Dinleyicisine karşı sorumlu bir komünist şantör olarak ilgilisine #BaharGelmişOlmalı albümünün birinci ayda geldiği noktayı özetleyeyim (ilgisiz arkadaş, ardarda birkaç tivit gelecek, beni sessize al lütfen.) İlginçtir, her iki anketi de Ulaş kazanmış (spoti.fi/3uIBy9p)
Yanıt sayıları farklı tabii ama herkesin favori birinci parçası da ikinci parçası da Ulaş: Erkenci Badem Gülü çıkmış. Oysa Youtube'da da Spotify'da da en çok dinlenen (ve galiba en çok paylaşılan) şarkı «Erguvanlar Açarken», 5 bin kezden çok dinlenmiş. open.spotify.com/track/4g7xvPUh…
Bu sınırlı verilerle de olsa Ulaş ve Erguvanlar'ın en çok sevilen şarkılar olduğunu söyleyebiliriz. Diğerlerinin çok düşük olmaması sevindirici, bana ortalama bir niteliği yakaladığımızı gösteriyor. Dinlenme sayıları ise Erguvanlar hariç hepsi için 2000 üstünde (#Spotify + YT)
Özel sohbetlerimizde «Birdenbire»yi de (open.spotify.com/track/1TqOrf6m…) «Mayıs Şarkısını» da (spoti.fi/3ocb9i8) en sevdiği şarkı olarak sayan arkadaşlar var. Bana hiç bakmayın, ben hepsini seviyorum :)
Benim için bu sürecin müziğe ve sol müziğe dair söylediği şu oldu: Devrimci müzikal gelenekten de müzik tarihinin mirasından da kopmadan, her ikisinden de beslenmeye çalışarak güncel muhalif müzik yapmak mümkün. Bu şarkılar bu müziğin "ideal tipi" falan değil elbette.
Ama son yıllarda "geleneksel" sol müziğe ya nostaljik bir ilgi ya da modası geçmiş bir kıyafete gösterilen türden bir ilgisizlik gözlemliyordum ki ikisi de tehlike çanı demek. 30 yıldır müzik yapmaya çalışıyorum ama son birkaç yıldır bunun yerine ne konulabileceğini düşünüyorum.
Hâlâ da düşünmeye devam edeceğimiz bir konu gibi duruyor. Ama sorunun bir "moda"dan ziyade üretim sorunu olarak ortaya konması bana daha anlamlı geliyor. Yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın, çok farklı tarzlarda devrimci müzik üretilsin, hepsi de dinlensin.
Albüm konseptine ve "Müzik 4.0" denen şeye dair kısa deneyimim açısındansa, şu röportajın son kısmındaki hislerimi biraz doğrulamış oldum. Albüm formunun bir gücü var. gazeteduvar.com.tr/baris-yildirim…
Yaklaşık 1 yıldır Spotify, Apple vb. "streaming" servislerinde müzik yayımlıyorum ama sadece 3 şarkı vardı ve dinlenme sayısı birkaç yüzdü. Albümle birlikte üç şarkı (Erguvanlar, Ulaş ve daha önce yayımlanan Ela Gözlerini) 1000'i geçti (bu servislerde bir tür psikolojik sınır.)
Bu sayılar, teorik olarak bir para kazanıldığı anlamına geliyor. Biz gönüllü temelde müzik yapan insanlarız. Birbirimizin şarkılarına enstrüman çalıyor, mix mastering vb. yapıyoruz. Bu yüzden bu "kirli" konuda da hesap vermek gerekiyor:
Anladığım kadarıyla, bunun birkaç katı dinlenirse (10 binlerce kez), streaming servisleri için verdiğim üyelik aidatını (yıllık 35$) çıkarabilirim 🙃 Bunun ötesine geçerse, gönüllü bile olsa harcanan emeğin nakdi karşılığı mutlaka verilmelidir. Bu da taahhüdüm olsun.
Sanat konusunda düşünmek gündelik işlerimden biri, sanırım yapmaktan daha çok. @KongreKaraburun'da yaptığım ilk sunum bugünün dünyasında sanat tezahürleriydi ve para kazanmanın sanatçı için sadece doğal değil neredeyse evrensel bir durum olduğunu ileri sürmüştüm. Bir iş bu.
Ama ben hayatını başka bir alandan kazanabilen az sayıda şanslı sanatçıdan biriyim ("sanatçı" sözcüğü benim için yüce bir anlam taşımıyor, "saatçi" gibi bir sözcük işte). O yüzden işin bu kısmıyla pek ilgilenmeme lüksüm var.
Yine de muhalif sanatçıların hayatlarını sanatlarıyla kazanmaları müthiş olurdu. Böylece sanata çok daha fazla vakit ayırabilirlerdi. Bu yüzden bu konuda da düşünmek şart. Müzik 4.0 denilen şeyde sanatçı her zamankinden fazla güvencesiz.
Eser sayıda "ultra-popüler" isimden başka kimsenin müzikten kazandığı müzik için harcadığına yetmiyor. "Plak şirketleri"nin alanının giderek daralması alanı demokratize etti etmesine (artık herkes "plak" çıkarabilir) ama sanatçı kütlesinin ekseriyetini güvencesiz ve yoksul kıldı.
Sol müzik, hem estetiği hem ekonomisi üzerine düşünmeye devam etmeli. Ama her şeyden önce de daha fazla üretmemiz gerekiyor. Daha fazla birlikte çalmalı, yeni müzikal formlar üzerine düşünmeli, müziğin bütün alanları ile sohbet içre olmalıyız. Kendime notlarım bunlar.
İki anketin kazananı Ulaş: Erkenci Badem Gülü şarkısına da bir iki satır not düşmek isterim. Mahir ve dolayısıyla Ulaş akademik olarak da araştırdığım, yazdığım kişilikler. Ama araştırma alanına "tarafsız" olma iddiasında hiç olmadım. Öyle olsaydı şarkı da yapamazdım herhalde.
Ulaş şarkısını sanırım devrimci müzik içinde bir parça alışılmadık sayabiliriz. İmgeselliği baskın sözler, kromatik ezgisel geçişler, polifonik koro, modülasyon gibi araçları yoğun kullanmıyoruz. Buna rağmen ilgi görmesi, çok garipsenmemesi yeni deneylere çağrı gibi. Deneyelim.
Sırada ne var? Birkaç şey var. Bir tanesi bazı eski kayıtları streaming servislerine aktarmak. Ekteki albümlerden Karadır Kaşların tekli olarak çıktı (spoti.fi/3pOVFkB) Gezi ile ilgili 4 şarkının yer aldığı #AdımHaziran EP'si ise 16 Haziran'da yayımlanmış olacak.
Bunlar, eğer takip ediyorsanız youtube.com/gezginciler1917 adresinde farklı zamanlarda paylaşılmış, belki bildiğiniz şarkılar. Mutlaka yeniden mastering işleminden geçerek dijital plaformlara koyuyoruz. Eski Kayıtlar dediğim bu grup şarkılara #YouTube dışından da erişmek için.
Adım Haziran'da kimi çok kimi az dinlenmiş 4 şarkı olacak, ikisi Berkin anısına. 1. Adım Haziran (feat. @ServanVendetta) 2. Adındı Berkin (şiir: Mehmet Said Aydın) 3. Berkin Çağı (şiir: Çağrı Sansar) 4. Bir Haziran Sabahında (feat. Hande Kıvrıkoğlu) distrokid.com/hyperfollow/ba…
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Evet dostlar, #BaharGelmiş olmalı tam bir ayını doldurdu. Dinleyicisine karşı sorumlu bir komünist şantör olarak kısa bir rapor vereceğim ama önce yanıtları alayım (iki anket ardarda, sonra da şarkıların linkini bırakacağım.)
1. En sevdiğiniz şarkı:
2. En sevdiğiniz ikinci şarkı (aynı soru gibi duruyor ama değil :)
Anketi yanıtlamak isteyenlere hatırlama ve çalma kolaylığı açısından buraya dört şarkının YouTube linklerini bırakacağım.
Ben Erkan Oğur'unda, Bülent Ortaçgil'inde, Mazhar Alanson'unda değilim. Beni ilgilendiren bu günler gelip geçtikten sonra da hep gündemimizde olacak olan sanat ve politika ilişkisi. Kapitalizmin faşist devlet şeklinde tezahür etmediği dönemlerde bu ilişkiyi doğru görmek daha zor.
Burjuva demokratik yanı ağır basan -ama hâlâ emperyalist, gerici, saldırgan, burjuva olan- devletlerde sanatçının siyasi niteliğini tartışmak ayıp sayılır. Bu, burjuvazinin dikte ettirdiği bir ayıptır. Bir yığın aydın, burjuvaziye kölece hizmet eder ama göze batmaz.
Ama işte Richard Strauss Nazi müzisyeni olunca, Dali Franco'ya tebrik mesajı yazınca, Heidegger'ler, Borges'ler faşizme hizmet edince işler değişir. Faşizm, kapitalizmin, kapitalistlerin bile açıktan savunamayacağı denli vahşi biçimidir çünkü.
Stüdyoda karşılaşıp tesadüfen çalmış mazereti olur ya konuyu bilmeyenlere inandırıcı geliyordur. Aşağıdaki listeyi okuyan her müzisyenin anlayacağı şeyi söyleyeyim. Kalın, divan sazıyla çalıp söylemiş, geri kalan hemen her şeyi Erkan Oğur yapmış.
Telefona çalıp göndermiş bile olabilir, ritim süreksizliklerinden bir altyapı üzerine çalışmadığı belli oluyor, divanın sesi zaten neredeyse duyulmuyor. “Track” Erkan Oğur's emanet edilmiş. Usta önce gitarlarla altyapı hazırlamış. E-bow'la duygu katmış, kopuzla dolguları çalmış.
Saltık, düzenleme yapmadı falan demiş ya, hadi sızdırılan A4 yanlış bilgi içeriyor, düzenlemede Erkan Oğur dışında hiçbir şey yok ki. Onun çalmadığı tek şey olan klasik kemençe ezgiyi çalıp geçmiş. Şarkıyı beğenenler var ya, beğendikleri ne varsa Erkan Oğur'a ait yani.
Hani biz politik sanattan bahsedince, sanat(çılar)ı politik açıdan eleştirince burun kıvırıyorsunuz ya, canım her sanatçı politik olmak zorunda mı, diyorsunuz ya. Değil. Ama apolitik sanatçının yeterince güçlü her iktidara her an yamanabileceğini unutmayın.
Benimsediği o basit ve sıkıcı olacak denli minimal üslupta bunu çok göremiyoruz ama Erkan Oğur çok iyi bir müzisyen, belki yaşayanlar arasında en iyilerden. Ama Richard Strauss kadar da iyi bir müzisyen değil a. Ağır bir dönemden geçiyoruz ama Nazi dönemi kadar da ağır değil a.
Richard Strauss, “Kayzer döneminde de müzik yaptım, şimdi de evimde oturup müzik yapacağım, benim için değişen bir şey yok” demişti. Ama Hitler'in müzik şefi oldu. Arkasından kendisine “dekadan ruh hastası” diyen Goebels'in aparatı oldu.
Şili Stadyumu'nda parmakları kırılıp "Hadi şimdi şarkı söyle de görelim" dendiğinde Venceremos'u söyleyerek şehit düşen ve 46 yıl sonra şarkıları Şili'de yüz binlerce söylenen #VictorJara'nın müziğine giriş niyetine birkaç şarkılık bir zincir kurayım mı?
Önce @BSM_TR'nin videosunda bir halk orkestrası ve korosunca söylenen "El derecho de vivir en paz" (Barış içinde yaşama hakkı). Vietnam ve Ho Chi Minh'e adanmış bir şarkıdır.
@BSM_TR Müthiş introsuyla Manifiesto. "Şarkı söylemiş olmak için söylemem, ne de güzel bir sesim olduğu için. Duygusu ve aklı vardır gitarın, onun için söylerim." Jara'nın ozanlık manifestosu.
Tivit matruşkasına dönecek ama @melatay arkadaşın tivitini alıntıladığım şu tivitin altında dağınık da olsa prozodi konulu bir tartışma döndü. Biraz sadeleşmek için buradan devam ediyorum.
Hemen söyleyeyim: Fikret Kızılok ve Zülfü Livaneli'nin kişiliğini değil, hatta öncelikle şarkılarını da değil, genel olarak "şarkı yazma tekniği"ni tartışacağım. Bu videoda Kızılok sayısız hata yapıyor, önce onları bir temizleyelim (dil sürçmesiyle söylenen 'prodozi'yi geçiyorum)
Fikret Kızılok burada bir prozodi kuralı icat ediyor: "Bir melodide her hece bir notaya denk düşmeli." Böyle bir prozodi kuralı olmadığı gibi böyle bir müzik kuralı da yok. Bir heceye bir nota düşen şarkılara "silabik/hecesel" deniyor, bir notaya çok nota düşenlere "melizmatik".