Evet dostlar, #BaharGelmiş olmalı tam bir ayını doldurdu. Dinleyicisine karşı sorumlu bir komünist şantör olarak kısa bir rapor vereceğim ama önce yanıtları alayım (iki anket ardarda, sonra da şarkıların linkini bırakacağım.)
1. En sevdiğiniz şarkı:
2. En sevdiğiniz ikinci şarkı (aynı soru gibi duruyor ama değil :)
Anketi yanıtlamak isteyenlere hatırlama ve çalma kolaylığı açısından buraya dört şarkının YouTube linklerini bırakacağım.
Dinleyicisine karşı sorumlu bir komünist şantör olarak ilgilisine #BaharGelmişOlmalı albümünün birinci ayda geldiği noktayı özetleyeyim (ilgisiz arkadaş, ardarda birkaç tivit gelecek, beni sessize al lütfen.) İlginçtir, her iki anketi de Ulaş kazanmış (spoti.fi/3uIBy9p)
Yanıt sayıları farklı tabii ama herkesin favori birinci parçası da ikinci parçası da Ulaş: Erkenci Badem Gülü çıkmış. Oysa Youtube'da da Spotify'da da en çok dinlenen (ve galiba en çok paylaşılan) şarkı «Erguvanlar Açarken», 5 bin kezden çok dinlenmiş. open.spotify.com/track/4g7xvPUh…
Bu sınırlı verilerle de olsa Ulaş ve Erguvanlar'ın en çok sevilen şarkılar olduğunu söyleyebiliriz. Diğerlerinin çok düşük olmaması sevindirici, bana ortalama bir niteliği yakaladığımızı gösteriyor. Dinlenme sayıları ise Erguvanlar hariç hepsi için 2000 üstünde (#Spotify + YT)
Ben Erkan Oğur'unda, Bülent Ortaçgil'inde, Mazhar Alanson'unda değilim. Beni ilgilendiren bu günler gelip geçtikten sonra da hep gündemimizde olacak olan sanat ve politika ilişkisi. Kapitalizmin faşist devlet şeklinde tezahür etmediği dönemlerde bu ilişkiyi doğru görmek daha zor.
Burjuva demokratik yanı ağır basan -ama hâlâ emperyalist, gerici, saldırgan, burjuva olan- devletlerde sanatçının siyasi niteliğini tartışmak ayıp sayılır. Bu, burjuvazinin dikte ettirdiği bir ayıptır. Bir yığın aydın, burjuvaziye kölece hizmet eder ama göze batmaz.
Ama işte Richard Strauss Nazi müzisyeni olunca, Dali Franco'ya tebrik mesajı yazınca, Heidegger'ler, Borges'ler faşizme hizmet edince işler değişir. Faşizm, kapitalizmin, kapitalistlerin bile açıktan savunamayacağı denli vahşi biçimidir çünkü.
Stüdyoda karşılaşıp tesadüfen çalmış mazereti olur ya konuyu bilmeyenlere inandırıcı geliyordur. Aşağıdaki listeyi okuyan her müzisyenin anlayacağı şeyi söyleyeyim. Kalın, divan sazıyla çalıp söylemiş, geri kalan hemen her şeyi Erkan Oğur yapmış.
Telefona çalıp göndermiş bile olabilir, ritim süreksizliklerinden bir altyapı üzerine çalışmadığı belli oluyor, divanın sesi zaten neredeyse duyulmuyor. “Track” Erkan Oğur's emanet edilmiş. Usta önce gitarlarla altyapı hazırlamış. E-bow'la duygu katmış, kopuzla dolguları çalmış.
Saltık, düzenleme yapmadı falan demiş ya, hadi sızdırılan A4 yanlış bilgi içeriyor, düzenlemede Erkan Oğur dışında hiçbir şey yok ki. Onun çalmadığı tek şey olan klasik kemençe ezgiyi çalıp geçmiş. Şarkıyı beğenenler var ya, beğendikleri ne varsa Erkan Oğur'a ait yani.
Hani biz politik sanattan bahsedince, sanat(çılar)ı politik açıdan eleştirince burun kıvırıyorsunuz ya, canım her sanatçı politik olmak zorunda mı, diyorsunuz ya. Değil. Ama apolitik sanatçının yeterince güçlü her iktidara her an yamanabileceğini unutmayın.
Benimsediği o basit ve sıkıcı olacak denli minimal üslupta bunu çok göremiyoruz ama Erkan Oğur çok iyi bir müzisyen, belki yaşayanlar arasında en iyilerden. Ama Richard Strauss kadar da iyi bir müzisyen değil a. Ağır bir dönemden geçiyoruz ama Nazi dönemi kadar da ağır değil a.
Richard Strauss, “Kayzer döneminde de müzik yaptım, şimdi de evimde oturup müzik yapacağım, benim için değişen bir şey yok” demişti. Ama Hitler'in müzik şefi oldu. Arkasından kendisine “dekadan ruh hastası” diyen Goebels'in aparatı oldu.
Şili Stadyumu'nda parmakları kırılıp "Hadi şimdi şarkı söyle de görelim" dendiğinde Venceremos'u söyleyerek şehit düşen ve 46 yıl sonra şarkıları Şili'de yüz binlerce söylenen #VictorJara'nın müziğine giriş niyetine birkaç şarkılık bir zincir kurayım mı?
Önce @BSM_TR'nin videosunda bir halk orkestrası ve korosunca söylenen "El derecho de vivir en paz" (Barış içinde yaşama hakkı). Vietnam ve Ho Chi Minh'e adanmış bir şarkıdır.
@BSM_TR Müthiş introsuyla Manifiesto. "Şarkı söylemiş olmak için söylemem, ne de güzel bir sesim olduğu için. Duygusu ve aklı vardır gitarın, onun için söylerim." Jara'nın ozanlık manifestosu.
Tivit matruşkasına dönecek ama @melatay arkadaşın tivitini alıntıladığım şu tivitin altında dağınık da olsa prozodi konulu bir tartışma döndü. Biraz sadeleşmek için buradan devam ediyorum.
Hemen söyleyeyim: Fikret Kızılok ve Zülfü Livaneli'nin kişiliğini değil, hatta öncelikle şarkılarını da değil, genel olarak "şarkı yazma tekniği"ni tartışacağım. Bu videoda Kızılok sayısız hata yapıyor, önce onları bir temizleyelim (dil sürçmesiyle söylenen 'prodozi'yi geçiyorum)
Fikret Kızılok burada bir prozodi kuralı icat ediyor: "Bir melodide her hece bir notaya denk düşmeli." Böyle bir prozodi kuralı olmadığı gibi böyle bir müzik kuralı da yok. Bir heceye bir nota düşen şarkılara "silabik/hecesel" deniyor, bir notaya çok nota düşenlere "melizmatik".