Harvard’dan hukuk derecesi alır ve katip olarak kariyerine başlar. 1936 yazında tıpkı annesi gibi Bryn Mawr mezunu eğitimli bir Uniteryen kadın olan Evelyn Hastings Thompson ile evlenir ve eşinin mezhebine geçer. Bu evlilikten iki kızı ve bir oğlu olacaktır.
1937’de Buffalo Üniversitesinden bir teklif alır ve Riesman ailesi New York’a taşınır. Manhattan’da New York entelektüel mahfilleriyle dirsek temasına girer. Burada Robert ve Helen Lynd çifti, Margaret Mead, Ruth Benedict, Erich Fromm gibi isimlerle dostluk geliştirir.
Avrupa Marksizminin bu önde gelen ismiyle dostluk fikrine başta soğuk yaklaşsa da Fromm’u tanıdıkça düşünceleri değişir. Onu düşünsel birçok konuda cesaretlendiren Fromm, Riesman’ın psikanalizini de yapar. Aralarındaki ilişki analist-hasta ilişkisinden çok usta-çırak ilişkisidir.
ABD’nin savaşa girmesiyle Buffalo Üniversitesi Hukuk Okulunu kapatmak zorunda kalır. 1941-42 yıllarında Columbia Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar. 1942’de yazdığı bir makale Edward Shils’in ilgisini çeker ve iş görüşmesi için Chicago’ya davet edilir.
Riesman daha sonra hukuktan sosyolojiye bu geçişini hukuk alanındaki arkadaşlarının oldukça yadırgadığını aktarır.Böylesine itibarlı bir alandan henüz rüştünü ispat edememiş yumuşak bir alana geçişe anlam verememişlerdir.Riesman Chicago Üniversitesi’nin kolej kısmında işe başlar.
Uzun yıllar Üniversite’nin kolej kısmında kalır ve lisans öğrencileri için hayli kapsamlı bir ders olan “Sosyal Bilimler” dersini vermeye başlar. Derste Keynes ve Knight gibi ekonomistlerin yanı sıra Malthus, J. S. Mill, Marx, Weber, Freud, Durkheim ve Veblen gibi isimleri okutur
Sosyolojide kendisini evinde gibi hisseden Riesman, Veblen’den ziyade Tocqueville’i, Durkheim’dan ziyade Weber’i kendine daha yakın bulur. Derslerinde okuttuğu William F. Whyte’ın “Köşebaşı Toplumu” kitabını yöntem olarak önemser.
1946-47 döneminde Daniel Bell’in de yardımlarıyla ders müfredatını yeniden düzenleyen Riesman, dersi kültür ve kişilik eksenine oturtur. Özellikle metropollerdeki üst sınıf kozmopolit Amerikalıların bir karakter değişimi örüntüsü sunduğu düşüncesindedir.
1946-47 döneminde Daniel Bell’in de yardımlarıyla ders müfredatını yeniden düzenleyen Riesman, dersi kültür ve kişilik eksenine oturtur. Özellikle metropollerdeki üst sınıf kozmopolit Amerikalıların bir karakter değişimi örüntüsü sunduğu düşüncesindedir.
Yale’deki araştırması 1950 yılında “Yalnız Kalabalık: Amerikan Toplumsal Karakterinin Değişimi Üzerine Bir İnceleme” başlığı ile kitaplaşacaktır. Kısa sürede bir çoksatar olan kitap, daha sonra sosyolojinin klasikleri arasına girecek ve Riesman’ı Time’ın kapağına taşıyacaktır.
Yale’deki araştırması sonrası döndüğü Chicago Üniversitesinde Sosyoloji Bölümü derin bir iç çatışma içerisindedir. Andrew Abbott’un “Bölüm ve Disiplin” adlı kitabında resmettiği bu iç çekişmede Riesman, dostu Everett Hughes ile birlikte “nitelciler” ile birlikte saf tutar.
Yakın dostu Everett Hughes 1954’te Chicago Sosyoloji bölüm başkanlığı mücadelesini kaybedince eski okulu Harvard’ın teklifini kabul ederek bölümden ayrılır. Harvard’da zamanın kült derslerinden birisi haline gelecek “Amerikan Karakteri ve Toplumsal Yapısı” dersini vermeye başlar.
Harvard’da Parsons eliyle klinik ve sosyal psikoloji, sosyoloji ve kültürel antropolojinin birleşimi olarak kurulmuş Toplumsal İlişkiler Bölümü’nün bir üyesi olmak üzere iken, Dekan McGeorge Bundy’nin yalnızca lisans öğrencilerine yönelik sosyal bilim kürsüsü teklifini kabul eder
Harvard’daki konumuna ve Ford Vakfı ile olan uzun süreli ilişkisine rağmen, odasında kök salan bir akademisyen olmaz daima sahadadır ve Amerikan yüksek öğrenimi üzerine araştırmasını yürütmek üzere binlerce kilometrelik yol kat ederek üniversiteleri gezer.
Önde gelen üniversiteleri olduğu kadar kıyıda köşede kalmış küçük kurumları da ziyaret etmeyi ihmal etmez. Sahada bizzat yaptığı gözlemler sayesinde Amerikan yüksek öğrenimine yönelik yaptığı araştırmalar ve yayınlar onu alanda mutlak söz sahibi kılacaktır.
1952’de “Yalnız Kalabalık”a bir zeyl hükmündeki “Faces in the Crowd” kitabını, 1953’te “Veblen” monografisini, 1954’te bireysellik üzerine derlemesi “Individualism Reconsidered”ı ve 1980’de Amerikan yüksek öğrenimi üzerine en iyi kitap sayılan “On Higher Education”ı yayınlar.
1980 yılındaki emekliliğine dek Harvard’da kalan Riesman, 10 Mayıs 2002 yılında hayatını kaybeder. Geride kült bir eser (Yalnız Kalabalık), disiplinler arası çalışmaya müsait bir alan (yüksek öğrenim) ve kendisinden sonrakilere ilham olacak bir araştırma yöntem (mülakat) bırakır.
“Yalnız Kalabalık” her ne kadar David Riesman ismiyle özdeşleşse de çalışmada büyük emeği geçen bir başka isim daha vardır: Nathan Glazer. Columbia’da doktora öğrencisi olan Glazer’ın “Study of Man” çalışmasını takdir eden Riesman, araştırmasında yer alması için ikna eder.
Glazer, daha sonra Mills’in “Beyaz Yaka” kitabında yer alacak mülakatları gerçekleştiren, onları belirli kodlar etrafında kümeleyip çözümleyen kişidir. Bu yöntem, Riesman ve Glazer’ın “Yalnız Kalabalık” ve “Faces in the Crowd” kitaplarıyla çığır açacaktır.
Üst-orta sınıf gençlerle ve bir karşıtlık oluşturmak için yaşlılarla yapacakları mülakatlar içe-yönelimli ve dışa-yönelimli karakter tipini ortaya koyacağını düşünürler. Az sayıda işçi ve taşralı ile yapılacak mülakatlar ise geleneksel tipin tortularını göstermek amacındadır.
1950 yılında yayınlanan kitap üç yıldan az bir sürede birkaç baskı yapar ve neredeyse tüm büyük dillere tercüme edilir. Ancak kitabın hangi disiplinin sınırları içerisinde yer aldığı tartışma konusu olur. Sosyoloji literatüründe benzeştiği tek kitap Lynd çiftinin “Middletown”ıdır
“Yalnız Kalabalık” daha çok II. Dünya Savaşı sırasında düşman milletler Japonya ve Almanya’nın toplumsal ve kültürel yapısını anlama çabası olarak yayınlanan antropolojik eserleri andırmaktadır. Bu eserlerin yazarları Margaret Mead ve Ruth Benedict de yine Riesman’ın dostlarıdır.
Bu benzerliğin farkında olan Riesman, eserin alt başlığı “Amerikan Toplumsal Karakterinin Değişimi Üzerine Bir İnceleme” ile dostlarını ve eserlerini selamlar. Ancak teşrih masasındaki bu kez Amerikan toplumudur. Belki de bu niteliği onu kısa zamanda bir çoksatar yapar.
1940’lar ve 1950’ler kişilik ve kültür, kişilik ve toplum, milli karakter gibi birçok başlığa sahip çalışmanın ve araştırmanın olduğu yıllardır. Riesman, kendi çalışmasının da bu sınıfa ait olması sayesinde akademik kabul göreceğini düşünmektedir.
Kısa sürede kitap büyük yankı uyandırır. 27 Eylül 1954’te Time dergisi, sırtlarında uydu anteni taşıyan yaşlılarca kuşatılmış Riesman’ın portresini şu başlıkla kapağına taşır: Sosyal Bilimci David Riesman şu sorunun cevabını veriyor: “Amerikan karakteri nedir?”
Riesman, kitabın henüz ikinci sayfasından itibaren “ben” dilini kullanır. Bu dil sosyoloji çalışmaları için alışılmadık bir dildir. İşin ilginç yanı Riesman kitabın ilerleyen sayfalarında “ben” dilini içe-yönelimli karakter ile özdeşleştirmektedir.
300 sayfa uzunluğunda kitap üç kısma sahiptir. Birincisinde, Riesman “karakter kuramı” adını verdiği kuramını ortaya koyar. İkincisinde karakter tiplerini Amerikan siyaseti içerisinde konumlandırır. Üçüncüsünde ise karakter tiplerinin kısıtlarını aşma önerisi sunar.
Buna göre Amerikan toplumu üç tip karaktere sahiptir: gelenek-yönelimli, içe-yönelimli, dışa-yönelimli karakterler. Her üç karakter de toplumların kat ettiği evrelerle çakışmaktadır. Demografinin durağan olduğu dönemde, kişiler gelenek tarafından yönlendirilmektedir.
Demografik durağanlık değiştiğinde ve toplum refahı geliştiğinde yeni bir tür kişilik ortaya çıkar: içe-yönelimli. Riesman bu geçişin izini Rönesans ve Reform dönemlerine dek sürer. Riesman’ın içe-yönelimli insanı, Weber’in “asetik” insanı ile kardeştir.
İçe-yönelimli karakterin başlıca niteliği büyük ölçüde kendinden yaşça büyük kimselerce genç yaşta insanın içine işlenen genelleşmiş hedefleri gözetmek ve eylem ve kararlarında daime bu içselliğe yönelmektir.
Her ne kadar Batı uygarlığı içe-yönelimli karaktere sahipse de bugün Amerikan toplumunda, bilhassa da başta New York gibi büyük şehirlerdeki üst-orta sınıflar arasında yeni bir karakter tipi serpilmektedir: dışa-yönelimli karakter.
New York, Los Angeles ve Cincinnati’deki bu yeni karakter, Tocqueville’in kitabında resmettiği Amerikalı tipe benzeyen Boston, Spokane yahut Chillicothe’daki karakterden farklıdır. Artık kişiler için yöneldikleri yer ebeveynlerce içlerine işlemiş yüce idealler değil akranlarıdır.
Riesman’ın kavramsallaştırması çeşitli eleştirilere konu olur. Onun Tönnies ve Durkheim gibi isimlerin halihazırdaki ayrımlarını tercüme ettiği söylenir. Ekonomistler eseri “hafif” dilinden ötürü ciddiye almazlar. Parsons eseri önemser ve Riesman’ı destekler.
Bugün Fordizm olarak adlandırılan baby boom, savaş sonrası refah, daha fazla kişinin üniversite eğitimi alması, banliyölerin genişlemesi, artan toplumsal hareketlilik gibi olağanüstü demografik değişimlerin yaşandığı bir dönemde Riesman, Amerikalılara kendilerini anlatır.
Riesman’ın karakter tipleri ile açıklamak istediği olgu bir toplumun vatandaşlarını nasıl etkilediği ve onlara toplumsal ve psikolojik uyum araçları ile donattığıdır. Bu aile, akrabalık ve cemaat bağları yoluyla gelenek de olabilir, kitle iletişim araçları yoluyla piyasa da.
Riesman’ın Rönesans’tan 19. yüzyıla dek Batı burjuva toplumlarına hakim karakter tipi addettiği içe-yönelimli karakter, kendine yeten, azimli ve hayli bireyselleşmiş girişimciler ortaya çıkarır. Üretim odaklı Batılı sanayi toplumu varlığını bu karaktere borçludur.
20. yüzyılda büyük şehirlerde, orta-üst sınıf arasında ortaya çıkan yeni karakter ise tüketim odaklıdır. Fromm’un “piyasa-yönelimli” kişiliğini andıran bu tip, iletişim araçlarıyla sosyalleşen kitleleri tanımlar. Veblen’in aylak sınıfının yerinde orta sınıf akran grupları vardır.
Dışa-yönelimli karakterin hakim olduğu toplumda siyasette dahi rekabet halindeki çıkar gruplarının tüketicisi gibi hareket eden kişiler söz konusudur. Her alandaki esneklik, ahlâki netliklerin yerini alır. Dışa-yönelimli toplum, tüketim toplumuna yeni sınırlar aramaktadır.
Riesman’a göre dışa-yönelimli kişinin başlıca psikolojik hareket amili yaygın anksiyetedir: çalışmaya, çocuk yetiştirmeye ve cinselliğe. Dışa-yönelimli kişilik akışkan, belirsiz ve müphemdir. Bu tasvirler Riesman’ın içe-yönelimli karakteri tuttuğu eleştirisini beraberinde getirir
Riesman’ın eleştirisi tüketim toplumunun kendisine değil ancak tüketim toplumunda kitle iletişim araçları ve pazarlama stratejileri ile akran tiranlığının konformist kitleler yaratıp Batı bireyselliğine oluşturduğu tehdidedir. Modernite bireyi kuşatmamalı, özgürleştirmelidir.
Özellikle Frankfurt Okulunun popüler kültür eleştirisine karşı çıkar. Riesman, kitle iletişiminin bireyselleştirici potansiyeline dikkat çeker. Kitle iletişimi, akran tiranlığının aracı olabileceği gibi bireylerin kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir mecra da olabilir.
Riesman, modern jazz müziğinin ortaya çıkışı örneğinden hareketle yüksek ve popüler kültür ayrımını reddeder. Zaten çalışmasında da Avrupa sosyal teorisinden olduğu kadar romanlardan, çocuk kitaplarından, halk edebiyatından, radyo gösterilerinden ve magazinlerden faydalanır.
“Yalnız Kalabalık” özellikle gençler arasında geniş bir kitle bulur. 1963’te Yale Üniversitesi Yayınları müdürüne gençlerin kitabını eczanelerden tıpkı Salinger’ın “Çavdar Tarlası” gibi satın aldıklarını aktarır. “Kitabımı lise öğrencileri için yazmadım” diye yakınacaktır.
Kitap birçoklarınca 1950’lerin kayıp Amerikan değerleri nostaljisi içerisinde değerlendirilse de gittikçe Ayn Rand’ın kolektivizm karşıtı felsefesi gibi radikal düşüncelerle anılır. “Yalnız Kalabalık” 1960’ların anarşistlerinin ve 1970’lerin Narsistlerinin amentüsü haline gelir.
1960’ların sonundaki öğrenci protestoları, Riesman’ı yaklaşık 20 yıl önce yazdığı çoksatar kitabının başarısından pişmanlık duymaya iter. Bir özeleştiri imkanı için kaleme alınan eserinin, gerçekleşmeyen vaatlerinden ötürü Amerika’dan nefretin elkitabına dönüştüğünden yakınır.
1960’ların başında nükleer karşıtı üniversite hareketlerine sempati duyan Riesman, artan radikallikten rahatsız olur. Kendilerini özgür sanan gençlerin aslında daha baskıcı bir gücün tesiri altına girdiğini söyler. Yetişkin otoritesine başkaldırı, onları birbirine esir edecektir.
Glazer’a 1968’de yazdığı bir mektupta Brezilyalı bir gazetecinin öğrenciler üzerinde en çok etkiye sahip entelektüellerin Marcuse ve Riesman olduğu tespitini hayal kırıklığı içinde aktarır. “Bu durum benim için oldukça sıkıntılı zira Marcuse’ü hep adi bulmuşumdur” diyecektir.
Riesman’ın bu hoşnutsuzluğuna rağmen üniversite kampüslerindeki sol görüşlü protestocular “Yalnız Kalabalığın çocukları” olarak adlandırılır. Kastedilen yalnızca kitapta resmedilen Amerikalıların çocukları olması değil, kitaptaki görüşlerden etkilendikleri gerçeğidir.
Riesman’a göre gençler kitaptaki argümanları haddinden fazla basitleştirmekte ve otorite ve çağdaş toplum karşıtı görüşleri lehine yanlış yorumlamaktadırlar. 1969’daki üçüncü baskıya yazdığı önsözde özeleştiri yapar ve kitabın radikal kullanımını itiraf eder.
1972’ye gelindiğinde eleştirmen Jonathan Yardley, telaşla mahalledeki kitapçıda “Yalnız Kalabalık”ı bulamadığını söyleyecektir. Kitapçının dediğine göre kitap yerini yeni nesillere bırakmıştır. Riesman’ın seslendiği kuşak artık yaşlanmıştır.
1950’de yayınlanan kitap 1971 yılına gelindiğinde bir milyondan fazla satmıştır. On beşten fazla dile çevrilen kitap, 1995 yılında ise 1.4 milyon satışa ulaşacaktır. Bu rakam bir Kuzey Amerikalı sosyolog tarafından yazılmış en çok satan eserin iki katından fazladır.
“Yalnız Kalabalık”, Tocqueville’in “Amerika’da Demokrasi”si, James Bryce’ın “American Commonwealth”i ve D. H. Lawrence’ın “Studies in Classic American Literature”ı gibi kitaplarla beraber Amerikan toplumu üzerine kült eserler arasında zikredilecektir.
“Yalnız Kalabalık”ı ortaya çıkaran mülakatları yeniden değerlendirdiği çalışması “Faces in the Crowd”, Riesman’a üçlü karakter tipolojisini etnik ve dinî düzlemde sınama imkanı sunar. Kalabalıktaki yüzler, Harlem’in Afro-Amerikalı işçilerine ve Bridgeport’lu Katoliklere aittir.
“Faces in the Crowd”da, “Yalnız Kalabalık”a temel olan toplam 180 mülakattan rastgele seçilmiş yirmi bir kişinin portresi sunulur. “Yalnız Kalabalık”ta geliştirdiği kavramsallaştırmanın gelenek-yönelimli karakter altında topladığı bu kişilere uygunluğunu sınar.
1953’ta yayınladığı Veblen monografisi, 1947 ile 1954 yılları arasında kaleme aldığı denemelerini derlediği eseri “Individualism Reconsidered” ve 1964’te Soğuk Savaşın etkilerini kaleme aldığı “Abundance for What?” kitabında ortak bir tema dikkati çeker: yüksek öğrenim.
1955’te Pual Lazarsfeld Riesman’dan, “The Academic Mind” adını alacak çalışmasını takip edecek bir tamamlayıcı çalışma yapmasını rica eder. Lazarsfeld’in kitabı Senatör McCarthy’nin adıyla anılan komünist karşıtı isterinin akademi üzerindeki etkilerini ele almaktadır.
Lazarsfeld’in teklifini kabul eden Riesman, Amerikan yüksek öğrenimiyle olan ünsiyetini geliştirmek üzere bir tür turneye çıkar. Yaklaşık elli yüksek öğrenim kurumunun ziyaret edildiği bu turneyle irili ufaklı birçok kurum üzerinden Amerikan yüksek öğreniminin haritasını çıkarır.
Riesman’ın çalışmasında asıl ilginç olan ise, Lazarsfeld’in hayli eleştiri alan araştırmasının soruşturmasını yapmasıdır. Araştırmada verilen cevapların geçerliliğini ve eldeki problem ifadesiyle ilişkisini yeniden sınar. Araştırma anketlerini düzenleyenleri ankete tabi tutar.
1958-1968 yılları arasındaki yayınlarının büyük bir kısmı yüksek öğrenim meselesini ele almaktadır. “Yalnız Kalabalık” kitabındakine benzer bir yaklaşım sunan Riesman’a göre, 1865-1965 arasındaki fakülte hegemonyası, yerini tüketici/öğrenci hegemonyasına bırakmıştır.
1969’da kaleme aldığı “The Academic Revolution”da akademik profesyonellik kültürünü eleştirir. Kitap, yükselen radikal öğrenci hareketlerinin detaylı değerlendirmesi ile sona erer. Riesman’a göre Öğrencilerin ihtiyacı olan bir amaç etrafında örgütlenmiş disipliner bakıştır.
Akademiden emekli olduğu 1980’de kaleme aldığı eseri “On Higher Education”da ise piyasa yönelimli yüksek öğrenim örgütlenmesini eleştirir. Ders müfredatları, program ölçütleri ve bölüm dersleri öğrencilerin iyi yetişmesi idealini değil sistem içerisinde kalmasını hedeflemektedir.
Riesman’a göre bir üniversiteye, bölüme yahut derse kaydolan öğrenciler eğitim denen ürünün pasif tüketicileri gibidirler. Kendilerini düşünsel yönden geliştirecek, kışkırtacak ve cesaretlendirecek kişi ve dersler yerine kısa yoldan diploma sahibi yapacak yerlere yönelmektedirler
“On Higher Education” Riesman’ın yüksek öğrenim üzerine diğer çalışmalarından birkaç noktada ayrılır. Evvela o öğrencilere odaklanır. İkincisi tek tel üniversitelere değil genel olarak Amerikan yüksek öğrenim yapısını ele alır. Üçüncüsü problemlere çözüm önerisi sunar.
Çalışmasında Howard S. Becker, Daniel Bell, Everett C. Hughes ve Thorstein Veblen gibi isimlere atıf yapan Riesman, yüksek öğrenim üzerine yapılmış akademik çalışmalar kadar yayınlanmamış istatistiki verilere, öğrenci gazete ve broşürlerine, yazışmalara da yer verir.
Bütün bu sayılan çalışmalarında Riesman’ın takip ettiği ve onu döneminde öne çıkaran bir yöntem vardır: mülakatlar. 1940’ların sonundan itibaren Riesman ve birlikte çalıştığı araştırmacılar mülakatlar üzerine yöntemsel bir bakış geliştirmişlerdir.
Bu bakışın en somut ürünü ise 1954 baharında üç yıllığına $10,000 değerinde destek kazandıkları Mülakat Projesi’dir. Projenin üç ana odağı vardır: mülakatı bir kültürel form olarak, farklı gruplar arasında bir mübadele biçimi olarak ele almak ve “mülakatçı etkisi”ni ölçmek.
Riesman’a göre mülakat gazeteciler, reformistler ve sosyologlarca hızla sanayileşen toplumların karşılaştığı çatışmaları anlamak adına bir araştırma pratiği olarak gelişmiştir. Yöntem sayesinde kentli yoksullar, işçi sınıfı ve etnik azınlıklar araştırmalarda dile gelmişlerdir.
Riesman’a göre W. I. Thomas ve Robert Park’ın Chicago çalışmasında da, Charles Booth’un Londra işçi sınıfı üzerine çalışmasında da ve hatta Freud’un Viyana burjuvazisini konu alan psikanalizlerinde de ötekinin bu saklı, dikkat edilmemiş ve önemsenmemiş sesini duymaktayızdır.
Riesman’ın bu çabası Chicago Sosyolojinin yayını American Journal of Sociology’de bir özel sayıda somutlaşacaktır. Her ne kadar sayıda mülakat başlı başına bir yöntem olarak değil katılımcı gözlemin bir aracı olarak aktarılsa da içerik kıymetli açılımlar getirmektedir.
Ancak bu sayı, ortak editörler Riesman ve Benney arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden olsa gerek Benney ve Hughes imzasıyla çıkar. Bu yanlışlık Benney ve Hughes tarafından kaleme alınan takdim yazısında itiraf edilir ve Riesman’ın sayıdaki emeği teslim edilir.
1994’te kendisiyle yapılan bir mülakatta ise şöyle der: “Annem Dante okuduğumu düşünürken ben yatağımın altına sakladığım dedektif dergilerini okurdum”. Kim bilir belki de Riesman, mülakatlar yoluyla karakterleri yakalama yetisini dedektif dergilerine borçludur.
Eserleriyle akademiden radikal öğrenci hareketlerine ve hatta müzik gruplarına ilham vermiş sosyolojinin bu sıra dışı ismini saygıyla selamlıyoruz.
1950’ler Amerika’sı ve yaşanan büyük dönüşüme dair fikir verebilecek kısa bir belgesel için:
American Journal of Sociology dergisinin David Riesman’ın editörlüğünde yayınlanan “Of Sociology and the Interview” temalı sayısına şuradan ulaşmak mümkün: journals.uchicago.edu/toc/ajs/1956/6…
Harvard bünyesinde yayınlanan The Harvard Crimson için Riesman’ın kaleme aldığı yazılara erişmek için: thecrimson.com/writer/8247/Da…
Bonus: Bob Dylan’ın “Yalnız Kalabalık” kitabına gönderme yaptığı şarkısı “I shall be released”i dinlemek için:
David Riesman paylaşımını arkadaşımız Muhammed Fatih KARAKAYA hazırladı.
Çok teşekkür ederiz.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Neoliberalizm’in korkutucu etiketiyle kötülüğün temeli görülen ama devletin ekonomik hayattaki rolüne dair önemli cevaplar veren bir ekol olan Şikago Ekonomi Okuluna, öncü isimlerine ve onların ekonomik regülasyon teorisine katkılarına birlikte bakalım. 📊🔎
Merkantilist dönemin tüccar-devlet ilişkilerine yoğun eleştirilerle kaynakların paylaşımında devletin rolünü minimize etmeye çalışan liberal teori; rekabet, kar güdüsü ve insanların çıkarlarına dayalı etkinliğin bir görünmez el gibi piyasayı düzenleyeceğini ifade etti.
Büyük Buhran, piyasanın her zaman çıkarların dengelendiği ve maksimum toplumsal faydanın sağlandığı bir ortam olmadığını gösterdi. Bunu kabullenen Keynes, serbest piyasayı ideal düzen kabul etmekle devletin ekonomik müdahalelerle aksaklıkları gidermesi gerektiğini söylemişti.
20. yüzyıl edebiyatında derin izler bırakan, sonraki kuşakları olduğu kadar çağdaşlarını da etkileyen, distopya türündeki romanlarıyla bu türün literatüründe kendine has bir yeri olan Aldous Huxley (26 Temmuz 1894 - 22 Kasım 1963) hakkında bildiklerimizi gözden geçirelim… 🔎✍️
1894’te oldukça soylu ve eğitimli bir ailenin ferdi olarak doğar. Bir biyolog ve antropolog olan dedesi Thomas Henry Huxley, Darwin’in evrim teorisini savunan dönemin önemli simalarındandır. Babası Leonard Huxley iyi eğitim almış bir öğretmen; aynı zamanda yazar ve editördür.
Annesi Julia (Arnold) Huxley, yazar Mary Augusta Ward’ın kız kardeşi; şair ve eleştirmen Matthew Arnold’ın yeğenidir. Anne Huxley, Londra’nın 50 km batısındaki Surrey’de kız öğrenciler için Prior's Field School’u kuracak kadar radikal hamleleri olan bir eğitimcidir.
Türk Edebiyatı’nın yazı emekçisi Orhan Kemal, “durup dinlenmeden yazdı. Kafasında ekmek kaygısı, sırtında çok nüfuslu bir ailenin sorumluluğu. Ağırdan almayı, kendini pahalıya satmayı bilmiyordu. Ya da tenezzül etmiyordu.”
Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. 15 Eylül 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nun Adana vilayetinde dünyaya gelir. Babası Abdülkadir Kemali Bey, seferberlik ilan edildiğinden Dardanos’ta topçu teğmeni olarak vazifesini yapar. Annesi Azime Hanım ise rüştiye mezunu bir öğretmendir.
Öğütçüler, Adana’nın Fransızlar tarafından işgal edilmesiyle Niğde’ye ve Konya’ya, Kemali Bey’in Birinci Meclis’te milletvekilliği yapmasıyla Ankara’ya taşınır. İkinci Grup’un “yaman” isimlerinden Kemali Bey’in ikinci seçimlerde parlamento dışında kalmasıyla Adana’ya geri döner.
Henüz hayattayken en büyük filozoflardan biri olarak gösterilen Ludwig Josef Johann Wittgenstein “doğdu, çalıştı, sevdi, Tanrı’yı aradı, ıstırap çekti ve öldü”.
Wittgenstein 28 Nisan 1889’da Viyana’da, bir Macar kontu tarafından yaptırılan ve Wittgenstein Palas olarak nam salan bir malikanede dünyaya gözlerini açar. Karl Wittgenstein ve Léopoldine Kalmus çiftinin sekiz çocuğunun en küçüğüdür.
Karl Wittgenstein Avrupa’nın en zengin sanayicilerinden biriydi, bir çelik deviydi. Servetini Amerikan hisselerine yatıran Karl, Büyük Buhran’da sonra servetini katlayan ender isimlerdendir. Gustav Klimt’in “güzel sanatlar bakanı” olarak çağırdığı bir sanat koleksiyoneriydi.
“Bu roman çoktan yazıldı. Bu roman benim rüyalarımda.”
Gündelik gerçekliğin ötesine geçmeye çalışan eserleriyle 20. yüzyıl Latin Amerika edebiyatının en önemli isimlerinden Julio Cortázar'ı (26 Ağustos 1914-12 Şubat 1984) yakından tanıyalım.😎
Tam adıyla Julio Florencio Cortázar Scott, 26 Ağustos 1914'te Belçika'nın başkenti Brüksel'de, Arjantin konsolosluğunda memur olarak çalışan Bask kökenli Julio José Cortázar ile Fransız-Alman kökenli María Herminia Scott'un çocuğu olarak dünyaya gelir.
1918 yılına kadar Belçika, İsviçre ve İspanya'da yaşayan aile sonrasında Arjantin'e kesin dönüş yaparak bir kenar mahallesi olan Bánfield'a taşınır. Ancak Cortázar 6 yaşına geldiğinde babası evi terk eder ve aile maddi açıdan zor durumda kalır.
Referans Yönetim Sistemleri (RYS) üzerine hazırladığımız ilk paylaşım RYS’yi tanımak amaçlıydı. Bugün de aralarındaki benzerlik ve farklara odaklanıp avantajlarını ve dezavantajlarını tartışacağız. 📊🔍
Piyasada onlarca RYS yazılımı bulunmaktadır. Basit ve anlaşılır tutmak adına bugün sadece Citavi, EndNote, Mendeley ve Zotero gibi en yaygın kullanılanlar üzerinden incelememizi yapacağız.
Siz de burada ele aldığımız ya da alamadığımız, kullanmakta olduğunuz RYS’nin avantajlı bulduğunuz yönlerini bu paylaşımın altına ekleyerek katkıda bulunabilirsiniz.