Uzun bir uyku döneminden sonra, 1980’lerin ortalarında yeniden yükselişe geçen ekonomi sosyolojisi sosyal teorinin gündemini meşgul eden pek çok probleme farklı bakış açıları sunuyor. “Ağ Analizi” da bunlardan birisi… 🔗🔎
Sosyal ağlar, kurumlar, güç ilişkileri, firma ve organizasyonlar ekonomi sosyolojisinin gündemini işgal eden tartışmalardan... Sosyal ilişkilerin ekonomik hayatı nasıl etkilediği, bunların eylem ve mübadeleye etkisi ekonomi sosyolojisi içinde güçlü bir akım oluşturmuş durumda.
(Neo)liberalizmin yükselişiyle, uzun bir aradan sonra yeniden iktisadi olgulara yönelen sosyoloji, Amerikan akademisindeki bu serüvene sosyolojik geleneği ziyaretle başladı: 1980’lerde yapılsalcı teori bu kez piyasayı anlamak için sahneye çıktı.
1980’lerin ortasında sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda bir grup sosyolog piyasayı anlamak için beslenecekleri kaynağı bulmuştu ama yöntem konusundaki kafa karışıklığı hala devam ediyordu.
Harrison White bu soruna bir iktisatçıdan, 2001 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü Joseph Stiglitz ve George Akerlof ile paylaşan, piyasada bilgi asimetrisini ölçmeye çalışan Michael Spence’den esinlenerek yanıt verdi.
Böylece (yeni) ekonomi sosyolojisi içinde ilk güçlü hareket başlamış oldu. İronik olan ise sosyolojinin neoklasik iktisadın eleştirisini iktisadın verdiği bir imkânla yapmış olmasıydı.
Harrison White ve önderlik ettiği sosyolog grubu piyasada işlerin nasıl döndüğü sorusuna yanıt bulmak için kişiler arası ilişkilere, rollere, pozisyonlara özetle bireyin toplumsal sistem içindeki bin bir haline bakmak gerektiğini iddia ediyordu.
Onlara göre ağ analizleri bu ilişkiler ağını analiz etmek için araştırmacılara önemli olanaklar sunuyordu. Kaldı ki bu yaklaşım matematikseldi ve haliyle akademi içinde kabul görebilirdi.
White 1980’lerdeki çalışmalarını nihayet 90’ların başında Identity and Control: A Structural Theory of Social Action adıyla yayımladı. White’a göre çıkar kavramı topluma içkindi ve kişiler/aktörler arası ilişkiler birbirinden koparılamayacak kadar bağımlılık içeriyordu.
Harrison White’nin 1981 yılında yayımlanan, piyasanın ‘sosyalliğini’ mercek altına aldığı diğer bir çalışmasına şuradan erişebilirsiniz: jstor.org/stable/2778933….
Ağ analizleri bu yıllarda bir ismin daha sıklıkla başvurduğu yöntemdi. White’ın doktora öğrencisi Mark Granovetter ağ analizlerini pek çok çalışmada kullandı. Granovetter’a göre piyasada bilgi hiç de mükemmel dağılmıyordu; kişisel ilişkiler bilginin dağılımında etkiliydi.
Granovetter’ın bulgusu sadece piyasada bilgi dağılımı değildi elbette. Granovetter sanılanın aksine iş gücü piyasasında kişinin sık görüştüğü dar çevresinin değil,daha seyrek görüştüğü ama daha geniş bir bilgi havuzu oluşturan kişisel ilişkilerin etkili olduğu sonucuna ulaşmıştı.
Granovetter’ın “zayıf bağların gücü” olarak adlandırdığı bu durum, onu sosyal bilimlerin her alanında tanınır hale getirmişti. 1970’lerin başında yaptığı çalışma daha sonra kitaplaşacaktı.
Granovetter’in eleştirileri White’a kıyasla bir hayli sertti. Granovetter neoklasik iktisadın bazı piyasa problemlerini açıklamada yetersiz kaldığını, diğer bilimlerle ilişki kurmak zorunda olduğunu akademik çevrelerde sıklıkla dile getiriyordu.
Daha evvel çeşitli vesilerle paylaştığımız 1985 tarihli “Economic action and social structure: The problem of embeddedness” da Granovetter (yeni) ekonomi sosyolojisine olan ihtiyacı sistematik bir dille tartışıyordu. Bu çalışmaya şuradan ulaşabilirsiniz: sociology.stanford.edu/sites/g/files/…
Ayrıca Granovetter’ın atomize birey ve ekonominin toplumdan ayrık ele alınmasına karşı eleştirileri bizlere bir klasiği, Polanyi’nin Büyük Dönüşümü adlı çalışmasını, hatırlatıyor.
(Sosyal) ağları merkeze alan çalışmaların sayısı 1980’lerin sonundan itibaren ciddi ölçüde arttı ve 90’larda zirvesine ulaştı. Bu yıllarda yayımlanan diğer bir önemli çalışma Brain Uzzi tarafından yayımlandı. Bu çalışmaya şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: jstor.org/stable/2096399…
Granovetter, Uzzi, Ronald Burt ve daha nice isim 1990’lar boyunca piyasayı farklı yönleriyle kavramaya çalıştılar. Ancak bu isimlerin gözden kaçırdığı bir nokta, 1990’ların ortalarından itibaren yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştı.
Ağ analizleri sosyal ilişkilerin belli bir boyutunu ele alıyor ve tarih, kültür vb. değişkenleri dışarıda tutuyordu. Ağ analizlerine yönelik eleştiri ekonomi sosyolojisinin gelişmesini de sağladı. Değerler, kültür, din, tarih; ekonomi sosyolojisinin gündemine girmişti.
Kültürün “kurucu” ve “yapıcı” rolüne dikkat çeken pek çok isim oldu. Bu isimlerden ilki Paul DiMaggio ve Sharon Zuckin idi. DiMaggio daha sonra organizasyon teorisi ve sosyolojik yeni kurumsalcılık alanlarında çok önemli eserleriyle gündeme gelecekti.
Ağ analizlerine eleştirel yaklaşan isimlerden biri diğeri ise Viviana Zelizer’dı. Zelizer 1988 tarihli bir makalesinde ağ analizlerinin sosyoloji içinde kurduğu hakimiyeti eleştirirken, tarih ve kültürü sosyolojinin gündemine dahil etmenin bir zaruret olduğunu dikkat çekmişti.
Zelizer bir de uyarıda bulunmuş, kültür ve tarihsel yaklaşımın ağ analizlerinin yaptığı gibi sosyoloji içinde hakimiyet kurmasına izin verilmemesi gerektiğini vurgulamıştı. İlgili yazıya şuradan ulaşabilirsiniz: jstor.org/stable/684548?…
Zelizer 1989 yılında yayımladığı diğer bir çalışmada kültürel ve ahlaki değerleri ekonomik hayata dahil etti. Paranın anlam ve rolünü kişiler arası ilişkileri, toplumsal sistemi, anlam dünyasını dikkate alarak tartıştı.Bu çalışmaya şuradan ulaşabilirsiniz: jstor.org/stable/2780903…
DiMaggio, Zelizer ve diğer birçok ismin bu eleştirileri ekonomi sosyolojisinde kültürel yaklaşımı doğurdu. Bu ise kurum, organizasyon çalışmalarını farklı bir noktaya taşıdı; enformel kurumların analizlere dahlini mümkün kıldı.
Zelizer ekonomi sosyolojisinin çağdaş yorumunda temel isimlerden birisi. Tercih ettiği yöntem ve teorik argümanları kişisel entelektüel serüveni üzerinden değerlendirdiği bir yazıya şuradan ulaşabilirsiniz: journals.sagepub.com/doi/abs/10.117…
Ekonomi sosyolojisinin yükselişi, “ağ analizi”, eleştiriler ve kültürel yaklaşımlara artan ilgi...
Dr. Emrah YILDIZ @emrh_y arkadaşımız ekonomi sosyolojisi sahasındaki gelişmelere ilişki paylaşımlarını sürdürecek.
Katkıları için çok teşekkür ediyoruz.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Gökyüzüne yükselen Güzel Remedios, uykusuzluk hastalığına yakalanan Macondo halkı, asla gelmeyecek bir mektubu bekleyen Albay, ölüm döşeğinde Simon Bolivar...
Gabriel García Márquez'in (6 Mart 1927-17 Nisan 2014) "büyülü" ama bir o kadar da "gerçek" dünyasına hoşgeldiniz!🧙♂️🎈
García Márquez, 1927 yılında Kolombiya'nın kuzeyinde United Fruit Company’nin inşa ettiği Aracataca kasabasında telgraf operatörü Gabriel Eligio García ile Luisa Santiaga Márquez'in ilk çocukları olarak dünyaya gelir.
Sekiz yaşına kadar eski bir albay olan büyükbabası Nicolás Márquez ve büyükannesi Tranquilina Iguarán ile birlikte yaşayan García Márquez, büyükannesinin büyük bir ciddiyetle anlattığı olağanüstü öykülerden ve dedesinin ona öğrettiği somut ve tarihsel olaylardan çok etkilenir.
Bir sosyolog düşünün, kitabına Bob Dylan bir şarkısında selam çaksın ve ölümünün ardından New York Times “Son Sosyolog” başlığı atsın. Sosyolojiyi sadece günü anlamak için değil, onu değiştirmek için de fırsat gören, “Yalnız Kalabalık”ın yazarı David Riesman’ı yakından tanıyalım.
David Riesman, Alman-Yahudi kökenli bir ailenin oğlu olarak 22 Eylül 1909’da Philadelphia’da dünyaya gelir. Baba David Pennsylvania Üniversitesi’nde tıp profesörü aydın bir göçmen ve anne Eleanor yoğun entelektüel ilgileri olan yüksek okul mezunu biridir.
Dul annesiyle birlikte Ohio’ya göç eden baba Riesman, klinik tabip olarak başladığı kariyerine tıp tarihi profesörü olarak devam eder. “On Sekizinci Yüzyılda İrlandalı Hekimler” başlıklı bir çalışmanın sahibidir. Anadili Almanca yanında Latince, Yunanca ve Fransızcaya hakimdir.
Neoliberalizm’in korkutucu etiketiyle kötülüğün temeli görülen ama devletin ekonomik hayattaki rolüne dair önemli cevaplar veren bir ekol olan Şikago Ekonomi Okuluna, öncü isimlerine ve onların ekonomik regülasyon teorisine katkılarına birlikte bakalım. 📊🔎
Merkantilist dönemin tüccar-devlet ilişkilerine yoğun eleştirilerle kaynakların paylaşımında devletin rolünü minimize etmeye çalışan liberal teori; rekabet, kar güdüsü ve insanların çıkarlarına dayalı etkinliğin bir görünmez el gibi piyasayı düzenleyeceğini ifade etti.
Büyük Buhran, piyasanın her zaman çıkarların dengelendiği ve maksimum toplumsal faydanın sağlandığı bir ortam olmadığını gösterdi. Bunu kabullenen Keynes, serbest piyasayı ideal düzen kabul etmekle devletin ekonomik müdahalelerle aksaklıkları gidermesi gerektiğini söylemişti.
20. yüzyıl edebiyatında derin izler bırakan, sonraki kuşakları olduğu kadar çağdaşlarını da etkileyen, distopya türündeki romanlarıyla bu türün literatüründe kendine has bir yeri olan Aldous Huxley (26 Temmuz 1894 - 22 Kasım 1963) hakkında bildiklerimizi gözden geçirelim… 🔎✍️
1894’te oldukça soylu ve eğitimli bir ailenin ferdi olarak doğar. Bir biyolog ve antropolog olan dedesi Thomas Henry Huxley, Darwin’in evrim teorisini savunan dönemin önemli simalarındandır. Babası Leonard Huxley iyi eğitim almış bir öğretmen; aynı zamanda yazar ve editördür.
Annesi Julia (Arnold) Huxley, yazar Mary Augusta Ward’ın kız kardeşi; şair ve eleştirmen Matthew Arnold’ın yeğenidir. Anne Huxley, Londra’nın 50 km batısındaki Surrey’de kız öğrenciler için Prior's Field School’u kuracak kadar radikal hamleleri olan bir eğitimcidir.
Türk Edebiyatı’nın yazı emekçisi Orhan Kemal, “durup dinlenmeden yazdı. Kafasında ekmek kaygısı, sırtında çok nüfuslu bir ailenin sorumluluğu. Ağırdan almayı, kendini pahalıya satmayı bilmiyordu. Ya da tenezzül etmiyordu.”
Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. 15 Eylül 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nun Adana vilayetinde dünyaya gelir. Babası Abdülkadir Kemali Bey, seferberlik ilan edildiğinden Dardanos’ta topçu teğmeni olarak vazifesini yapar. Annesi Azime Hanım ise rüştiye mezunu bir öğretmendir.
Öğütçüler, Adana’nın Fransızlar tarafından işgal edilmesiyle Niğde’ye ve Konya’ya, Kemali Bey’in Birinci Meclis’te milletvekilliği yapmasıyla Ankara’ya taşınır. İkinci Grup’un “yaman” isimlerinden Kemali Bey’in ikinci seçimlerde parlamento dışında kalmasıyla Adana’ya geri döner.
Henüz hayattayken en büyük filozoflardan biri olarak gösterilen Ludwig Josef Johann Wittgenstein “doğdu, çalıştı, sevdi, Tanrı’yı aradı, ıstırap çekti ve öldü”.
Wittgenstein 28 Nisan 1889’da Viyana’da, bir Macar kontu tarafından yaptırılan ve Wittgenstein Palas olarak nam salan bir malikanede dünyaya gözlerini açar. Karl Wittgenstein ve Léopoldine Kalmus çiftinin sekiz çocuğunun en küçüğüdür.
Karl Wittgenstein Avrupa’nın en zengin sanayicilerinden biriydi, bir çelik deviydi. Servetini Amerikan hisselerine yatıran Karl, Büyük Buhran’da sonra servetini katlayan ender isimlerdendir. Gustav Klimt’in “güzel sanatlar bakanı” olarak çağırdığı bir sanat koleksiyoneriydi.