Stüdyoda karşılaşıp tesadüfen çalmış mazereti olur ya konuyu bilmeyenlere inandırıcı geliyordur. Aşağıdaki listeyi okuyan her müzisyenin anlayacağı şeyi söyleyeyim. Kalın, divan sazıyla çalıp söylemiş, geri kalan hemen her şeyi Erkan Oğur yapmış.
Telefona çalıp göndermiş bile olabilir, ritim süreksizliklerinden bir altyapı üzerine çalışmadığı belli oluyor, divanın sesi zaten neredeyse duyulmuyor. “Track” Erkan Oğur's emanet edilmiş. Usta önce gitarlarla altyapı hazırlamış. E-bow'la duygu katmış, kopuzla dolguları çalmış.
Saltık, düzenleme yapmadı falan demiş ya, hadi sızdırılan A4 yanlış bilgi içeriyor, düzenlemede Erkan Oğur dışında hiçbir şey yok ki. Onun çalmadığı tek şey olan klasik kemençe ezgiyi çalıp geçmiş. Şarkıyı beğenenler var ya, beğendikleri ne varsa Erkan Oğur'a ait yani.
Olabilir, rica etmişlerdir, hiçbir ricayı kıramayan bir insan olduğu için (öyle olduğunu çok farklı kişilerden defalarca dinledim) kabul etmiştir, bunun siyasi anlamlarını göz ardı etmiştir. Bu da bizi apolitik sanatçı tartışmasına geri getiriyor. Sanatsal olan politiktir.
Veya okul tahmini doğrudur. Dün özel bir yazışmada bu spekülasyonu yapmıştım ama kanıt olmadan böyle ağır bir suçlama yapılmaz diye açığa yazmadım. Sorun şu ki Ceylan Ertem bunu suçlama değil savunma sanıyor.
Sorun sanatçının istediği kişiyle istediği tarzda üretim yapma özgürlüğü sorunu sanılıyor. Sorun iyi müzisyenlik kötü müzisyenlik sanılıyor. Apolitiklik bu işte. (Ceylan Ertem bu tivitini silmiş, sanırım benim burada sildiğim kısımdan dolayı.)
Erkan Oğur istediği kişiyle istediği sanatı yaptı. Dinleyicileri de istedikleri kişiyi istedikleri argümanla eleştiriyor. Olanı tarif edip durarak nereye varmayı amaçlamaktayızdır?
Ama olanın başka yanı da var. Erkan Oğur sayesinde, herkesin buz gibi bildiği suçlarını burada saymakla bitiremeyeceğim bir muktedirin vasat altı şarkısına görünürlük, estetik ve meşruiyet kazandırdı. Sanatın gücü, sanatçının güçsüzlüğü!
Seçimler, bayım, bazı anlamlara gelirler.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Ben Erkan Oğur'unda, Bülent Ortaçgil'inde, Mazhar Alanson'unda değilim. Beni ilgilendiren bu günler gelip geçtikten sonra da hep gündemimizde olacak olan sanat ve politika ilişkisi. Kapitalizmin faşist devlet şeklinde tezahür etmediği dönemlerde bu ilişkiyi doğru görmek daha zor.
Burjuva demokratik yanı ağır basan -ama hâlâ emperyalist, gerici, saldırgan, burjuva olan- devletlerde sanatçının siyasi niteliğini tartışmak ayıp sayılır. Bu, burjuvazinin dikte ettirdiği bir ayıptır. Bir yığın aydın, burjuvaziye kölece hizmet eder ama göze batmaz.
Ama işte Richard Strauss Nazi müzisyeni olunca, Dali Franco'ya tebrik mesajı yazınca, Heidegger'ler, Borges'ler faşizme hizmet edince işler değişir. Faşizm, kapitalizmin, kapitalistlerin bile açıktan savunamayacağı denli vahşi biçimidir çünkü.
Hani biz politik sanattan bahsedince, sanat(çılar)ı politik açıdan eleştirince burun kıvırıyorsunuz ya, canım her sanatçı politik olmak zorunda mı, diyorsunuz ya. Değil. Ama apolitik sanatçının yeterince güçlü her iktidara her an yamanabileceğini unutmayın.
Benimsediği o basit ve sıkıcı olacak denli minimal üslupta bunu çok göremiyoruz ama Erkan Oğur çok iyi bir müzisyen, belki yaşayanlar arasında en iyilerden. Ama Richard Strauss kadar da iyi bir müzisyen değil a. Ağır bir dönemden geçiyoruz ama Nazi dönemi kadar da ağır değil a.
Richard Strauss, “Kayzer döneminde de müzik yaptım, şimdi de evimde oturup müzik yapacağım, benim için değişen bir şey yok” demişti. Ama Hitler'in müzik şefi oldu. Arkasından kendisine “dekadan ruh hastası” diyen Goebels'in aparatı oldu.
Şili Stadyumu'nda parmakları kırılıp "Hadi şimdi şarkı söyle de görelim" dendiğinde Venceremos'u söyleyerek şehit düşen ve 46 yıl sonra şarkıları Şili'de yüz binlerce söylenen #VictorJara'nın müziğine giriş niyetine birkaç şarkılık bir zincir kurayım mı?
Önce @BSM_TR'nin videosunda bir halk orkestrası ve korosunca söylenen "El derecho de vivir en paz" (Barış içinde yaşama hakkı). Vietnam ve Ho Chi Minh'e adanmış bir şarkıdır.
@BSM_TR Müthiş introsuyla Manifiesto. "Şarkı söylemiş olmak için söylemem, ne de güzel bir sesim olduğu için. Duygusu ve aklı vardır gitarın, onun için söylerim." Jara'nın ozanlık manifestosu.
Tivit matruşkasına dönecek ama @melatay arkadaşın tivitini alıntıladığım şu tivitin altında dağınık da olsa prozodi konulu bir tartışma döndü. Biraz sadeleşmek için buradan devam ediyorum.
Hemen söyleyeyim: Fikret Kızılok ve Zülfü Livaneli'nin kişiliğini değil, hatta öncelikle şarkılarını da değil, genel olarak "şarkı yazma tekniği"ni tartışacağım. Bu videoda Kızılok sayısız hata yapıyor, önce onları bir temizleyelim (dil sürçmesiyle söylenen 'prodozi'yi geçiyorum)
Fikret Kızılok burada bir prozodi kuralı icat ediyor: "Bir melodide her hece bir notaya denk düşmeli." Böyle bir prozodi kuralı olmadığı gibi böyle bir müzik kuralı da yok. Bir heceye bir nota düşen şarkılara "silabik/hecesel" deniyor, bir notaya çok nota düşenlere "melizmatik".
Dün Hakan'ın başlattığı ahmakça ve iğrenç linç girişimi bir karşı linç başlatmasın diye hak ettikleri sertlikte yazmamıştım ama bu Troçkistler kafalarına vurmadan anlamıyorlar. Hem teorinin buz baltasını patlatalım hem de bazı eğlenceli "kuyruk acısı" hikâyeleri paylaşalım.
Bahsettiği hikâyeye geleceğim ama önce Türkiye solunda Hakan tipine bakalım. Neden RED demiyorum da Hakan diyorum, çünkü o kendisini hareket lideri sansa/satsa da onun hamasi laflarına ve cenk hikâyelerine geçici olarak kanan ve sürekli değişen iki üç kişiden bahsediyoruz.
Hakanlar örgütlü mücadeleden uzak duran, bu boşluğu da mahalle kabadayılığı ile karışık müphem radikal söylemlerle dolduran tiplerdir. Biraz da entelektüel bir yetenekleri varsa (şiir yazmak gitar çalmak olur, Hakan gibi akıcı metinler yazabilmek olur) bir şekilde var olurlar.
8 Mart geçti, şimdi biraz Feministler ve Sol ilişkisini saldırıya dayanışma, direnç ve neşeyle cevap veren #FeministGeceYürüyüşü bağlamında tartışalım. Birçok solcu kadın ve/ya feminist arkadaş yürüyen teorik tartışmalara cevabın bu yürüyüşle verileceğini düşünüyordu.
Direnmek ve mağduriyet direnen ve mağdur olan özneye teorik haklılık sağlamaz, yine de yürüyüşe bakalım. Google görsellerde yürüyüşe dair çıkan ilk birkaç yüz görseli taradım ve gördüğüm 100 kadar sloganı (tekrarları atlayarak) bir kenara yazdım.
İlk gözlemler: Geçen senenin bolca cinsellik içerilen sloganlarına getirilen eleştiriler zımni olarak bu yılı etkilemiş, neredeyse "müstehcen" söylemlerden tamamen ari bir yürüyüş olmuş. Çoğu slogan Türkçe, bir iki Kürtçe, bir iki Lazca ve Hemşinci, 1 İngilizce döviz gördüm.