1) Hocaefendi, Kalbin Zümrüt Tepeleri'nin Esma-i Hüsna bahsinde, mevzu ile alakalı daha fazla okuma yapmak için tavsiye ettiği kitaplardan birisi, Gazzâlî’nin “el-Maksadü’l-Esnâ" eseridir. Bu seride Esma-i Husna ve ahlaki eğitime dair o eserden bazı bilgiler derlemeye çalıştım:
2) Gazzali diyor ki: Her kimin Esma-i Hüsnâ'dan nasibi, sadece lafızlarını işitmek, lügat bakımından tefsir ve vaz'ını bilmek ve manasının Allah-ü Teâlâ hakkında sabit olduğuna kalbi ile inanmaktan ibaret kalırsa, şüphesiz o insan talihsizdir ve derecesi düşüktür.
3) Halk arasında (böyle insanların) övünecek bir şeye sahip olduğu söylenemez. Çünkü lafızları işitmek, sesleri işitmeye yarayan kulak vasıtasının selametine bağlıdır ki, bu meziyet hayvanda bile mevcuttur.
4) Lafızların mana ve istimalini anlama keyfiyetine gelince, bu, Arap lisanına vakıf olmaya bağlıdır ki, bir lügatçi ve hatta geri zekalı bir bedevi bile bu mertebeyi onunla paylaşır.
5) Sözü anlamaya başladıktan sonra bu manalar çocuğa telkin edilirse kabul ve telakki eder, kalbi ile inanır ve gönlünü kesin olarak o manalara bağlar. Alimlerin ekserisinin mertebesi de işte budur.
6) Gazzali Esma-i Hüsna'nın üç şekilde anlaşıldığını ve o isimlerin manalarına insanın kendisini benzetmeye çalışması gerektiğini söylüyor, ve buradan ahlaki dersler çıkarıp diyor ki:
7)(Esma-i Hüsna'ya yaklaşımda isabetli görüş sahipleri) O sıfatlardan mümkün olanı elde etmeye,onunla ahlâklanmaya, onun güzellikleri ile nefsini tezyin etmeye çalışırlar.Kul böylece Rabbani, yani Rabb Teâlâ Hazretlerine yakın ve melaikeden meydana gelen mele-i âlâya refik olur.
8) Nitekim onlar yakınlık bisatı (yaygısı)dırlar. Her kim onların sıfatlarından bir benzeyiş kaparsa onları Hak Teala Hazretlerine yaklaştıran sıfatlarından ne miktar elde etmiş ise o miktar yakınlık kazanmış olur.
9) Hak Teâlâ Hazretlerine sıfat yönünden yaklaşmanın kapalı bir manâ olduğunu ve kalplerin bu hususu kabul ve tasdikten istinkâf etmeye(kaçınmaya) meyyal bulunduklarını ileri sürerek "meseleyi, inkarcıların inkar gücünü kıracak şekilde vuzuha kavuştur;
10) meselenin hakikati izah edilmedikçe birçoklarının bu meyandaki tutumları inkara yakındır" dersen, cevaben derim ki:
Sen ve sarıklı cahiller mertebesinin biraz ilerisinde olan da bilir ki; varlıklar, kamil ve nakıs varlıklar olarak ikiye ayrılır.
11) Kamil, kemal dereceleri her ne kadar mütefavit (birbirinden farklı) olursa olsun, nakısdan daha üstündür. Kemilin müntehâ (en son mertebe)si Bir'e(Allah'a) mahsustur; hatta mutlak kemal sahibi ancak O'dur. Diğer varlıklar mutlak kemal sahibi değillerdir.
12) Her biri, izafet sebebiyle değişen kemâlâta sahiptir. Onların ekmel (en kamil)'i, mutlak kemal sahibine en yakın olanlarıdır. Mekan ve mesafe yakınlığını değil, rütbe ve derece yakınlığını kastediyorum.
13) Sonra varlıklar, canlı ve cansız olarak da ikiye ayrılır. Biliyorsun ki, canlı cansızdan daha üstün ve daha kamildir ve canlıların dereceleri üçtür:
Meleklerin derecesi. İnsanların derecesi ve hayvanların derecesi. (Biz özette insanların uzerinde duracağız)
14) İnsan, iki derece arasında orta mertebede bulunmaktadır. Sanki insan, hayvaniyet ve melekiyetten mürekkeb (terkib edilmiş) bir varlıktır. Başlangıçta (çocuklukta) hayvaniyet ciheti daha galiptir. Çünkü önceleri yürümek ve kımıldamak suretiyle mahsus (duyulan)'a yaklaşıldığı
15) zaman ancak idrak edebilen duygulardan başka bir idrake sahip değildir. Beden hareketine muhtaç olmaksızın ve eşyayı idrak etmek için temas ve yakınlık aramaksızın göklerin ve yeryüzünün alemlerine, hatta mekanda yakınlık ve uzaklıktan münezzeh olan hususların idrakine nüfuz
16) eden aklın nuru ile aydınlanıncaya kadar bu durum devam eder. Ayni zamanda önceleri onun varlığına hakim olan şey, şehvet ve öfkesidir. Kendisinde olgunluk arama isteği sonuç ve akıbet düşüncesi, şehvet ve öfkenin icaplarına karşı isyan belirinceye kadar bu iki unsurun
17) tesiri altında kalır. Şayet şehvet ve öfkesini yener, onlara, malik olur ve onlar, kendisini kumanda' ve idare edecek güçte olmazlarsa, bu bakımdan meleklerden bir benzeyiş almış olacaktır. Keza, nefsini hayâlât ve mahsusattan keser, hiç bir his ve hayalin erişemeyeceği
18) hususlann idraki ile ünsiyet peyda ederse, meleklerden bir benzeyiş daha almış olacaktır. Çünkü hayatın hususiyeti idrak ve aklidir. Noksanlık, itidal ve kemal bu iki şeye racidir. Bu iki hususiyette ne derece meleklere uyarsa: o nispette hayvaniyetten uzak ve melekiyete
19) yakın olur. Melek ise Allah'a yakındır. O halde yakına yakın olanın da yakın olması gerekir.
Diyeceksin ki, bu sözden anlaşılan zahir mana kul ile Hak Teâlâ Hazretleri arasında benzerlik bulunduğunu gösterir. Çünkü kul, Allah'ın ahlakı ile ahlâklandığı vakit
20) O'na müşabih (benzeyen) olur. Oysa şer'an ve aklen bilinmektedir ki, Allah'ın eşi ve benzeri yoktur. Allah hiç bir şeye benzemez ve hiç bir şey de O'na benzemez. Buna cevaben derim ki:
Allah-ü Teâlâ hakkında menfi olan mümasebetin manasını her ne şekilde anlarsan anla,
21) O'nun eşi ve benzeri bulunmadığını bileceksin. Şöyle ki herhangi bir vasıfta ortak olmanın mümaseleti(benzemeyi) gerektireceği zannedilmemelidir. Birbirine benzemeyen ve birbirinden son derece uzak olan iki zıddın birçok sıfatlarda ortak oldukları görülmektedir.
22)Nitekim siyah, araz olma, renk olma, gözle görünme ve diğer bazı hususlarda beyaza ortak olmuştur.Bu durumda bir kimse "Allah-ü Teâlâ mahalle muhtaç olmayan mevcuttur ve o, Semi, Basir, Alim, Mürid, Mütekellim, Hayy, Kadir ve Fail'dir" der ve insan da böyle olduğunu söylerse,
23) onu müşebbihe fırkasından mı görecek ve misil ispat ettiğine mi hüküm vereceksin? Heyhat.. Durum zannettiğin gibi değildir. Eğer böyle olsaydı bütün insanların müşebbihe olmaları gerekirdi: Çünkü en azından vücud sıfatında müşareket vardır. Vücud ise müşabeheti,
24) hatta nev'iyet ve mahiyette müşareketten ibaret olan mümaseleti andırıcıdır.
1) Üstadın iktisat anlayışıyla sadece yeme, içme ve harcamada aşırıya kaçmayı engellemek amacında olmadığı, nefsi terbiye ederek mala düşkünlüğün doğrucağı ahlaksızlığı engellemek istediği anlaşılıyor. Bu hali müminler ve ehl-i hizmet için sanki zaruret görmekte. Nurlara bakalım:
2) Üstad diyor ki: Bedâvette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y masrafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevketmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir.
3) Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel, ferdi şahsı fakir, ahlâksız etmiştir. (Asar-ı Bediyye, Envar Nesriyat, sf. 123). Modern zamanda insanların masrafları gereksiz şekilde çok arttığı için, çalışmalarının karşılığında elde ettikleri ücret harcamalarına yetmemektedir.
1) Üstad hazretleri, kendisinden önceki İslami ahlaka dair yazılan ana unsurlara kimi yerlerde değinmiştir. "Kuvve-i gadabiye", "kuvve-i akliyye", "kuvve-i şeheviyye"'nin dengede olması gerektiğine dair beyanları var. Bu üç kuvve'nin alt unsurları nelerdir? İbn Sina'dan okuyalım.
2) İbn Sînâ er-risâle fi’l-ilmi ahlak adlı risalesinde, şehvet, öfke ve temyiz gücünün ideal olan noktada olmasına karşılık gelen, temel ve alt erdemleri sıralar (Toktaş, İbn Sînâ’nın “Risâle fî ‘İlmi’l-Ahlâk” risalesinin takdim, tahkik ve çevirisi (2016)). Bu erdemler şunlardır:
3) Şehvet Gücü(Kuvve-i şeheviyye): Temel ve Alt Erdemler
Temel erdem, İffet: Yeme içme ve cinsellik gibi duyusal isteklere karşı kontrollü ve sağlıklı düşünerek hareket etmektir.
1) Babalar günü olması dolayısı ile kendi babamla yaşadıklarım ve onun kardeşimle beni Hizmet'e yönlendirmesi gibi bazı şeyler aklıma geldi. Sizlerle paylaşmak istedim. Allah tüm kardeşlerimize sadaka-i cariyeye sebep olacak salih evlad nasip eylesin.
2) 17-18 yaşlarında iken bir yaz tatilinde babam ile dedemi birlikte gördüğüm bir hal vardı.. Dedem kanepede oturuyordu, babam ise onun ayaklarının bitişiğinde yerde..Dedem bir şey dese, tamam baba, olur baba, bunu da ister misin gibi sözlerle mukabelede bulunuyordu.
3) Babam tahsilli bir insan, kafamda bunu oturtamıyordum ..Gençliğin verdiği dengesizlikle babasından korkuyor mu diye içimden bir şeyler geçirmiştim. Fazla geliyordu bana. Oysa bu hürmetti. Çünkü peder hazretleri babasına olduğu gibi, ihtiyarlara da hürmet gösteren bir insandı..
1) Galatasaray klübü bir seçim yaşadı. Bu haberi okuduktan sonra eskiden okuduğum bir anıyı hatırladım. Önemli edebiyat tarihçisi Prof. Dr. İsmail Hakkı Ertaylan, Galatasaray Lisesi'nde talebeyken, samimi bir hocanın etkisinde kaldığı, din dersinde yaşanan bir hadiseyi anlatıyor:
2) Ertaylan diyor ki: Bazı yaşlı başlı, ihtiyar temiz yürekli, baba hasletli hocalarımız vardı. Bunlar ekseriya din dersleri hocalarıydı. Bu mübarek adamlara da çocuklar musallat olur, muzipliğin envaını yaparlardı.
3)Adını hatırlayamadığım, bir din dersi hocamız vardı. Uzun ak sakallı,nurlu çehresi,mütevekkil simasıyla, hürmet telkin eden bir adamcağızdı. Verdiği dersler çok basitti. Buraz akaidden, biraz Kur'an'dan okuturdu, şerh u izaha girmezdi. Hiçbir sul sormaz, hiçbir sual sorulmazdı.
Hatib b. Ebi Beltaa'nın Mekke fethi'nden önce akrabalarına yazdığı mektup bugünlerde mevzu edilmektedir. Bu mektubun içeriği ve Resulullah aleyhissaletu vesselamın tutumu hakkında bir yüksek lisans çalışmasından özet çıkarmaya çalıştım.
GülfemYeniye AcıÜstüneAcı
Tarihçilere göre, Hatib b. Ebi Beltaa'nın mektup yazdığını vahiyle öğrenen Hz. Peygamber (sav), Sâre’nin(mektubu götüren kadın) Mekke’ye gidip seferle ilgili bilgileri ilgili kişilere vermesini engellemek için Hz. Ali, Zubeyr b. Avvam ve Mikdat b. Amr’ı görevlendirdi.
Sâre’nin yerini, aldığı vahye göre tarif etti. Kaynaklarda bu yerin neresi olduğuyla ilgili olarak iki farklı yer rivayet edilmektedir. Birincisi “Hah bahçeleri” adıyla bir yer belirtilmektedir ki kaynakların ekserisi burayı zikreder, diğeri de “Hüleyka” ismindeki bir yerdir.
1) Etkin pişmanlık veya itirafçılık ile alakalı bazı tanık olduğum durumlar var, ve kendimi de yakinen alakadar eden bir husus olduğu için şahit olduğum hususları belirtmek istiyorum.
2) Evvelen önemli bir devlet dairesinde memurken, takribi kırk kişinin ismini verip, kimilerinin işten atılmasına veya kimilerinin hapsedilmelerine sebep olan birisinden bahsedeceğim.
3) Bu insan son derece mülayim bir insanken, baskı altında bir kaç isim verdikten sonra, daha da isim vermesi yönünde zorlanarak sayıyı günden güne artırmış. Verilen isimler arasında olup zorluklara maruz kalan bir arkadaşım ise şu anda yurtdışında.